"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki "tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kastamonu Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 17.11.2005 gün ve 2004/846-2005/1184 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 15.6.2006 gün ve 3647-4161 sayılı ilamı ile,
(...Davacı, kendisine ait 104 ada 3 parsel kapsamında olmasına karşın kadastroca yol olarak bırakılan taşınmazın 3 parsele eklenmek suretiyle adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Hazine vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, taraf sıfatı bulunmayan Tapu Sicil Müdürlüğüne karşı açılan tescil davasının, daha sonra Hazine ve Köy tüzel kişiliğine yöneltilmesi suretiyle yürütülmesinin usule aykırı olduğu gerekçesiyle husumet yönünden reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, TMK.nun 713/1.maddesi uyarınca tapusuz taşınmazın tescili isteğine ilişkindir. Aynı maddenin 3 .fıkrası hükmüne göre tescil davasının Hazine ve ilgili kamu tüzel kişisine yöneltilmesi gerekirken taraf sıfatı bulunmayan Tapu Sicil Müdürlüğüne karşı açılmış olması doğru değil ise de, yargılama aşamasında yasal hasım durumundaki Hazine ve Köy tüzel kişiliği davaya katılmış olup, böylece davanın niteliği gereği yukarıda açıklanan kanun hükmü yerine getirilmek suretiyle eksiklik giderilmiş olduğundan mahkemece iddia ve savunma çerçevesinde tüm deliller toplanarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu"nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Türk Medeni Kanunu"nun 713. maddesi uyarınca tapusuz taşınmazın tescili istemine ilişkindir.
Davacı, dava dilekçesinde Tapu Sicil Müdürlüğünü hasım göstermek suretiyle; dava konusu yerin kendisine ait 104 ada 3 parsel kapsamında olmasına rağmen, kadastro tespiti sırasında yol olarak bırakıldığını ileri sürerek; 104 ada 3 parsele eklenmek suretiyle adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, yargılama aşamasında Hazine ve Köy tüzel kişiliği davaya dahil edilmiş; Hazine vekili aşamalarda davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiş, Köy tüzel kişiliğini temsilen duruşmaya katılan olmamıştır.
Mahkemenin, "tapu sicil müdürlüğüne karşı açılan tescil davasının, sonradan Hazine ve Köy tüzel kişiliğine yöneltilmesi suretiyle yürütülmesinin usule aykırı olduğu" gerekçesiyle "davanın husumet yönünden reddine" dair verdiği karar, Özel Daire"ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, "dava açıldıktan sonra, ıslah yoluyla da olsa taraf değiştirilmesi olanağının bulunmadığı" gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Uyuşmazlık; tescil davasında yasal hasım durumundaki Hazine ve köy tüzelkişiliğinin, dava dilekçesinde davalı olarak gösterilmemiş olmalarına karşın, yargılama aşamasında davaya katılarak taraf teşkilinin sağlanıp sağlanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla taşınmaz edinilmesi 4721 sayılı Türk Medeni Kanun"un 713. (önceki Türk Kanunu Medeni"sinin 639.) maddesinde düzenlenmiştir. Tapuda kayıtlı olmayan bir taşınmazı fasılasız ve nizasız 20 sene müddetle malik sıfatı ile elinde bulunduran ve zilyedi olan kişi, taşınmazın kendi mülkü olmak üzere adına tescilini talep edebilir.
Tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlarda, Türk Medeni Kanunu"nun 713.maddesinin koyduğu 20 senelik süre taşınmazın mülkiyetinin kazanılması içindir. Kanunun öngördüğü koşullara sahip olan kişinin tescil talebinde bulunabilmesinin, hakkın doğmuş olması koşuluna bağlı olduğu şüphesizdir. Kişinin talebi üzerine mahkemece yapılacak işlem, koşulların mevcut olduğunun tespiti halinde, tescile karar vermekten ibarettir.
Bu noktada, tescil kararının hukuki niteliği konusunda kanunlarımızda açık hüküm bulunmamaktadır.
