Esas No: 2015/3315
Karar No: 2019/503
Karar Tarihi: 30.04.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/3315 Esas 2019/503 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 1. İş Mahkemesince hukuki yarar yokluğundan davanın reddine dair verilen 23.10.2014 tarihli ve 2014/319 E., 2014/735 K. sayılı karar davacı vekili ve davalı ... vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 19.02.2015 tarihli ve 2014/27965 E., 2015/2627 K. sayılı kararı ile;
"…Davacı, 01.08.1986 tarihindeki bir günlük çalışmasının tespiti ile bu çalışmalarına ait primlerin işverenden tahsili, sigorta başlangıcının, 01.08.1986 tarihi olarak tespitini talep etmiş; mahkemece, doğum tarihi 26.06.1971 olan davacının, hizmet döküm cetvelinde 1988 yılında tüm sigorta kollarına tabi prim ödemesinin yer aldığı, eldeki davadaki tespitin herhangi bir hukuki yarar sağlamayacağından bahisle, hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir.
1-)Davanın yasal dayanağını 5510 sayılı Kanunun geçici 7.maddesi yollamasıyla uygulanan mülga 506 sayılı Kanunun 79/10 ve 108. maddeleri oluşturmaktadır. 506 sayılı Kanunun 108.maddesine göre “malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı Kanunlara veya bu Kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir”. Olağan olarak sigortalılık niteliği, 506 sayılı Kanunun 2. maddesine göre hizmet akdinin kurulması ve 6. madde gereğince çalışmaya başlaması ile edinilir. Fiili çalışma saptanmadıkça, sadece hizmet akdine dayanılması halinde sigortalılık söz konusu olamaz. Fiili veya gerçek çalışmayı ortaya koyacak belgeler, işe giriş bildirgesiyle birlikte 506 sayılı Yasa’nın 79. maddesinde belirtilen sigortalının gün sayısını, kazanç durumunu, çalışma tarihleriyle birlikte ortaya koyan aylık sigorta gün bilgileri ile Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin 17. maddesinde belirtilen 4 aylık prim bordroları gibi Kuruma verilmesi zorunlu belgelerdir. Yöntemince düzenlenip süresi içerisinde Kuruma verilen işe giriş bildirgesi, kişinin işe alınmış olduğunu gösterirse de fiili çalışmanın varlığının ortaya konulması açısından tek başına yeterli kabul edilemez. Sigortalılıktan söz edebilmek için, çalışmanın varlığı, Yargıtay uygulamasında 506 sayılı Yasanın 79/10. maddesine dayalı sigortalılığın tespiti davaları yönünden kabul edilen ilkelere uygun biçimde belirlenmelidir. Zira, sigortalılığın başlangıcına yönelik her dava sigortalılığın tespiti istemini de içerir. Aksine düşünce, özellikle yaşlılık aylığının kabulü için öngörülen sigortalılık süresi yönünden çalışanlar ile çalışmayanlar arasında adaletsiz ve haksız bir durum yaratır. Bu nedenle, işe giriş bildirgesinin verildiği ancak yasal diğer belgelerin bulunmadığı durumlarda çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar aranmalı, kamu düzenine dayalı bu tür davalarda Hakim, görevi gereği doğrudan soruşturmayı genişleterek sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığını belirlemelidir. Bu yön, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.9.1999 gün 1999/21-510-527, 30.6.1999 gün 1999/21-549-555, 5.2.2003 gün 2003/21-35-64, 15.10.2003 gün 2003/21-634-572, 3.11.2004 gün 2004/21-480-579 ve 2004/21-479-578, 10.11.2004 gün 2004/21-538 ve 1.12.2004 gün 2004/21-629 sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.
Yine 5510 sayılı Kanunun geçici 7.maddesi yollamasıyla uygulanan mülga 506 sayılı Kanunun 60/G maddesinde "Bu maddenin uygulanmasında; 18 yaşından önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Ancak bu tarihten önceki süreler için ödenen malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir" hükmü öngörülmüştür. Maddedeki "malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olanlar" sözcüklerinin, sigortalılar yararına bir yorumla, tabi olması gerekenleri de kapsadığının kabulü gerekir. Öte yandan, aynı kanunun geçici 54. maddesi kapsamında 01.04.1981 tarihinden önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tescili bulunanlar için bu maddenin yani 18 yaş sınırının uygulanmayacağı belirtilmiştir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında, her ne kadar davacının hizmet döküm cetvelinin incelenmesinde, 18 yaşından önce, 1988 tarihinde, tüm sigorta kollarına tabi prim ödemesi mevcut ise de, davacının talebi kabul edildiği takdirde, 18 yaşını doldurduğu tarihten önce, tespitini istediği tarihteki bir günlük çalışması için ödenecek olan malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edileceğinden, davacının dava açmakta hukuki yararı bulunduğunun kabulü gerekirken, aksine bir düşünceyle davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir.
