Esas No: 2016/411
Karar No: 2019/567
Karar Tarihi: 16.05.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/411 Esas 2019/567 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 29.09.2014 tarihli ve 2013/824 E., 2014/644 K. sayılı kararın davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilince temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 15.06.2015 tarihli ve 2014/27580 E., 2015/11850 K. sayılı kararı ile;
“...Dava, ölüm aylığına hak kazanıldığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, koşulları gerçekleşmeyen maluliyet aylığı isteminin reddi ile davacıya 31070160042 T.C. Kimlik numaralı ölen eşi Mehmet Daştan üzerinden 01.07.2012 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması gereğinin tespitine, karar verilmiştir.
Dosyadan, davacının 07.06.2012 tarihinde vefat eden eşinin 22.07.1964-09.03.2009 tarihleri arasında 853 gün hizmet akdine dayalı olarak 5510 Sayılı Yasanın 4-1-a bendi kapsamında sigortalılığı, 14.10.2010-31.12.2010 tarihleri arasında da 78 gün 5510 Sayılı Yasanın 50"nci maddesi kapsamında (5510 4-1-b) isteğe bağlı sigortalılığı ve ayrıca 22.07.1964-22.07.1966 tarihleri arasında da 720 gün süreyle 04.05.2009 tarihinde borçlanılmış ve askerlik süresi ile birlikte toplamda 1651 gün primi ödenmiş günü olduğu, davacı murisinin vefatından önce 06.05.2011 tarihli maluliyet tahsisi talebinin Kurumca reddinden sonra eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Davacı murisinin vefat tarihinde yürürlükte bulunan 5510 sayılı Yasanın 32. maddesinin 17.04.2008 tarih 5754 sayılı Yasanın 20. maddesiyle değişik 2. fıkrasının (a) bendi “En az 1800 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş veya 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılanlar için, her türlü borçlanma süreleri hariç en az 5 yıldan beri sigortalı bulunup, toplam 900 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş,...” olanlara ölüm aylığı bağlanacağı hükmünü içermektedir. Mahkemece, yasada öngörülen “...her türlü borçlanma süreleri hariç...” ibaresinin sigortalılık süresi ve prim gün sayısını birlikte içerdiği hususu gözetilmelidir.
Davaya konu olayda da, davacı murisinin askerlik süresi borçlanılmaksızın 853 gününün var olduğu, davacı murisi hakkında 5510 sayılı Yasanın 50"nci maddesi kapsamında ve aynı yasanın 4"üncü maddesinin "b" bendi kapsamında geçen hizmet sürelerinin birleştirilmeksizin 900 gün primi ödenmiş olma şartının olmadığı, 2829 sayılı Kanun"un hizmet birleştirilmesine dair 8. maddesinin dikkate alınmak suretiyle veyahut 1800 gününün varlığı hususunda irdeleme ve araştırma yapılması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacının murisi Mehmet Daştan’ın vefat etmeden önce maluliyet aylığına hak kazandığının tespiti ile davacının murisinden dolayı ölüm aylığı almaya hak kazandığının tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin murisi Mehmet Daştan’ın 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında zorunlu ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 50. maddesi kapsamında isteğe bağlı sigortalılığının bulunduğunu, 720 gün askerlik borçlanmasını yaparak bedelini ödediğini, sigortalının vefatından önce kendisine maluliyet aylığı bağlanması için yaptığı başvurusunun Kurum tarafından % 60 oranında maluliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedildiğini, murisin 07.06.2012 tarihinde vefat ettiğini, murisin vefatından sonra davacının ölüm aylığı bağlanmasına yönelik tahsis talebinin murisin hizmet süresinin yeterli olmadığı gerekçesiyle reddedildiğini, alınan sağlık kurulu raporlarına göre murisin maluliyet aylığı bağlanması için gerekli olan şartları taşıdığını ve davacıya ölüm aylığı bağlanması için murisin sigortalılık süresinin yeterli olduğunu ileri sürerek, müvekkilinin eşi sigortalı Mehmet Daştan’ın davalı Kurumun maluliyet aylığı bağlanmasına yönelik talebin reddine dair işlem tarihi olan 06.10.2011 tarihinde maluliyet aylığı şartlarına haiz olduğunun tespiti ile müvekkilinin murisin vefat tarihi olan 07.06.2012 tarihi itibariyle ölüm aylığına hak kazandığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili, Kurum tarafından yapılan işlemlerin yasal mevzuata uygun olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davacının murisi Mehmet Daştan’ın 09.04.1967-09.03.2009 tarihleri arasındaki 853 günlük sigortalı çalışması ve 720 günlük askerlik borçlanması ile 5510 sayılı Kanun"un 4. