1. Hukuk Dairesi 2015/14651 E. , 2018/14086 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar bir kısım taraf vekilince yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 06.11.2018 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı ... ve vekili Avukat ... ile diğer temyiz eden davalı ... vekili Avukat ... geldiler, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden davacı ... vekili Avukat ve davalı ... ... gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakandan intikal eden 21 ada 6 ve 188 ada 4 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını, geçici ve bedelsiz olarak davalı yeğeni...’ya satış suretiyle devrettiğini, davalının taşınmazları iade etmesi gerekirken dava dışı annesi ....’e satış yetkisini içeren vekaletname verip üçüncü kişilere satmak istediğini öğrendiğini ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında 1884 ada 4 parsel sayılı taşınmazın el değiştirmesi nedeniyle son kayıt maliki ...’ın davaya dahil edilmesini istemiştir.
Davalı ..., davaya cevap vermemiş, dahili davalı ... iyiniyetli üçüncü kişi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Çekişme konusu 21 ada 6 parsel sayılı taşınmazın 242/1625, 188 ada 4 parsel sayılı taşınmazın 1/3 payı davacı ... adına kayıtlı iken 19.11.2007 tarihinde davalı ...’ya satış suretiyle devredildiği, 4 parsel sayılı taşınmazdaki anılan payın davalı ... tarafından 07.06.2012 tarihinde dava dışı ....’a, ... tarafından 08.08.2012 tarihinde dava dışı ...’ya, ... tarafından 28.12.2012 tarihinde dahili davalı ...’a yine satış suretiyle temlik edildiği, davacı ... tarafından davalı ...’ya vekaletname ile yapılan bir satışın bulunmadığı, temlikin bizzat davacı tarafından gerçekleştirildiği, eldeki davanın 26.04.2012 tarihinde açıldığı sabittir.
Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 26 ve 33. maddelerine göre; olayları bildirmek ve ileri sürmek taraflara, bu kapsamda nitelemeyi yapmak ve belirlenecek hukuki tavsifle ilgili olarak tatbik edilecek kanun hükümlerini tespit ve tayin ederek uygulamak hakime aittir. Her ne kadar mahkemece, dava vekalet görevinin kötüye kullanılması olarak nitelendirilmişse de, iddianın ileri sürülüş biçimi ve dava dilekçesinin içeriği birlikte değerlendirildiğinde, davacının, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanmadığı, taraf muvazaası hukuksal nedenine dayandığı açıkça anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazen aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler (nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.
Her ne kadar, muvazaayı düzenleyen 6098 s. Türk Borçlar Kanunu"nun 19. (818 s. Borçlar Kanunu"nun 18.) maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmeyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir.
Diğer taraftan, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşaî) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasî) bir hüküm durumundadır.
Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb"an dava açan kişi TMK"nin 6. maddesi gereğince bu iddiasını ispat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) 200, ve 201. (1086 s. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun (HUMK) 288 ve 290.) maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı Kanunun 203. (HUMK"nun 293.) maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi, muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde bile olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış yargısal içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle, 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.
Ayrıca, 6100 sayılı HMK"da davaya dahil (dahili davalı – dahili davacı) diye bir müessese bulunmamaktadır. Bir başka anlatımla zorunlu dava arkadaşlığı hariç bir kimseye dahili dava yoluyla taraf sıfatı verilmesi olanaksızdır. Davada taraf olmayan kimse veya kişi hakkında hüküm kurulamaz. (HUMK. 388, 389 md,HMK. 297. md. )
Somut olayda, eldeki davayı davacı ..., davalı ... aleyhine açmış olup, ... hakkında usulüne uygun husumet yöneltilerek açılmış bir dava bulunmadığı, ... tarafından da usulünce açılmış bir dava bulunmadığından anılan şahıslar yönünden esastan hüküm kurulması doğru olmadığı gibi, davacı tarafından delil olarak bildirilen ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/12 Esas, 2008/84 Karar sayılı dava dosyası değerlendirilmeden sonuca gidilmiş olması da doğru değildir.
Hal böyle olunca, davacı tarafın delil olarak bildirdiği ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/12 Esas, 2008/84 Karar sayılı dava dosyasının getirtilip değerlendirilmesi, yukarıda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle taraf muvazaası yönünde araştırma ve inceleme yapılması, ondan sonra hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken hukuki nitelemede yanılgıya düşülerek ve eksik inceleme ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
Davacıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı ..."ın vekalet ücretine hasren yaptığı temyiz itirazının şimdilik incelenmesine yerolmadığına, 30.12.2017 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince temyiz eden taraflardan gelen davacı ... vekili için 1.630.00.-TL duruşma vekâlet ücretinin diğer temyiz edenlerden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.