2-) 6100 sayılı HMK nun “yargılama giderlerinin kapsamı” başlığını taşıyan 323. maddesinde yargılama giderlerinin hangi kalemleri kapsadığı tek tek sayılmış, “yargılama giderlerinden sorumluluk” başlığını taşıyan 326. maddede “kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceği,” “yargılama giderlerine hükmedilmesi” başlığını taşıyan 332. maddesinde ise “yargılama giderlerine, mahkemece resen hükmedileceği, yargılama gideri, tutarı, hangi tarafa ve hangi oranda yükletildiği ve dökümün hüküm altında gösterileceği,” hüküm altına alınmıştır. Mahkemece davanın reddine karar verilmesine rağmen, davalı kurum lehine vekalet ücretine hükmedilmeden karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözardı edilerek, davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir.
O hâlde, davacı ve davalılardan Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…"
gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDENLER: Davacı vekili ve davalı ... vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, sigorta başlangıç tarihinin tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin davalılardan ...’nın iş yerinde 01.08.1986 tarihinden itibaren üç ay süreyle ve asgari ücretle asansör bakım ve montaj işçisi olarak çalıştığını, çalışmaya başladığına dair ilk işe giriş bildirgesinin Kuruma intikal ettirildiğini, ancak Kurum tarafından dönem bordrolarında adına rastlanılmadığından bahisle sigorta başlangıç tarihinin 01.08.1986 tarihi olarak kabul edilmediğini, Kurum kabulünün hatalı olduğunu ileri sürerek 01.08.1986 tarihindeki bir günlük çalışmasının tespiti ile bu çalışmalarına ait yatırılmayan primlerin işverenden tahsiline, sigortalılığının başlangıcının 01.08.1986 tarihi olarak tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı ... vekili; davacı adına ilk işe giriş bildirgesi verilmiş ise de iş yerinin 1986/2. dönem bordrosunda davacının adına rastlanılmamış olması nedeniyle 01.08.1986 tarihinin sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabulünün mümkün bulunmadığını, işveren tarafından işe giriş bildirgesinin verilmiş olmasının fiili çalışmanın kanıtı sayılamayacağını, sigortalılık başlangıç tarihinin ve çalışma süresinin tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiğini ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerektiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Davalı ...; davacının prim ödeme gün sayısı hususunda bir talebi bulunmadığından ve 01.08.1986 tarihinde davacının işe başladığını Kuruma bildirdiğinden kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, ayrıca davacının çalışmalarına ilişkin dönem bordrosu da verilerek primlerinin ödendiğini, sigorta başlangıç tarihi olarak işe giriş bildirgesindeki tarihin doğru olduğunu, davayı kabul ettiğini belirtmiştir.
Mahkemece; 01.08.1986 tarihli işe giriş bildirgesi mevcut ise de davacı tarafından salt sigortalılık başlangıç tarihinin tespitinin istendiği, 26.06.1971 doğum tarihli olan davacı yönünden 01.04.1981 sonrası gerçekleşen sigortalılık tescili dikkate alındığında 506 sayılı Kanun’un 60/G maddesi uyarınca 18 yaşın ikmali koşulunun aranacağı ve hizmet döküm cetvelinde 1988 yılından tüm sigorta kollarına tabi prim ödemesinin yer aldığı dikkate alındığında eldeki davadaki tespitin herhangi bir hukuki yarar sağlamayacağı, ancak davacının Kuruma yaptığı 02.01.2014 tarihli başvuru üzerine verilen cevapta, davacıya yargı yoluna gitmesinin önerilip, bu konuda gerekli aydınlatma görevinin yerine getirilmediği gözetildiğinde davayı açmakta kusuru bulunmayan davacının vekâlet ücretiyle sorumluluğuna yer olmadığı gerekçesiyle davanın hukuki yarar yokluğundan reddine, taraflar yararına yargılama gideri ve vekâlet ücreti takdirine yer olmadığına, karar verilmiştir.
Davacı ve davalı ... vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle oy çokluğu ile bozulmuştur.
