Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Trabzon 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 06.02.2007 gün ve 640-20 sayılı kararın incelenmesi taraflar vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 03.10.2007 gün ve 682-9398 sayılı ilamı ile, (...Dava, ehliyetsizlik ve gabin hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; kısıtlının kayden malik olduğu 9 parsel sayılı taşınmazı 24.8.2004 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış, 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı Yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır .
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanunun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21).
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mütalaası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Somut olaya gelince; mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin, yukarıda değinilen ilkeler gözetildiğinde hükme elverişli olmadığı ve Adli Tıp Kurumundan rapor alınmaksızın Numune Hastanesinden alınan raporla yetinilerek sonuca gidildiği görülmektedir.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ehliyetsizlik ve gabin iddialarına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Bu durumda, davanın hukuki dayanağının kademeli olarak belirtildiği açıkça anlaşılmaktadır.
HUMK 74 vd. maddelerden çıkan anlam ve sonuca göre, hakim, davacının bildirdiği maddi olay ve talep sonucu ile bağlı ise de, somut uyuşmazlıkta hangi hukuki sebebe göre hüküm verileceği veya hangi hukuki sebebin dikkate alınacağını takdir ve tayin etmek durumundadır. Hukuki sebep, yanlış gösterilmiş ya da hiç gösterilmemiş olsa bile, mahkemece, uygun hukuki sebep bulunarak, ona göre karar verilecektir.
Davada dayanılan maddi olaylar için birkaç hukuki sebebin bir arada gösterilmesinde, ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Hukuki sebeplerden bir tanesinin, diğer hukuki sebebin incelenmesine imkan verir nitelikte bulunduğu müddetçe, önem ve öncelik derecesine göre, birden fazla hukuki sebep inceleme ve araştırma konusu yapılabilir.
O halde, mahkemece, olayda önemi nedeniyle ehliyetsizlik iddiasına öncelik verilerek, davacının tasarrufu yönünden temyiz kudretini kaybetmiş olup olmadığının usulüne uygun biçimde incelenerek, oluşacak sonuca göre değerlendirme yapılarak karar verilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 gün ve 1990/1-152 Esas, 236 sayılı Kararı).
Direnme kararında, Özel Dairenin bozma gerekçesinde gabin iddiası tartışılmayarak, bu olgunun varlığının kabul edilmiş olduğu yönündeki düşünceye gelince; Özel Dairece, öncelikli incelemenin ehliyetsizlik iddiası doğrultusunda yapılması gerektiği düşüncesine dayalı bozma ilamında, gabin hukuksal nedenine dayalı bir inceleme, değerlendirme ve kararı bulunmadığı dikkate alındığında, bu düşüncenin isabetli olduğundan söz edilemez.
Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular gözetildiğinde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 02.07.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.