23. Hukuk Dairesi 2015/2443 E. , 2015/2297 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı konusuz kalan davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına yönelik olarak verilen hükmün süresi taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
- K A R A R -
Davacı vekili, davalının davacı kooperatifin ortağı olduğunu, kooperatife ödemesi gereken ortaklık borçlarını ödemediğini, bunun üzerine davalı hakkında icra takibi başlattıklarını, davalının borca ve icra dairesinin yetkisine itiraz ettiğini, bu itirazların yersiz ve kötüniyetli olduğunu ileri sürerek, itirazın iptali ile %40 icra inkâr tazminatının tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının davalıdan alacaklı değil davalıya borçlu olduğunu, 2006 yılı genel kurulunun iptali için açılan davanın devam ettiğini, iptal halinde bu genel kurul gereği toplanan aidatların iadesi gerekeceğini, ayrıca davalı hakkında verilen ihraç kararına ilişkin iptal davası açtıklarını ve davanın reddi halinde ihraçtan sonraki aidatlardan sorumlu tutulamayacağını, bu dosyaların beklenmesi gerektiğini savunarak, davanın reddini ve %40 kötüniyet tazminatının tahsilini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davalının yargılama devam ederken 28.08.2014 havale tarihli bilirkişi raporunda tespit edilen borç miktarını ödediği gerekçesiyle, dava konusuz kaldığından esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına, tarafların icra inkâr ve kötüniyet tazminatı taleplerinin reddine karar verilmiştir.
Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.
1-6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesinin yürürlükte bulunduğu dönemde Asliye Hukuk Mahkemeleri ile Ticaret Mahkemeleri arasındaki ilişki iş bölümü ilişkisi iken, 6335 sayılı Kanun"un 2. maddesi ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesinde yapılan değişiklikle Asliye Ticaret Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasında ilişki görev ilişkisi olarak değiştirilmiş ve bu durumda göreve ilişkin usul hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ancak, 6335 sayılı Yasa’nın 38. maddesi uyarınca 6102 sayılı TTK’na eklenen geçici 9. madde ile bu kanunun göreve ilişkin hükümlerinin, bu kanunun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden önce açılan davalarda uygulanmayacağı, bu davaların açıldıkları tarihte yürürlükte bulunan kanun hükümlerine tabi olduğu belirtilmiştir. Dava, 01.07.2012 tarihinden sonra açılmış olup, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu"nun 99. maddesi uyarınca ticari dava niteliğini haiz ise de, yargı çevresinde Asliye Ticaret Mahkemesi bulunmamakta ise, 6102 sayılı TTK"nın 5/4. maddesinde Asliye Hukuk Mahkemesi"nce davaya devam edilmesi ve görevsizlik kararı verilmemesi gerektiği açıkça öngörüldüğünden, bu davaya Asliye Hukuk sıfatıyla bakılmasında bir usulsüzlük bulunmamaktadır.
Bu açıklamalara ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici .../...
sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, taraf vekillerinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2-Davacı vekilinin temyiz itirazları yönünden;
YHGK"nın 17.10.2012 tarih ve 9-838 E, 715 K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere; genel bir kavram olarak “likid (liqiude) alacak; tutarı belli (muayyen), bilinebilir, hesaplanabilir alacaktır” Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için; ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilecek durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez (YHGK"nın 14.07.2010 gün ve 19-376 Esas 397 K. sayılı ilamı). Likit alacak bakımından aranan, “borçlunun, talep edilen alacağı veya alacağın bütün unsurlarını bilmesi veya bilmek (kolayca hesap edebilmek) durumunda olması; bu bağlamda alacağın miktarının belirlenmesi için tarafların ayrıca mutabakata varmasına (anlaşmasına) veya mahkemenin tayin edeceği bilirkişi eliyle bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaması, diğer bir anlatımla borçlunun, yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması” ölçütü birçok tartışmayı sona erdirmekle beraber, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesinin, alacağın likit olup olmadığı ile ilgili başlı başına bir kıstas olarak kabul edilmesi de doğru değildir. Çünkü mahkeme uygulamasında “hesap işi”, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerden olduğundan borçlunun, kendi başına hesaplayabilecek durumda olduğu asıl alacak ve temerrüt faizine itiraz etmesi halinde, mahkemece, alacaklının alacağının miktarı, bizzat tespit edilmeyip bilirkişi vasıtasıyla belirleneceğinden, likit olan bir alacağın sırf bilirkişi incelemesi yapıldığı gerekçesi ile likit sayılmaması doğru olmayacaktır. (Kuru, Arslan, Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 22. Bası, s. 737, 740).
Takip konusu alacak genel kurul kararlarına dayanmakta olup, genel kurul kararlarının kesinleşmesi halinde katılmasalar dahi bu kararlar tüm üyeler için bağlayıcı olacağından ve bu kararların ortaklara ayrıca tebliği gerekmediğinden, alacağın miktarı davalı yönünden bilinebilir, hesap edilebilir, belirlenebilir yani likit alacak niteliğinde olduğu kuşkusuzdur. Bu durumda mahkemece, davalının itirazında haksız olduğu tespit edilen miktar üzerinden davacı lehine İİK"nın 67/2. maddesi uyarınca %20 icra inkâr tazminatına hükmedilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile bu talebin reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
Öte yandan, bilirkişi tarafından belirlenen alacak tutarını da içeren bir miktarın dava tarihinden sonra 01.07.2014 tarihinde davalı tarafça ödendiği anlaşılmıştır. Bu durumda mahkemece, 22.200,00 TL asıl alacak, 7.508,15 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 29.708,15 TL"nin 01.07.2014 tarihinde ödenmiş olduğu belirtilerek, bu durumun infaz aşamasında icra müdürlüğünce nazara alınmasına da karar verilmesi gerekirken, bu hususun dikkate alınmaması da doğru olmamıştır.
3-Davalı vekilinin temyiz itirazlarına gelince;
Davacı tarafça, 22.200,00 TL asıl alacak, 16.100,48 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 38.300,48 TL"nin tahsili için icra takibine başlanmış ve bu miktar üzerinden harç yatırılarak dava açılmıştır.
Mahkemece, 22.200,00 TL asıl alacak, 7.508,15 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 29.708,15 TL yönünden dava konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına, bu miktara ilişkin yargılama giderlerinden davalının sorumlu tutulmasına, bakiye kısım .../...
S.3
yönünden ise davanın reddi ile bu kısma yönelik yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesi gerekirken, vekalet ücreti yönünden bu husus dikkate alındığı halde yargılama giderlerinde gözardı edilmesi doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, taraf vekillerinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin, (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, taraflar yararına BOZULMASINA, peşin alınan harçların istek halinde temyiz edenlere iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 06.04.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.