Mahkemece; davacının prim ödeme gün sayısının 8157 olduğu, bir günlük sigortalılık süresinin eklenmesinden edineceği herhangi bir sigortalılık yararı bulunmadığı, sigortalılık başlangıç tarihinin tespitine yönelik davalarda eylemli çalışma olgusunun aranma nedeninin bildirgenin gerçekten hizmet ilişkisine dayalı olarak düzenlenip düzenlenmediğinin, diğer bir deyişle geçerli olup olmadığının belirlenmesine yönelik olduğu, sigortalılık başlangıç tarihinin tespitine yönelik davaların sigortalılık gün sayısı edinmeye yönelik davalar olmadığı, bu tür davalar nedeniyle kurulan hükümlerin de prim tahsili sonucunu doğurmayacağı, sigortalılık başlangıç tarihinin tespitine yönelik davaya ilişkin hükümle birlikte aylık bağlanmasına karar verilmesine ise hukuki engel görülmemekte olup bunun nedeninin de sigortalılık başlangıç tarihinin tespitine yönelik hükmün sigortalılık süresi edinmeye yol açmaması olduğu belirtilerek ve önceki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili ve davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
1-Davacı vekilinin temyizi yönünden somut olayda doğum tarihi 26.06.1971 olan davacının hizmet döküm cetveline göre 1988 yılında tüm sigorta kollarına tabi prim ödemesi bulunduğu dikkate alındığında 01.04.1981 sonrası gerçekleşen sigortalılık tescili yönünden 506 sayılı Kanun’un 60/G maddesi uyarınca 01.08.1986 tarihli ilk işe giriş bildirgesine istinaden sigorta başlangıç tarihinin tespitini talep etmekte hukuki yararı bulunup bulunmadığı,
2-Davalı Kurum vekilinin temyizi yönünden ise davacının 02.01.2014 tarihli başvurusu üzerine verilen cevabi yazıda davacıya yargı yoluna gitmesinin önerildiği nazara alındığında davacının davayı açmakta kusurunun olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre yargılama giderlerinden sorumlu tutulup tutulmayacağı
noktalarında toplanmaktadır.
I. Davacı vekilinin temyiz itirazları yönünden yapılan değerlendirmede;
01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) Geçici 7/1’nci maddesinde, “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici 20"inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” düzenlemesinin yer alması ve genel olarak kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı karşısında, davanın yasal dayanağının mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu"nun (506 sayılı Kanun) olduğu kabul edilmelidir.
Önemle belirtilmelidir ki, sosyal güvenlik hakkı temel insan haklarından olup, uluslararası hukuk normları ile Anayasada güvence altına alınmıştır. Bu hak bireyleri toplum içinde iktisadi bakımdan desteklemeyi, muhtaçlığa düşmesini önlemeyi, sosyo – ekonomik ve fizyolojik risklerin sonuçlarına karşı korumayı hedef alan bir haktır (Arıcı K., Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara 2015, s. 95). Diğer bir ifadeyle sosyal güvenlik hakkı ortaya çıkabilecek sosyal riskleri önlemeyi amaçlar.
Sosyal güvenlik hakkı içerisinde malullük, yaşlılık ve ölüm ise insanın kaçınamayacağı sosyal risklerden bazılarıdır. Bu risklerden bireylerin korunması için ise malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları düzenlenmiştir.
Bununla birlikte bireylerin malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasından yararlanması kanun ile sınırlanmış ve belirli koşulların varlığına bağlanmıştır. Bu koşullardan biri de kişinin belirli bir süre sigortalı olması diğer bir ifadeyle sigortalılık süresidir. Sigortalılık süresi ilk defa sigortalı olunan tarih ile tahsis talep tarihi arasında geçen zaman dilimidir ve 5510 sayılı Kanun’un Geçici 7. maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun"un 108. maddesinde düzenlenmiştir. İlgili maddeye göre;
"Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir.
Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile, sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih, tahsis için istekte bulunmuş olmayan sigortalılar için de ölüm tarihi arasında geçen süredir."
Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında sigortalılık süresinin başlangıcı önem arz ettiğinden 506 sayılı Kanun’un 108. maddesi aynı zamanda sigorta başlangıcının tespiti davalarının da yasal dayanağını oluşturmaktadır.
Bunun yanında yaşlılık sigortasından yararlanmak isteyen sigortalının tarafına yaşlılık aylığı bağlanabilmesi için çalıştığı işten ayrılması ve Kuruma yazılı istekte bulunması, belli bir yaşa gelmiş olması, belirli bir sigortalılık süresine ulaşması ve istenilen prim ödeme gün sayısını tamamlaması gerekmektedir.
Yaşlılık aylığına hak kazanmak için geçmesi gerekli sigortalılık süresinin başlangıcı ise 506 sayılı Kanun’un 108. maddesi uyarınca sigortalının sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarih, bitimi ise sigortalının tahsis yapılması için Kuruma başvurduğu tarihtir. Ancak 06.03.1981 tarihli 2422 sayılı Kanun’un 6. maddesi ile 506 sayılı Kanun 60. maddesinde yapılan değişiklik ile malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları açısından sigortalılık süresinin en erken 18 yaşının doldurulması ile başlaması kabul edilmiş bulunmaktadır.
