“…Dava, davacının Limited Şirket ortağı olduğu dönemdeki şirketin prim borçlarından sorumlu olmadığının tespiti ve haksız olarak talep edilen borç miktarının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, istemin kabulü ile, davacının davalı Kurum nezdinde aleyhinde 6183 sayılı Yasa uyarınca yapılan 1998/3481 sayılı takip dosyasındaki ödeme emrinin iptali ile davacının borcunun bulunmadığının tespitine karar verilmiştir.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 6183 sayılı Yasa’nın 55.maddesinde, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir "Ödeme emri" ile tebliğ olunacağı ve ödeme emrinin hangi unsurları içermesi gerektiği belirtilmiş, aynı Yasa’nın 58.maddesinde de kendisine ödeme emri tebliğ olunan kişinin, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı yönünde tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabileceği ve itiraz üzerine izlenecek usul ve esasların neden olduğu düzenlenmiştir.
Somut olayda, Kurumun 1998/3481 sayılı takip dosyası ile davacının ortağı olduğu şirketin 1998/4-8.aylara ilişkin prim borcu nedeniyle takip yaptığı,buna ilişkin ödeme emrinin 14.10.1998 tarihinde davacının daimi işçisi sıfatıyla Mehmet Ali "ye tebliğ edildiği, ancak yapılan yargılama ile davacının tebligat tarihinde askerde olduğu ve tebligatı alan kişinin sigortalı hizmet cetvelinin incelenmesinden bu kişinin tebligat yapıldığı tarihte borçlu şirkette çalışmadığı anlaşılmıştır. Hal böyle olunca, davacının askerde olduğu tarihte borçlu şirkette çalışmadığı, bu nedenle ödeme emrinin tebliği usulsüz olduğu anlaşılmakta ise de, davacı vekili dava dilekçesinde ve son duruşmada Kurumun takibinden 2009 yılı Haziran ayında haberdar olduğunu beyan ettiğine göre, öğrenme tarihi tebliğ tarihi kabul edildiğinde bu tarihten itibaren 31.07.2009 dava tarihine kadar 7 günlük hak düşürücü süre içinde dava açılmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunmalı ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak, sair temyiz itirazlarının reddi ile dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından dava dışı limited şirketin prim borcundan dolayı şirket ve şirket ortağı olarak davacı hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca takip başlatılmış ise de, prim borcuna konu dönemde davacının şirket ortağı veya yöneticisi olmadığı gibi, yöntemine uygun şekilde ödeme emri tebliğ edilmeden menkulleri üzerine haciz konulmasının yasal olmadığını belirterek, haksız olarak talep edilen miktarın tespitini talep etmiştir.
Davalı SGK vekili cevap dilekçesinde, prim borcuna konu dönemde davacının limited şirket ortağı ve müdürü olduğunu, ödeme emrinin yöntemince tebliğ edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının 1998 yılı prim borçlarından sorumlu olmakla birlikte ödeme emrinin yöntemince tebliğ edilmediği ve 6183 sayılı Kanun’un 102. maddesinde düzenlenen beş yıllık tahsil zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle, ödeme emrinin iptali ile davacının takipten dolayı borçlu olmadığının tespitine dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece önceki gerekçeler yanında, davacının öğrenme tarihinde sadece haczi öğrendiği, takibin ayrıntılarına ve kanun yollarına dair bilgi içeren bir tebligat yapılmadığından Anayasal hak arama özgürlüğünün de ihlal edildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme hükmü davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, aleyhine 6183 sayılı Kanun uyarınca takip başlatılan davacının menfi tespit davasının süresinde açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında; işin esasına girilmeden önce, bozma ve direnme kararları ile davalı vekilinin temyiz dilekçesinin kapsamı ve hükme konu miktar ve karar tarihi itibariyle, 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu(HUMK)’nun 427. maddesi gereğince, direnme kararının temyiz incelemesinin yapılıp yapılamayacağı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Bilindiği üzere, 21.07.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayım tarihinde yürürlüğe giren, 14.07.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yürürlük tarihinden sonra Yerel Mahkemelerce verilen hükümler yönünden 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427. maddesindeki temyiz (kesinlik) sınırını bir milyar TL olarak değiştirmiştir.
Sonraki yıllarda 5219 ve 5236 sayılı kanunlarda öngörülen katsayılar çerçevesinde miktarlar giderek artmıştır. Buna göre, 01.01.2012 tarihinden 31.12.2012 tarihine kadar katsayı artışı sonucu uygulanması gereken kesinlik (temyiz edilebilirlik sınırı) "1.690,00 TL"dir.
Eldeki davada, temyiz istemine konu direnme kararının verildiği 07.08.2012 tarihinde, 5219 ve 5236 sayılı kanunlar gereği temyiz (kesinlik) sınırını 1.690,00 TL olarak değiştiren hükmü yürürlükte bulunduğuna göre, 1.100,26 TL olan uyuşmazlığa konu takipte düzenlenen haciz bildirisinde yer alan son miktar dahi bu sınırın altında kaldığından, direnme kararına karşı temyiz yoluna gidilmesi, miktar itibariyle mümkün değildir.
Hal böyle olunca, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
S O N U Ç: Yukarıda açıklanan nedenle davalı SGK vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/3. fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 09.10.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.