17. Hukuk Dairesi 2015/10205 E. , 2018/4428 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
- K A R A R -
Davacı vekili, davalıların sürücüsü ve maliki olduğu aracın yaya müvekkiline çarpması sonucu müvekkilinin yaralandığını, çalışma gücü kaybına uğradığını, müvekkilinin dekan yardımcısı olduğunu, elem çektiğini beyanla, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, 1-maddi tazminat talebi kanıtlanamadığından reddine, 2-manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne, 25.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş; hüküm davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- 10.04.1992 gün 7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı hakimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli kararın uyum içinde olmasını öngörmektedir. Kısa kararda hükmedilen bir yükümlülüğünün gerekçeli kararda hüküm altına alınmamış olmasının çelişki teşkil etmediğini söylemek mümkün değildir. Yargı erkinin görev ve yetkisi ... ile yasaları amaçlarına uygun olarak yorumlayıp uygulamak keza İBK"nın bağlayıcılığını gözetmekten ibarettir. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişkiye cevaz verilmemesinin amacı, kamunun mahkemelere olan güveninin sarsılmamasına yöneliktir.
Tefhim edilen hüküm başka gerekçeli karardaki hüküm başka ise bu durumun mahkemelere olan güveni sarsacağı tartışmasızdır. Öyle ki İBK ile bu konuya çok büyük bir önem verilmiş, çelişkinin varlığı tespit edildiği takdirde başka bir incelemeye gerek görülmeksizin ve tarafların bu konuyu temyiz sebebi yapıp yapmadıklarına bakılmaksızın kararın salt bu nedenle bozulması gerektiğine işaret edilmiştir.
Diğer taraftan 1086 sayılı HUMK.’nun 381.-389. maddelerinde (6100 sayılı HMK m. 294-297), hükmün tefhimi, nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca düzenlenmiştir. HUMK’nun 388. maddesinde (HMK m. 297/II); hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesinin zorunlu olduğu açıklanmıştır. Başka bir anlatımla, tesis edilen hüküm, infazı kabil ve uygulanabilir olmalıdır.
Bu hükümler yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği ve kamu düzeni ile ilgili olup, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olması zorunludur.
Yargıtay"ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için de ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş bir hükmün bulunması gerektiği açıktır.
Somut olayda yerel mahkemenin yargılamayı sonuçlandırdığı 12/03/2015 tarihli kısa kararda "Maddi tazminat talebi kanıtlanamadığından reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne, 25.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi olan 25/06/2012 tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen alınarak davacıya verilmesine" denildiği halde, gerekçeli kararda "Maddi tazminat talebi kanıtlanamadığından reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne, 25.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine" karar verilmiştir.
Kısa ve gerekçeli karar uyumlu olmayıp taraflar yönünden şüphe ve tereddüt uyandıracak nitelikte olduğundan, bu yön yukarıda açıklanan yasa maddelerine açık bir aykırılık oluşturduğundan (10.04.1992 gün, 1991/7 Esas-1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında da belirtildiği üzere) hükmün bozulması gerekmiştir.
2-Kabule göre de; 6100 sayılı HMK.’nun 184. maddesi gereğince “Hakim, tarafların iddia ve savunmalarıyla toplanan delilleri incelendikten sonra, duruşmada hazır bulunan taraflara tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için söz verir, mahkeme tarafların tahkikatın tümü hakkındaki açıklamalarından sonra, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığını görürse, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim eder.” Aynı Yasanın 186. maddesi hükmüne göre "Mahkeme, tahkikatın bitiminden sonra, sözlü yargılama ve hüküm için tayin olunacak gün ve saatte mahkemede hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla iki tarafı davet eder. Taraflara çıkartılacak olana davetiyede; belirlenen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde yokluklarında hüküm verileceği hususu bildirilir. Sözlü yargılamada mahkeme, taraflara son sözlerini sorar ve hükmünü verir.”
Somut olayda; dava 6100 sayılı HMK döneminde açılmış olup 12/03/2015 tarihli davalılar vekilinin bulunmadığı son celsede HMK’nın yukarıda belirtilen maddeleri uygulanmadan karar verildiği anlaşılmaktadır. Savunma hakkının kısıtlanmaması için, HMK."nun 186. madde hükmüne göre davalılar vekiline usulüne uygun, yukarıdaki ihtaratı içerir davetiye tebliğ edildikten sonra sözlü yargılama aşamasına geçilmesi gerektiği gözetilmeden karar verilmesi doğru görülmemiştir.
3-Bozma neden ve şekline göre davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle bozma neden ve şekline göre davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalılara geri verilmesine 24.4.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.