1. Hukuk Dairesi 2014/18982 E. , 2017/83 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ-TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde duruşma talepli olarak temyiz edilmiş ise de duruşma talebi değerden reddedildi. Dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."nun raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, inançlı işlem ve muvazaa hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı, Mersin ili...08 Ada 154 Parsel sayılı taşınmazının tamamını davalı ..."a tapuda devrettiğini, davalı ile yaptığı ‘’muvazaa anlaşması’’ başlıklı sözleşme gereğince dava konusu taşınmaza yapılacak seranın tamamlanmasından sonra davalı ...’in bu parselin 1/2 payını tarafına devredeceğinin kararlaştırıldığını ancak davalı ..."ın dava konusu taşınmazın tamamını kardeşi ..."a devrettiğini ileri sürerek, dava konusu taşınmazın ½ payının iptali ile adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı ..., taşınmazın ½ payını bedeli karşılığında, geri kalan ½ payını ise davacı ile aralarında yaptıkları anlaşma ile belirlenen koşullarda ...’dan satın aldığını, davacının anlaşma gereklerini yerine getirmediği gibi adi ortaklık tarafından yaptırılacak seranın da tarafından banka kredisi alınmak suretiyle yaptırıldığını, anlaşma gereği kendisine ödenmesi gereken paranın da ödenmediğini, kullandığı krediyi ödeyemez duruma geldiği için diğer davalı kardeşine dava konusu taşınmazı satmak zorunda kaldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı ... ise dava konusu taşınmazı 250.000-TL bedel karşılığında 2010 yılında diğer davalı ...’dan satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davacının kendi muvazaasının sonuçlarından yararlanmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde bulunduğundan bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki; vakıaları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak ve uygulanacak kanun hükmünü tespit ile tatbik etmek Hakime aittir. Dava dilekçesi içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden inançlı işlem ve muvazaa hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil talebi ile eldeki dava açılmıştır.
./..
Bilindiği üzere; İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de BK"nin 19. ve 20. (TBK"nin 26. ve 27.) maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir.
İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.
İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.
Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK"nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK"nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur. ../...
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
Bu tür bir iddianın 20.06.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca yazılı delille kanıtlanabileceği açıktır.
Somut olaya gelince; çekişme konusu 108 Ada 154 Parsel sayılı taşınmazın tamamı davacı ... adına kayıtlı iken 01.03.2007 tarihinde davalı ...’a satış yoluyla temlik edildiği, davacının borç ilişkisinin kaynağını kendisinin ve davalının imzasını taşıyan "Muvazaa Anlaşması"" başlıklı belgeye dayandırdığı anlaşılmaktadır. Dosya kapsamına ve incelenen delillere göre, inançlı işlem olgusunun varlığı imzası inkar edilmeyen ve kabul edilen ‘’Muvazaa Anlaşması’’ başlıklı belge ile sabittir. Bir başka deyişle, borç ihtilafsızdır.
Ancak, davacının karşılıklı edimler içeren inanç sözleşmesine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini isteyebilmesi için 6098 sayılı TBK"nin 97 maddesi uyarınca öncelikle kendi edimlerini yerine getirmesi zorunludur. Ne var ki, davacının sözleşme kapsamına göre belirlenmiş edimlerini yerine getirip getirmediği noktasında hükme yeterli bir araştırma yapılmamıştır.
Hâl böyle olunca; öncelikle ‘’muvazaa anlaşması’’ başlıklı sözleşmenin iddia ve deliller ile yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirilmesi, daha sonra iddiaların sabit görülmesi halinde son kayıt maliki davalı ...’ın iktisabının iyiniyetli olup olmadığı ve TMK"nin 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanmayacağının araştırılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken anılan hususların gözardı edilmiş olması doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 09.01.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.