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi kapsamındaki 78 günlük isteğe bağlı sigortalılığıyla birlikte toplam 1651 gün prim ödemesinin bulunduğu, 5510 sayılı Kanun"un 26. maddesinde maluliyet aylığı bağlanması için öngörülen 1800 gün prim ödeme koşulunun gerçekleşmediği, hak sahiplerine yönelik ölüm aylığı tahsisinde sosyal güvenlik hukuku ilkelerine göre sigortalının yaşamını yitirdiği tarih itibariyle yürürlükte olan yasal düzenlemenin uygulanmasının zorunlu bulunduğu, sigortalının hak sahipleri için 5510 sayılı Kanun"un 32. maddesi hükümlerinin uygulanması gerektiği, 5510 sayılı Kanun"un 32. maddesinde yer alan ‘her türlü borçlanma süreleri hariç en az 5 yıldan beri sigortalı bulunup, toplam 900 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş durumda iken ölen sigortalının’ ibaresinden, her türlü borçlanma sürelerinin sadece 5 yıllık sigortalılık süresine katılamayacağının, bunun dışındaki 900 günlük malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primine katılabileceğinin anlaşılması gerektiği, davacının murisi Mehmet Daştan"ın 09.04.1967 tarihinden başlayan sigortalılık süresinin 5 yılın üzerinde olduğu, 900 gün prim ödeme koşulunun borçlanma yoluyla gerçekleştirilmesinin mümkün olduğu, zorunlu sigortalılık süresi ve askerlik borçlanması ile birlikte 1651 günlük prim ödemesi dikkate alındığında 01.07.2012 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması gerektiği, ölüm tarihi dışındaki koşullar yönünden 506 sayılı Kanun hükümleri uyarınca ölüm aylığı şartlarını taşıdığı hâlde salt ölüm tarihinin 5510 sayılı Kanun"un yürürlüğü sonrasında gerçekleşmesinin davacının aleyhine yorumlanmasının hakkaniyet ve sosyal güvenlik ilkeleriyle de bağdaşmayacağı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda karar başlığında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, hizmet borçlanmasının sigortalılık konumunda değerlendirilmesi mümkün iken, çeşitli nedenlerle dönemi içinde bu yönde bildirimi gerçekleşmemiş ve primi ödenmemiş sürelerin yasal düzenlemelerin öngördüğü olanak kapsamında primlerinin ödenmesi suretiyle sigortalılık süresine eklenmesi işlemi olduğu, ‘her türlü borçlanma sürelerinin sadece 5 yıllık sigortalılık süresine katılamayacağı, bunun dışındaki 900 günlük malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primine katılabileceği’ yönündeki yaklaşımın prim ödeme gün sayısı yönünden borçlanmayla edinilen gün sayısının dönemi içerisinde ödenen primden farklı kabul edilemeyeceğini ortaya koyduğunu, borçlanma hakkı tanınan alanlara bakıldığında ortak yönlerinin, fiili veya yasal engel nedeniyle prim ödeyememe durumlarından kaynaklı ve aynı durumdaki sigortalıdan daha az prim ödemeye yol açan durumların yarattığı olumsuzlukların, primlerin geçmişe yönelik olarak ödenmesi yoluyla giderilmesi olduğu, belirli durumlar dışında borçlanma yoluyla sigortalılık süresi edinmeye olanak tanınmazken borçlanma yoluyla asıl olarak prim ödemeden yoksunluğa yol açan durumlardan doğan eşitsizliğin giderilmesinin amaçlandığı, bu durumda da, ‘her türlü borçlanma süreleri hariç en az 5 yıldan beri sigortalı bulunup, toplam 900 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş’ olmaya ilişkin düzenlemenin, sigortalılık süresi konusunda borçlanma sürelerini dışladığı, buna karşın prim ödeme gün sayısı yönünden böyle bir yaklaşım içermediği, aksine yorumun ise borçlanmanın gidermeye çalıştığı eşitsizliği ortadan kaldırmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından davacının murisi Mehmet Daştan’ın yaptığı askerlik borçlanması süresinin 5510 sayılı Kanun’un 32/2-(a) maddesinde belirtilen ve ölüm aylığı bağlanma koşullarından olan 900 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi hesabında dikkate alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, gerek özel hukuk ve gerekse kamu hukuku alanında, kural olarak her kanun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır.
Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu"nun “Ölüm sigortasından aylık bağlama şartları” başlığını taşıyan 66. maddesi, 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 106. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
5510 sayılı Kanun’un “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yayınlanan 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesi:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi olanlar, bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1’inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır…”
şeklinde düzenlenmiştir.
Anılan geçici madde ile kanun koyucu tarafından, 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğü sonrası vefat eden sigortalının hak sahiplerine bağlanacak ölüm aylıklarında artık 506 sayılı Kanun uygulama yeri bulamayacak 5510 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır.
Sigortalının ölüm tarihi itibariyle yürürlükte bulunan ve uygulanması gereken 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 32. maddesinde ölen sigortalının hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanabilmesi için gerekli koşullar düzenlenmiştir. “Ölüm sigortasından sağlanan haklar ve yararlanma şartları” başlıklı 32. maddede ölüm aylığının, en az 1800 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş veya 4. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılanlar için, her türlü borçlanma süreleri hariç en az 5 yıldan beri sigortalı bulunup, toplam 900 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş durumda iken ölen sigortalının hak sahiplerine, yazılı istekte bulunmaları hâlinde ölüm aylığı bağlanacağı belirtilmiştir. Madde metninden geçen “her türlü borçlanma süreleri hariç” ibaresi sigorta başlangıç tarihinin geriye götürülemeyeceğine ilişkin bir düzenleme olmayıp, açık bir şekilde borçlanma olmaksızın belirlenen süreyi belirtmektedir.
Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun’un 32. maddesinin 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10., 11., 13., 41., 60. ve 61. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurular yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 22.10.2015 tarihli, 2015/10 E., 2015/93 K. sayılı kararında, “Askerlik hizmetini yerine getirme, tutukluluk veya gözaltı hâli ya da doğum gibi sebeplerle de olsa çalışma yaşamına ara vermiş bireyler ile çalışma yaşamına ara vermeksizin çalışmaya devam etmek suretiyle Kanunun aradığı koşulları yerine getiren bireyler, ölüm aylığına hak kazanma yönünden eşit kabul edilemeyeceklerinden bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz.” denilmek suretiyle sosyal güvenlik hakkı kapsamında yer alan ölüm aylığının bağlanabilmesi için çalışılan sürelerin esas alınmasının, eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmayacağı belirtilmiştir. Ayrıca ölüm aylığı bağlanması koşullarını düzenleyen itiraza konu kuralın, kanun koyucunun belirlediği yürürlük tarihinden sonra gerçekleşen sigortalı ölümleri yönünden uygulanmasının da, eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmediği sonucuna varılmıştır. Anayasa Mahkemesince belirtilen gerekçelerle 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 32. maddesinin, 17.4.2008 tarihli ve 5754 sayılı Kanun"un 20. maddesiyle değiştirilen 2. fıkrasının (a) bendinde yer alan “her türlü borçlanma süreleri hariç” ibaresinin Anayasa"ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Sonuç olarak, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 32. maddesinde yer alan “her türlü borçlanma süreleri hariç” ibaresi eşitlik ilkesine aykırı olmadığı gibi, bu ibarenin anılan Kanun’da belirtilen ve ölüm sigortasından yararlanma koşulları arasında sayılan “en az 5 yıldan beri sigortalı” olunması ve “900 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş” bulunması şartlarının her ikisi yönünden de aranması gerekmektedir.
