14. Hukuk Dairesi 2017/1678 E. , 2017/4319 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacılar-karşı davalılar vekili tarafından, davalılar-karşı davacılar aleyhine 15.04.2011 gününde verilen dilekçe ile elatmanın önlenmesi ve yıkım, karşı davada 05.05.2011 gününde verilen dilekçe ile temliken tescil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen 08.03.2016 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalılar-karşı davacılar vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Asıl dava elatmanın önlenmesi ve yıkım, karşı dava TMK’nın 725. maddesine dayalı tapu iptali tescil istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalıların müştereken malik oldukları 744 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan binanın ve duvarın imara aykırı şekilde ve yasal çekme mesafelerine uyulmadan yapılmış olup müvekkiline ait 993 parsel sayılı taşınmaza tecavüzlü olduğunu, bu tecavüzün Hendek Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/40 D.İş sayılı dosyasında alınan bilirkişi raporuyla tespit edildiğini ve davalılara tecavüzün giderilmesi için ihtarda bulunulduğunu ancak sonuç alınamadığını ileri sürerek elatmanın önlenmesini ve davalılara ait binanın tecavüzlü kısmının kal"ini talep etmiştir.
Davalılar-karşı davacılar vekili, dava konusu 744 parsel üzerinde bulunan binanın davalı ... tarafından yaptırılmış olup diğer davalılara husumet yöneltilemeyeceğini, binanın imara uygun şekilde yapıldığını, duvarın ise bizzat davacı tarafından yaptırıldığını belirterek asıl davanın reddini savunmuş; karşı davada ise uygun bir bedel karşılığında taşkın kısmın bulunduğu arazi parçasının tapu kaydının iptali ile müvekkilleri adına tescilini talep etmiştir.
Mahkemece asıl davanın reddine, karşı davanın kabulüne dair verilen kararın taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 09.06.2015 tarihli 2014/13158 Esas 2015/6392 Karar sayılı ilamı ile temyiz edilen gerekçeli kararın tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olup kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunduğu gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, asıl davanın kabulü ile 744 parsel sayılı davacıya ait taşınmaza davalılar tarafından yapılan ve fen bilirkişilerinin 21.11.2013 tarihli ek raporunda sarı renkle gösterilen müdahalenin men"ine ve tecavüzlü binanın kal"ine, karşı davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davalılar-karşı davacılar vekili temyiz etmiştir.
Yasal ayrıcalıklar dışında, TMK’nın 684/1 ve 718/2 maddeleri hükümlerine göre arazinin mülkiyeti ve buna bağlı olan tasarruf hakkı, o arazide kalıcı olmak koşuluyla yapılan şeyleri de kapsar. TMK’nın 725. maddesinde bu kuralın istisnalarından birisi düzenlenmiş, böylece muhdesatla arasındaki bağlantı kesilmiş bina sahibine bazı koşulların oluşması halinde ayrılmaz parça niteliğindeki taşkın yapı için üzerinde bulunduğu taşınmaza malik olabilme olanağı tanınmıştır.
Bunun için, tapuya kayıtlı özel mülkiyete konu bir taşınmaz üzerinde, temelli kalması amacıyla yapılan binanın ayrılmaz parçası yine tapuda kayıtlı üçüncü kişiye ait taşınmaza taşkın yapılmış olmalıdır.
Taşkın inşaat, taşkın yapı ile iki komşu taşınmazı fiilen birleştirmekte, ekonomik bir bütünlük oluşturmaktadır. Bu özelliğinden dolayı taşkın yapıya dayanan temliken tescil isteği taşınmaza bağlı kişisel hak niteliğindedir. Taşılan arazi malikinin devir borcu eşyaya bağlı bir borç olduğundan inşaat maliki hakkını taşılan arazinin her malikine karşı kullanabilir. Yeni malikler de Türk Medeni Kanununun 725. maddesinde belirtilen haklardan yararlanabilecekleri gibi borçlardan da sorumlu olur.
Bu tür davalarda taşkın yapıyı yapan kişinin taşınmazı lehine, taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkı yoksa durum ve koşullar da haklı gösterdiği takdirde taşkın yapıyı yapan kimse, taşan kısım için uygun bir bedel karşılığında irtifak hakkı kurulmasını veya bu kısmın bulunduğu arazi parçasının mülkiyetinin kendisine devredilmesini isteyebilir.
