"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki "manevi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 15.9.2004 gün ve 2003/812 E. 2004/427 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 5.12.2005 gün ve 2004/16124 E, 2005/13103 K. sayılı ilamı ile,
(...Davacı, yapılan yayının hukuka aykırı olması nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğradığı savı ile manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalılar yayının, Basın Yasasının, tanıdığı sınırlar dışına çıkılmadan, özle biçim arasındaki denge korunarak verildiğini bu nedenle davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece, istem kısmen kabul edilmiş, karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, yayın yoluyla kişilik haklarının saldırıya uğradığı savına dayanmaktadır.
Diğer bir anlatımla dava, yapılan yayında yer alan açıklamaların kişilik değerlerine saldırı içerdiği ve böylece hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Böyle bir uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerden farklı bir yöntemin izlenmesi ve ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması gerekmektedir.
Bunun nedeni, Anayasanın 28. maddesindeki basının özgür olduğu güvencesine ve bu ilkeyi güçlendiren 5680 sayılı Basın Yasasının 1. maddesindeki düzenlemedir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Ne var ki basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse MK.nun 24 ve 25 maddesinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktir.
Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da anlaşılacağı üzere, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği, diğer bir anlatımla, hukuk düzenince koruma altına alınan yararların birbirine karşı çatışma içinde bulundukları biçiminde bir görünümün var olduğu kanısı uyanmaktadır.
Halbuki hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez.
Aksi halde hukukun kendisi, kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında, yapılan düzenleme, hukukun diğer temel kavramları ile birlikte incelendiğinde, iki yararın aynı anda ve aynı olayda birbiri ile çatışmadıkları, somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği anlaşılacaktır. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anlatımla yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Aksi bir yayının ise, gerek Anayasa ve Basın Yasası ve gerekse basının genel işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.
Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen herşeyi araştırmak, incelemek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu edilen yayında davacı, 28 Ocak - 29 Nisan 2003 tarihleri arasında Turizm Bakanlığı Müsteşarı olarak görev yaptığını Mayıs 2003 tarihinde 1.baskısı, Haziran 2003 tarihinde 2.baskısı yapılan davalılardan Ergün Poyraz tarafından yazılan " Hilafet Ordusundan Arap Kürt Partisine " adlı kitaptan Erkan M....."ya ayrılan bölüm içinde (sayfa 240) " atamalara M..... müdahalesi" alt başlığında (sayfa 244) davacının Fatih Sultan Mehmet Lisesi mezunu olmasına rağmen İmam Hatip Lisesi mezunu olduğu, F........çı olarak adlandırılan dini grubun üyesi olduğu şeklinde gerçek dışı iddialarla davacının mesleki hayatına gölge düşürecek ithamlarda bulunulması nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalı ise kitabın belgelere dayalı gerçek ve güncel bir araştırma kitabı olduğunu, mesleki kariyerinde hiçbir değişikliğin olmadığını İmam Hatip Lisesi mezunlarının diğer liselerden mezun olanlarla eşit haklara sahip olduğunu, F........çı olanlar hakkında her hangi bir işlem yapılmadığını, davacının gerek içerde gerekse dışarda islamcı bir hükümet döneminde siyasi bir makama geldiğini, Fatih-İstanbul kaymakamlığının fuhuş yapıldığını bildirdiği ve genel ahlak açısından Turizm Deneme İşletme belgesinin verilmesini uygun bulmadığı, Serenda oteline işletme belgesi vermesi nedeniyle hakkında görevi kötüye kullanmadan dolayı dava açıldığını, kitapta iktidarda olan bir partideki gelişmelerin aktarıldığını ve okurların bilgilendirildiğini, ülkeyi yönetmeye aday olanların siyasal bakışlarının aktarıldığını, irtica tehditinin ve laiklik karşıtı olguların kamuoyunda bu denli kabul görme gerçeğinin altında yatan nedenlerin sorgulandığını, kamuoyu saikiyle yapılan sert eleştirilere basın özgürlüğü ve haber hakkı içinde katlanılması gerektiği belirtilerek davanın reddine karar verilmesi savunulmuştur.
Mahkemece, davacının İmam Hatip Lisesi mezunu olmaması ve F........çı olarak nitelendirilmesinin yayının gerçek olmadığının ve davacıya yönelik ağır ve haksız saldırı niteliğinde olduğu görülerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar davalı Ergun Poyraz tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu kitapta; ülkemizin içinde bulunduğu süreç ele alınarak iktidarda bulunan partideki gelişmeler, siyasi bakış açıları, ülkeyi yönetmeye aday kişilerin özgeçmişleri, basına yansıyan geçmişte yaptıkları konuşmaları ve eylemleri kamuoyuna aktarılarak, iktidarın yaptığı atamaların eleştirildiği, yine bu atamalardan biri olan davacının Kültür Bakanı Erkan M..... tarafından göreve getirildiği dönemin anlatıldığı kitabın 244.sayfasında "Atamalara M..... Müdahalesi" başlığı altında "M..... Milli Eğitim Bakanı olduktan sonra diğer bakanlıklara yapılan atamalarda da etkili olmaya başladı. Turizm Bakanlığında Müsteşar Yardımcılığına getirilen İsmail K......., Erkan M....."ya olan yakınlığı ve F........çı olarak bilinmektedir. M..... gibi İspartalı olan K......., yine M..... gibi İmam Hatip kökenlidir. Yeni Asya yayınlarından çıkan bir kitabı bulunmaktadır.", " İstanbul Fatih Kaymakamlığının fuhuş yapıldığını bildirdiği genel ahlak açısından Turizm Deneme İşletme Belgesinin verilmesini uygun bulmadığı Seranda Oteline işletme belgesi vermiş olmasından ötürü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 03.01.2003 tarihli "İddianame" ile İsmail K....... ve arkadaşlarının bu eylemlerine uyan TCK 240.maddesine göre Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmalarını istemişti."ifadeleri ile davacı ile ilgili bölüm yer almıştır.