Anayasanın 35. maddesine göre; mahkemelerce verilen tescil kararı ile yasal olarak korunmakta olan eylemli durumu gösteren zilyetlik, mülkiyet hakkına dönüşmekte ve anayasal olarak temel insan hakkı niteliği ile korunmaktadır.
Diğer yandan mülkiyet hakkı ayni bir hak olup, tapu kütüğüne tescili gerekir. Taşınmaz mallardaki mülkiyet hakkı kural olarak tescille doğar (TMK.m.705/1, 1008/1).
O halde kazandırıcı zamanaşımı koşullarının oluşması ile taşınmaz üzerindeki zilyetlik kendiliğinden mülkiyet hakkına dönüşmeyip; zilyet yararına "tescili talep hakkı" doğmaktadır. Bu husus Medeni Kanun"un 713/1.maddesinde zilyedin tescil talebinde bulunabileceği şeklinde ifade edilmiştir. Bu nedenle, hakimin tescil kararı ile yeni bir hukuki durum ortaya çıkar ve bu karar kesinleştiği tarihten ileriye yönelik olarak sonuç doğurur.
Hemen ifade etmek gerekir ki; tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların zamanaşımına dayanılarak kazanılabilmesi için iktisap koşullarının da elverişli olması gerekir. Başka bir anlatımla, zamanaşımı ile kazanmaya konu teşkil eden taşınmazın özel mülkiyet kurmaya elverişli olması ve zamanaşımı ile kazanılmasını yasaklayan bir kanun hükmünün bulunmaması, taşınmazın kanunlar uyarınca Devlete kalan taşınmazlardan olmaması gerekir.
3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 18/2.maddesine göre; Orta malları, hizmet malları, ormanlar ve devletin hüküm ve tasarrufu altında olup da bir kamu hizmetine tahsis edilen yerler ile kanunlar uyarınca Devlete kalan taşınmaz mallar tapuda kayıtlı olsun veya olmasın kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamaz.
Burada, kazanılması mümkün olmayan yerlerin tescilinin dava edilmesi ve hakkın kötüye kullanılması yoluyla özel kişilerin mülkiyetine geçmesi ihtimali söz konusudur. İşte bu nedenle, tescil davasında Hazine ve ilgili kamu tüzel kişilerinin davalı mevkiinde bulunması, Yasanın amir hükmü gereğidir (TMK m713/3).
743 sayılı Türk Kanunu Medeni"sinin ilk halinde, ilan mecburiyeti ve Hazine ile ilgili diğer kamu tüzel kişilerinin zorunlu hasım olarak davada davalı mevkiinde bulunmasına dair bir hüküm bulunmayıp, tescil davaları bir çekişmesiz yargı faaliyeti olarak görülmekteydi.
Ancak uygulamada bunun bir çok sakıncalarının görülmesi üzerine bu kuralın değiştirilmesi yoluna gidilmiştir.
743 sayılı Türk Kanunu Medeni"sinin 639. maddesini değiştiren 6333 sayılı Kanunun Gerekçesinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Encümenin Mazbatasında özetle; "İsviçre gibi arazi kadastrosunu hemen hemen tamamlamış bir memlekette dahi, olağanüstü zamanaşımına dayanılarak yapılacak bir tescilin ancak ilandan sonra mümkün olacağı kabul edildiği halde, bizde ilan keyfiyetinin zorunlu olmamasının ve mahkemenin gördüğü işin çekişmesiz yargı niteliğinde kabul edilerek davaların hasımsız olarak görülmesinin bir çok haksız tescillere sebebiyet vermekte olduğu, bazılarında aradan zaman geçtikten sonra iptal davaları açılmakta olduğu, bunun ise hem davaların çoğalmasını ve hem de vatandaşların haklarını almaları için gereksiz külfetlere katlanmasını gerektirdiğinin yaşanan bir gerçek olduğu, bilhassa son zamanlarda teknik gelişme ile birlikte arazi kıymetlerinin yükselmesi sonucu gerek özel zilyetler, gerekse Devlet aleyhine vaki kazanımlarda daha birçok suiistimallerin yaşanması ihtimalini arttırdığı, nitekim Hazineye ait çok geniş arazilerin bazı kimseler lehine tescil edildikleri, yürürlükteki kanunların o memleketin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak ve bu sahadaki gelişmelere ayak uydurmak mecburiyetinde olduğu hususu göz önünde tutulduğunda, bu davaların hasımlı açılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Hasmın kim olacağı konusunda ise; Ülkemizde henüz kadastronun tamamlanamadığı Devletin çeşitli yollarla kazandığı, özel mülkiyet konusuna giren taşınmazların henüz tapuya bağlanmadığı, imar ve ihyaya müsait oldukça çok toprak bulunduğu, öte yandan kazanılması mümkün olmayan yerlerin de tescilinin dava edilmesi tehlikesi bulunduğu düşünüldüğünde; ancak, Hazinenin zorunlu olarak hasım gösterilmesi durumunda haksız iktisaplar önlenecek ve bu şekilde Devlet ve dolayısıyla milletin tümüne ait olan haklar korunabilecektir.