TMK’nın 725. maddesine dayanılarak tescil talebinde bulunulabilmesi bazı koşulların varlığına bağlıdır;
a) Birinci koşul, malzeme sahibinin iyiniyetli olmasıdır.
TMK’nın 725. maddesi hükmünden açıkça anlaşılacağı üzere, taşkın yapının bulunduğu arazi parçasının mülkiyetinin yapı sahibine verilebilmesi için öncelikli koşul iyiniyettir. Öngörülen iyiniyetin TMK’nın 3. maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyiniyet olduğunda da kuşku yoktur.
Bu kural, taşkın inşaatı yapan kimsenin, elattığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesini veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşılık bilebilecek durumda olmamasını ya da taşkın inşaat yapmakta haklı bir sebebinin bulunmasını ifade eder.
İyiniyetin varlığı iddia ve savunmaya bakılmaksızın mahkemece re’sen araştırılmalıdır. Ne var ki, 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi olay ve karinelerden, durumun özelliklerine göre kendisinden beklenen dikkat ve özeni göstermemiş olduğu açık bulunan taşkın inşaat sahibinin temliken tescil talebinde bulunması mümkün değildir. Çünkü bu gibi durumlarda kötüniyet karşı tarafın ispatı gerekmeden belirlenmiş olur. Ayrıca iyiniyet inşaatın başladığı andan tamamlandığı ana kadar devam etmelidir. (Sübjektif koşul)
b) İkinci koşul, yapı kıymetinin taşılan arazi parçasının değerinden açıkça fazla olmasıdır.
TMK’nın 725. maddesinde “durum ve koşulların haklı kılması” şeklinde ifade edilen husus uygulama ve doktrinde inşaatın yıkılması ile inşaat sahibinin uğrayacağı zarar veya yıkılmaması halinde arsa malikinin arsasının uğrayacağı değer kaybının karşılaştırılması şeklinde değerlendirilmektedir. Kastedilen değer sadece taşılan arazinin değerinden ibaret değildir. Bu değerin içinde arazi sahibinin taşılan kısım dışında kalan arazisinin uğrayacağı değer kaybı da vardır. Arsa malikinin arsasının uğrayacağı değer kaybı uzman bilirkişilerden rapor alınmak suretiyle TMK’nın 4., TBK’nın 50. maddesi uyarınca ve aynı zamanda sebepsiz zenginleşmeyi önleyecek biçimde dava tarihine ve objektif esaslara göre tespit ve takdir edilmelidir. (Objektif koşul)
c) Üçüncü koşul ise taşkın inşaat yapanın, taşınmaz malikine bu bedeli ödemesidir.
Taşkın inşaatın yıkılması gerekmiyorsa, mahkemece yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda belirlenecek bedel arsa sahibine ödenmek üzere depo ettirilmelidir.
d) Yukarıda değinilen üç koşulun yanısıra, mahkemece iptal ve tescile karar verilebilmesi için taşkın yapının zeminindeki arazi parçasının ana taşınmazdan ifrazının da mümkün olması gereklidir.
Öte yandan, TMK m. 683"deki "Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir” hükmü ile mülkiyet hakkının kanunla toplum yararına kısıtlanabileceği temel ilke olarak kabul edilmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında mülkiyet hakkının nasıl korunacağı hükme bağlanmış, 730 ve 737. maddeleriyle de taşınmaz malikinin başkalarına zarar vermesinin önlenmesi hedeflenmiştir.
Yapma, kaçınma, katlanma olarak özetlenebilecek bu sınırlamaların önemli bir bölümü TMK’nun "komşu hakkı" başlığı altında, 737 ile 750. maddelerinde düzenlenmiş, 751 ile 761. maddelerinde de yine malikin yapması ve katlanması gereken hususlar belirtilmiştir.
Elatmanın önlenmesi davası açılabilmesi için kural olarak zararın doğmuş olması gerekir. İleride zarar doğacağından bahisle dava açılamayacağından bu şekilde açılan davalar reddedilmelidir. Ancak istisnai durumlarda, henüz zarar doğmadığı halde, yakın gelecekte zarar doğacağı pek muhtemel veya muhakkak ise davacıya zarar tehlikesinin önlenmesi davasını açma hakkı tanınmalı, zararın doğması beklenmemelidir.
