20. Hukuk Dairesi 2015/16120 E. , 2017/2334 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yerel mahkemece verilen yukarıda gün ve sayısı yazılı hükmün; Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 23/12/2014 gün ve 2014/15627 -2014/31195 sayılı ilâmıyla bozulmasına karar verilmiş, süresi içinde davacı ve davalı vekilleri tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya içindeki tüm belgeler incelenip gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili 14.06.2004 tarihli dilekçe ile müvekkilinin maliki olduğu 1316 ada 7 parsel sayılı 6.487 m2 yüzölçümlü taşınmazın 2.921,50 m2 yüzölçümlü kesiminin kıyıda kaldığı gerekçesiyle bedelsiz olarak hükmen tapusunun iptaline karar verildiğini, tapunun iptal edilmesi sebebiyle zararın oluştuğunu ileri sürerek tazminat istemiyle dava açmıştır.
Mahkemece; Hazinenin sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 23/12/2014 gün ve 2014/15627 - 2014/31195 sayılı ilâmıyla bozulmuştur.
Bozma kararında özetle "...BK"nın 189/1. (yeni TBK 214/1) maddesi uyarınca, satış sözleşmesinin kurulduğu sırada var olan bir hak dolayısıyla, satılanın tamamı veya bir kısmı bir üçüncü kişi tarafından alıcının elinden alınırsa satıcının, bundan dolayı satış işleminin resmi şekilde yapıldığının ve satış sırasında taşınmazın tapu kaydında, dava konusu bölümün iptal edilmesi gerektiği yönünde bir şerh bulunmaması halinde alıcıya karşı sorumlu olduğu, bu nedenlerle Hazinenin yanında taşınmazın ayıplı olduğunu bildiği ve kıyı kenar çizgisinde kalan kısmın bedelini aldığı halde satan ...’nın da davaya dahil edilip zapta karşı tekeffül hükümlerine göre değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi..." gerektiği belirtilmiştir. Taraf vekillerince karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1316 ada 1 parsel sayılı 6.487 m2 yüzölçümlü taşınmazın Hazine tarafından ihale yoluyla 06.02.1994 tarihinde ...ya 45.000.000.000.-ETL bedelle satıldığı, anılan kişinin taşınmazın 4.424 m2 yüzölçümlü kesiminin kıyıda kaldığının tespiti üzerine ödediği bedelin tarafına iadesi istemiyle açtığı davanın ... 4.Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/1081 E. - 1997/1309 K. sayılı kararıyla kabul edildiği, temyiz incelemesinden geçerek 26.10.1998 tarihinde kesinleştiği, bu arada 1316 ada 1 parselin imar uygulamasıyla 1316 ada 7 ve 6268 ada 1 parsellere gittiği, ..."nın 1316 ada 7 parselin bir kısım payını üzerinde bırakıp 29.09.1998 tarihinde ... ve ortaklarına sattığı, daha sonra tüm tapu maliklerinin paylarını 23.05.2000 tarihinde davacı şirkete sattıkları, Hazine tarafından 12.06.2002 tarihinde şirket aleyhine açılan dava sonucu ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/657 E. - 2007/465 K. sayılı ilamıyla 1316 ada 7 parselin 2.921,50 m2 yüzölçümlü kesiminin kıyıda kaldığı gerekçesiyle tapudan terkinine karar verildiği, temyiz incelemesinden geçerek 29.04.2010 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine eldeki davanın Hazine aleyhine açıldığı anlaşılmaktadır.
İddianın içeriğine ve ileriye sürülüş biçimine göre davada mülkiyet hakkının yitirilmesi nedeniyle bedel istendiği açıktır.
Bilindiği ve 28.11.1997 gün 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da ifade edildiği üzere kıyılar, doğal nitelikleri itibarıyla özel mülkiyete konu olamayacak yerlerdendir. Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır.
Bunun sonucu olarak da, kıyıların zamanaşımı yolu ile kazanılması, tapu sicili hükümlerine bağlı tutulması, haczedilmesi mümkün değildir. Kıyılar, bu özelliklerinden dolayı Anayasanın 43. maddesinde ayrı bir bölümde düzenlenmiş ve bu düzenlemede yukarıda sayılan nitelikler vurgulanmıştır.