Ne var ki, sadece Hazinenin hasım olarak gösterilmesi bu sıkıntılı durumu aşmaya yetmeyebilir.
Bu nedenle o yerle ilgili belediye, köy, orman idaresi gibi diğer kamu tüzel kişilerinin de zorunlu olarak hasım gösterilmesi gerekir. Ayrıca bu tür davalarda sadece tanık ve bilirkişi sözleri ile sonuca gidilmesi yerine, suiistimallerin önlenmesi için taşınmazların harita veya ölçekli krokilere bağlanması gerekir" denilmekle; bu davalar diğer hukuk davalarından ayrı bir şekilde değerlendirilerek, tescil davalarına bir "kamusal nitelik" tanınmıştır.
Öyle ki, kamunun yararının özel kişilerin yararına üstün tutulması ilkesinin uygulama alanı kapsamında olduğu sonucuna varılan tescil davalarında, kamuya ait olması gereken ve zilyetlikle kazanılamayacak taşınmazların, hakkın kötüye kullanılması yoluyla özel kişilerin eline geçmesi önlenmek istenmiş ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun 713.maddesine de aynen alınan 743 sayılı Türk Kanunu Medeni"sinin 639. maddesi, yukarıda açıklanan ilkeler ışığında değiştirilmiştir.
Şu hale göre, tescil davalarının kamu düzenini ilgilendirmesi ve kanun koyucu tarafından da benimsenen kamusal ağırlığı nedeni ile; davanın önce Hazine ve Köy tüzel kişiliğine yöneltilmemiş olmasına karşın, yargılamanın devamı sırasında davaya katılmaları, davada hasım değiştirilmesi olarak kabul edilemez.
Tescil davasının kamusal niteliği gereğince hakim, yasal hasım durumundaki Hazine ve Köy tüzel kişiliğini kendiliğinden davaya dahil ederek, taraf teşkilini sağlamak zorundadır.
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 28.10.1998 gün ve E:1998/8-750 K:1998/776 sayılı kararında da aynı ilke benimsenmiştir.
Somut olayda, tescil davası dava dilekçesinde; Hazine ve Akçataş Köyü tüzel kişiliğine husumet yöneltilmemiş ise de; yukarıda açıklandığı üzere, yargılama aşamasında yasal hasım durumundaki Hazine ve Köy tüzel kişiliği davaya katılarak, davanın niteliği gereği taraf teşkili sağlanmıştır. Bu duruma ıslah müessesesinin engel olduğunu düşünmekle, açıklanan nedenlerle yersizdir.Hatta taşınmazın sınırında orman bulunsa idi, orman idaresinin başlangıçta davalı olmamasına karşın, mahkemece re"sen davalı olarak gösterilmesi sağlanacaktır. Aksi halde karar taraf teşkili tam olarak yerine getirilmediğinden bozulacaktır.
Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu"nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak, tarafların delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuç uyarınca bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle husumet yönünden davanın reddine dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 07.02.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.