Dava konusu yayın nedeni ile davacı mesleki kariyerine zarar verildiğini iddia etmişsede, dava konusu kitabın 1. Baskısının Mayıs 2003"de, 2. Baskısının ise Haziran 2003"de yapıldığı, bu tarihten önce yayınlanan çeşitli gazetelerde pek çok kez davacının İmam Hatip"ten mezun olduğu ve F........çı olarak bilindiği belirtildiği, dava konusu kitapta da gazetelerde yer alan bu hususların aktarıldığı, bu hali ile yayın görünürdeki gerçekliğe uygun olduğu gibi, davacı ve arkadaşlarının 13.03.2001 tarihinde yetkililerin uyarılarına rağmen işletme ruhsatı verilmemesi gerektiği halde bir otele otel turizm deneme işletme belgesi vermek suretiyle görevlerini kötüye kullandıklarından 03.01.2003 tarihinde haklarında Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi"nde kamu davası açılarak yargılandıkları, 29.05.2003 tarihinde mahkum oldukları ve kararın kesinleştiği, böylece kitap basılmadan önce davacının mesleki kariyerinin başka bir nedenle zedelendiği anlaşılmaktadır. Davacının sırf bu kitapta yer alan "İmam Hatip"li ve F........çı" sözleri nedeni mesleki kariyerinin zedelendiği ve kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiası kesinleşen mahkumiyeti dikkate alındığında samimi bulunmamıştır.Davacı, 28.01.2003-29.04.2003 tarihleri arasında Turizm Bakanlığı İşletmeler Genel Müdürü kadrosunda iken aynı tarihlerde Müsteşarlığa vekalet ederken, 30.04.2003 tarihinde Müsteşar Yardımcısı vekili olarak atanması davacının iddia ettiği gibi mesleğine olumsuz yönde etki etmediğinin göstergesidir.
Şu durum karşısında dava konusu kitaptaki davacı ile ilgili bölümün, basının haber verme hakkını sınırlayan yukarıda açıklanan temel ilkelerden hiçbirisine ters düşmediği ve bu nedenle davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde kısmen kabulü yönünde hüküm kurulması bozmayı gerekmiştir.
2-Kabule göre de; Mahkemece takdir edilen vekalet ücretinin davalı vekiline verilmesi şeklinde hüküm kurulmuştur. Yargılama ve hüküm,ancak davanın tarafları hakkında verilebilir. Yargılama giderleri de hükmün sonuçlarına göre yanların sorumlulukları ile ilgili bulunduğundan,hüküm ile birlikte karara bağlanması gerekir.(29.5.1957 tarih ve 4/16 sayılı İBK) Bu bağlamda,yargılama giderleri,aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilir ve vekalet ücreti de yargılama giderlerindendir.(HUMK. nun 417/1 ve423/b.6 m.)
Diğer yandan, 4667 sayılı yasanın 77. Maddesi ile değiştirilen 1136 Sayılı Avukatlık Yasası"nın 164/son maddesindeki düzenlemede; dava sonunda,karar ile tarifeye dayalı olarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücretinin avukata ait olacağı belirtildiği gibi; bu hükme koşut bir düzenleme de Avukatlık Asgari ücret Tarifesi"nde "yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek vekalet ücreti" biçiminde yer almıştır.
Yukarıda açıklandığı üzere gerek Avukatlık yasası ve gerekse de yasaya dayalı olarak hazırlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi"nde yer alan düzenlemeler; Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası"nın, davanın taraflarına ve hükmün kimlere yönelik olarak kurulacağına ilişkin hükümlerini kaldırıcı veya değiştirici nitelikte değildir .Aksine, hükmün ve ayrıntısı niteliğindeki yargılama giderlerinin ve bu bağlamda vekalet ücretinin davanın tarafları hakkında kurulması gerekir. Avukatlık Yasası"ndaki "vekalet ücreti avukata aittir" biçimindeki düzenleme hükmü kuran mahkemeye değil,vekil ile vekil edene yönelik bir kuraldır. Bu yorum ve varılan sonuç aynı maddedeki "bu ücret,iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez" biçimindeki düzenleme ile de doğrulanmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, taraf sıfatı bulunmayan vekil yararına vekalet ücretine hükmedilmesi bozmayı gerektirmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre,Hukuk Genel Kurulu"nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ:Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 14.02.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.