Öte yandan, mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa md. 35/1 AİHS ek protokol 1-1) Türk Medeni Kanununun 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebileceği hüküm altına alınmıştır. Bütün bunların yanında mülkiyet hakkı kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir ya da tamamen kaldırılabilir. Ancak bu sınırlandırma ya da kaldırma gerçekleştirilirken T.C. Anayasasının 90/5.maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan AİHS hükümleri gereğince AİHM tarafından oluşturulan 30.05.2006 tarih ve 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere "...bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…" "...kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği..." bu önlem alınırken "başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir denge olması gerektiği..." kişinin "...kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağI açıktır. Bir başka ifadeyle kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin menfaati arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
Devlet tarafından verilen doğru esasa ve geçerli kayda dayalı iptali sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, özel mülkiyet kapsamından çıkarılarak kamu malı niteliğini kazanmakla birlikte, kişinin ya da kişilerin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi hukuki güvenlik ilkesinin sonucu olarak korunması gerektiği muhakkaktır. Aksi düşünce tarzının, devletin, verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, zamanında geçerli bir şekilde ve kayda dayalı olarak oluşturulan mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, kamu vicdanını yaralaması yanında hukuk devleti ilkesini de zedeleyen bir tutum oluşturacaktır.
Tüm bunların yanında 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “sorumluluk” kenar başlığını taşıyan 1007. maddesi “tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur” hükmünü içermektedir. Devletin buradaki sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek duruma uymayan kayıtlar düzenlemeleri ve taşınmazın niteliğinde yanlışlık yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir. Zira tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamalarındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemlerinin bir bütün oluşturduğu kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince; kıyılar özel mülkiyete konu olamayacak ise de tapu kütüğünün gerçek kişi adına oluşturulduğu, imar ve satış yoluyla çekişmeli taşınmazın davacıya geçtiği bu şekilde tapu sicilinin hatalı olarak tutulduğundan, TMK"nın 1007. maddesi kapsamında Devletin
kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve davacının gerçek zararın karşılanması gerektiği kuşkusuzdur. Diğer taraftan Hazinenin, çekişmeli taşınmazın kıyı içinde kalan bölümü yönünden taşınmazı davacıya satan M. Uğur Kadayıfçı"ya tazminat ödediği halde 2002 yılına kadar dava açmayarak ve tapunun beyanlar hanesine kıyı kenar çizgisi içinde kaldığına dair şerh koydurmayarak kusurlu davrandığı da tartışmasızdır.
Tüm bu açıklamalar ışığında olaya bakıldığında; mülkiyet hakkı elinden alınan kimseye bir bedel ödenmesi gerektiği tartışmasız olup, davacının zapta karşı tekeffül hükümleri uyarınca kendi âkidine müracaat etme olanağına sahip olması, haksız eylemi nedeniyle ya da kusursuz sorumluluktan ötürü Hazineye karşı dava açmasını engellemeyeceği gibi Anayasanın 129. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ancak Devlete karşı açılabildiği şeklindeki hüküm gözetildiğinde, iş bu davanın müstakil olarak Hazineye karşı açılması mümkün olduğu gibi, taşınmazı satan kişilere karşı da açılması mümkündür. Hatta, davacı dilerse her ikisine birden de dava açabilir. Davacı, akidine karşı dava açmaya zorlanamaz. Davacı seçimlik hakka sahip olup eldeki davada seçimlik hakkını Hazine yönünde kullanmıştır. Bu durumda davalı Hazine yönünden işin esasına girilerek gerekli inceleme araştırma yapılıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle Hazine vekilinin karar düzeltme isteğinin REDDİNE, davacı şirket vekilinin karar düzeltme isteğinin kabulü ile Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 23/12/2014 gün ve 2014/15627 - 2014/31195 sayılı bozma kararının kaldırılarak hükmün değişik gerekçe ile BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 23/03/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.