Bu yasal düzenleme ve açıklamalar ışığı altında somut olay incelendiğinde; 07.06.2012 tarihinde yaşamını yitiren sigortalı için 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmekte olup, dosya kapsamına göre sigortalının borçlanılan süreler gözetilmeksizin sigortalı prim gün sayısının 900 gün olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle anılan Kanunun 32. maddesi uyarınca, somut olayda ölüm aylığı bağlanma şartları sağlanmadığından davacının talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, eşitlik ilkesinin, 1982 Anayasası’nın “Başlangıç” bölümünde, ikinci kısımda güvenceye bağlanan “temel haklar”ın tümünden yararlanmanın koşulu olan bir ilke olarak yer aldığı, bu ilkenin kişiler arasındaki ilişkilere, yani yatay ilişkilere de etkili oldukları, bu nedenle kanuni vazifesini yerine getirmiş kişiler yönünden 900 gün prim ödeme hesabında askerlik borçlanmasının sayılmamasının eşitlik ilkesine aykırı olduğu ve bu hususun dikkate alınarak yerel mahkeme direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ : Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 16.05.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Anayasanın 10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesi ayrıcalıklı kişi ve toplulukları engeller. Kişisel nitelikleri aynı olan kimselere farklı muamele yapılamaz. Anayasadan kanundan bireye doğru uzandığı için, kanun önünde eşitlik ilkesine dikey eşitlik de diyenler vardır. Teorik olarak kanun önünde eşitlik ilkesi uyarınca her bireyin aynı hukuki durum içinde aynı hukuki sonuca ulaşabileceği söylenebilir ise de farklı sonuçlanan hâller de olabilmekte, dikey eşitlik ilkesi bunu bertaraf edememektedir. Bunun için aynı hukuki durumda olupta sapma gösteren hâller için bir anayasal gelişme olarak yatay eşitlik ilkesi dillendirilmektedir. Dikey eşitlik açısından sapma gösteren hâllerde hukuki güvenlik ilkesi de gözetilerek, aynı hukuki durumda bulunan için aynı hukuki sonuç sağlanmak istenmekte, yatay eşitlik ilkesi ile dikey eşitliğin sağlaması yapılmak istenmektedir. Emsal karar gösterme şeklinde ortak uygulamayı temin eden yargı uygulaması var ise de, emsale dayanarak talep oluşturma talepte bulunabilme kanuni mezuniyeti yoktur. Aynı durumda olupta aynı hukuki sonuçtan farklı sonuca ulaşana kendisiyle benzer olupta onu emsal göstererek aynı sonucu talep etmeye yönelik hukuki himaye bahşeden pozitif hukuki düzenlememiz yoktur. Nitekim hâkim olarak görev yaptığım bir ilçede, aynı mirasbırakana bağlı eklemeli zilyedliğe dayalı kadastro tespitine itiraz davasında, kardeşlerin açtığı dava kabulle sonuçlanmış, kardeşten devren alan ve eklemeli zilyedliğe dayanan davacı talebi redle sonuçlanmış, derecatten geçerek kesinleşen karar sonrası davacı diğer kardeşlerin açtığı kabulle sonuçlanan davayı emsal göstererek yargılamanın iadesi talebinde bulunmuş, sayılan yargılamanın iadesi talepleri bulunmadığından, sayılan dışındaki hâle dayalı iade talebi açısından kanuni mezuniyeti olmadığından, talep redle sonuçlanmış, yargılama yolunu tüketmiş, davacının talebi olumsuz sonuçlanmıştı. Sonuç olarak sistemin esasının dikey eşitlik ilkesine dayandığı, sağlamasını temin vazifesini görecek olan yatay eşitlik ilkesinin temenniden öteye geçemediğidir.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi uygulamaya esas olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 32. maddesinin Anayasa"ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine oy çokluğuyla karar verdiği 22.10.2015 tarih 10-93 sayılı kararında da andığım dikey eşitlik ilkesine bağlı bir karar olmuştur. Anılan kararın muhalefet görüşünün daha isabetli olduğu kanısı taşımakta, Celal Mümtaz Akıncı"nın muhalefet şerhinin yatay eşitlik ilkesinden izler taşıdığını görmekteyim.
Somut olayımızda mahkeme ilk kararında askere giden ve bu sebeple prim ödemesi bulunmayan ile askere gitmeyip prim ödemesi bulunanı karşılaştırarak, kanuni uygulama dayanağını açık biçimde ortaya koyarak, askerliği sebebiyle prim ödemesi bulunmayanı da borçlanma imkânı veren, hak bahşeden bir karar vermiş, Özel Dairece kararın bozulması sonrası, önceki gerekçe ile birlikte kararında direnmiş, askerlik hizmetinin dahi sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmasının dillendirildiği bir dönemde, mahkemenin kabul ve çözüm şekli çoğunlukça kabule değer görülmemiştir. Oysaki mahkeme kararı yukarıda anlattığım üst norm olan dikey ve yatay eşitlik prensibini karşılayan bir karardır.
Hâl böyle olunca, yukarıdaki açıklama ile birlikte hükmün onanması görüşünde olduğumdan, bozma yönündeki çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.