Komşuluk hukukundan kaynaklanan elatmanın önlenmesi davalarında davalının kusurlu olması aranmaz. Davalının kusurlu olup olmaması, kasıtlı hareket edip etmemesi elatmanın önlenmesi davasına etkili değildir. Yeter ki davalının eylemi ile davacının zararı arasında illiyet bağı bulunsun. Davalının hiçbir kusuru olmasa dahi elatmanın önlenmesine, eski hale getirme ve tazminata hükmedilebilir. Kural olarak davacının zararının doğmaması için bir önlem almaması da elatmanın önlenmesi davasını etkilemez.
Mahkemece yapılacak araştırmalarda somut olayın özelliği, komşu taşınmazların yerleri, nitelikleri, konumları, kullanma amaçları göz önünde tutularak normal bir insanın hoşgörü ve tahammül sınırlarını aşan bir elatmanın bulunup bulunmadığı tespit edilmelidir. Davacının sübjektif ve aşırı duyarlılığı ile değil, objektif her normal insanın duyarlılığına göre elatmaya katlanıp katlanamayacağı araştırılmalı; sonuçta katlanılabilir, hoşgörü sınırlarını aşan bir zarar veya elatmanın varlığı tespit edildiği takdirde mülkiyet hakkının taşkın olarak kullanıldığı sonucuna varılmalıdır.
Taşkın kullanma belirlendiği takdirde elatmanın tamamen ortadan kaldırılması veya tahammül sınırları içerisine çekilebilmesi için ne gibi önlemlerin alınması gerektiği bilirkişiler aracılığı ile tespit edilerek tarafların yarar ve çıkar dengeleri de gözetilmek suretiyle bunların en uygununa karar verilmelidir.
Bunun için de mahkemece, öncelikle taraflara ait taşınmazların tapu kayıtları ile çap ve krokileri getirtilmeli, yapılacak keşifte, kadastro mühendisi veya tapu fen memuru bilirkişi yanında davanın niteliğine, tarafların iddia ve savunmalarına göre, en uygun ihtisas grubu ve meslek erbabından seçilecek bilirkişiler hazır bulundurulmalı; düzenlenecek bilirkişi raporlarında, alınması gereken önlemler ile tazminat, ecrimisil, yıkım ve eski hale getirme istekleri varsa, bunlar gerekçeli olarak gösterilmelidir. Davacının zararının önlenmesi esas olmakla birlikte, davalıya da en az zarar verecek veya külfet yükleyecek önlem veya önlemler belirtilmelidir.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olaya gelince, mahkemece yapılan keşif sonrası düzenlenen 02.10.2013 tarihli bilirkişi raporunda, davacıya ait 993 parsel ile davalılara ait 744 parsel sayılı taşınmazların sınırlarının açıkça gösterilmediği gibi davacıya ait parsele davalıların herhangi bir tecavüzünün bulunup bulunmadığının da tespit edilmediği anlaşılmaktadır. Öte yandan, Hendek Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/40 D.İş sayılı dosyasında davalıların imara aykırı şekilde ve çekme mesafesine uyulmaksızın duvar yapmak suretiyle davacının taşınmazına tecavüz ettikleri iddia edilmiştir. Ancak salt imara aykırılık ve çekme mesafesine uyulmaması komşuluk hukukuna aykırılık teşkil etmez.
Bu durumda mahkemece, taşınmaz mahallinde yeniden keşif yapılarak davalıların davacıya ait 993 parsel sayılı taşınmaza herhangi bir tecavüzünün bulunup bulunmadığının tespit edilmesi, fen bilirkişisinin taraf taşınmazlarının sınırlarını ve tecavüzlü bölümü açıkça gösterir şekilde rapor ve kroki düzenlemesinin sağlanması ve davalıların davacıya ait parsele nasıl ve ne şekilde tecavüzde bulunduklarının saptanması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
Ayrıca, davalılar-karşı davacıların temliken tescil istemi bakımından da temelli yapı niteliğindeki binanın tecavüzlü olması halinde yukarıda açıklanan ilkelere göre temliken tescil şartlarının oluşup oluşmadığı yönünde inceleme ve araştırma yapılarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi de doğru görülmemiş, bu nedenlerle hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalılar-karşı davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatıranlara iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.05.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.