506 sayılı Kanun’un “yaşlılık aylığından yararlanma şartları”nı düzenleyen 60. maddesinin “G” bendinde “Bu maddenin uygulanmasında: 18 yaşından önce Malüllük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortalarına tabi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Ancak, bu tarihten önceki süreler için ödenen malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Diğer taraftan 506 sayılı Kanun’un Geçici 54. maddesinde ise “01/04/1981 tarihinden önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tescil edilmiş olanlar hakkında 60 ıncı maddenin (G) fıkrası hükmü uygulanmaz” denilerek 01.04.1981 tarihinden önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tescil edilmiş olanlar istisna tutulmuştur.
Sonuç itibariyle 01.04.1981 tarihinden sonra çalışmaya başlayanlar yönünden 506 sayılı Kanun kapsamında yaşlılık aylığına hak kazanılabilmesi için geçmesi gerekli sigortalılık süresinin başlangıcı Kanun’un 60. maddesinin “G” bendi uyarınca en erken 18 yaşının doldurulduğu tarih olacaktır. Sigortalının 18 yaşından önce çalışması var ise sigorta başlangıç tarihi 18 yaşını doldurduğu tarihten itibaren başlayacak, 18 yaşından önceki süreler için ödenen malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri ise prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilecektir.
Yaşlılık aylığı bağlanma koşulları arasında sayılan prim ödeme gün sayısı ise sigortalının malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak geçen sürelere ait gün sayısını ifade eder. Bu durumda sigortalıya yaşlılık aylığı bağlanabilmesi için Kanun’da belirtilen gün kadar malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi ödenmiş olması gerekmektedir.
Öte yandan prim ödeme gün sayısı yaşlılık aylığının hesabında da önem arz etmektedir. Gerçekten de 506 sayılı Kanun’un “yaşlılık aylığının hesaplanması” başlıklı 61. maddesinin ikinci fıkrasında “Sigortalının her takvim yılına ait prime esas kazancı, kazancın ait olduğu takvim yılından itibaren aylık talep tarihine kadar geçen takvim yılları için, her yılın Aralık ayına göre Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından açıklanan en son temel yılı kentsel yerler tüketici fiyatları indeksindeki artış oranı ve gayrisafi yurt içi hasıla sabit fiyatlarla gelişme hızı kadar ayrı ayrı artırılarak bulunan yıllık kazançlar toplamının, toplam prim ödeme gün sayısına bölünmesi suretiyle bulunacak ortalama günlük kazancın 360 katı, aylığın hesaplanmasına esas ortalama yıllık kazancı oluşturur.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Yeri gelmişken, dava şartları ve dava şartlarından olan hukuki yarar kavramı üzerinde kısaca durulmasında yarar bulunmaktadır.
Dava şartları 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114-115. maddelerinde düzenlenmiş olup, davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllerdir.
Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da, açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak, mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, kural olarak davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı (kural olarak) dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür (m. 115/2, c. 1; istisna m. 115/2, c. 1 ve c. 2) (Kuru, B:Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Legal Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2015, s.120).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h bendine göre davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması bir dava şartıdır. Maddenin gerekçesinde; “Burada sözü edilen hukuki yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararın bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç konumda değilse onun hukuki yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir.” şeklinde açıklanmıştır.
Davacının dava açmaktaki yararının hukuki, korunmaya değer, güncel ve dava açıldığı anda var olması gerekmektedir.
Eldeki davada, davacı ...’ın 01.08.1986 tarihinde “16254478” sicil numarasıyla davalılardan ...’ya ait işyerinde çalışmaya başladığı, 26.06.1971 doğumlu olan davacının ...’ya ait iş yerinde çalışmaya başladığı tarihte 18 yaşından küçük olduğu anlaşılmaktadır. Davacının yine 18 yaşından önce 01.11.1988 tarihinde “114300” sicil numaralı iş yerinde çalışması bulunduğu görülmektedir.
Yukarıdaki bilgiler ışığından somut olay değerlendirildiğinde; davacı ...’ın ...’ya ait iş yerinde çalışmaya başladığı tarihte 18 yaşından küçük olduğundan sigorta başlangıç tarihi 506 sayılı Kanun’un 60. maddesinin “G” bendi uyarınca 18 yaşını doldurduğu tarihten itibaren başlayacak, 18 yaşından önceki süreler için ödenen malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri ise prim ödeme gün sayılarının hesabına dâhil edilecektir.
Prim ödeme gün sayısına dâhil edilen malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri ise hem yaşlılık aylığı bağlanma koşullarında hem de yaşlılık aylığının hesaplanmasında dikkate alınacaktır. Bu nedenle davacının sigorta başlangıcının tespiti davası açmasında hukuki, korunmaya değer ve güncel bir yararı bulunduğu kabul edilmelidir.
Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan sebeplerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
II. Davalı ... vekilinin temyiz itirazları yönünden yapılan değerlendirmede;
Yargılama giderleri, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 323. maddesinde sayılmış olup, aynı maddenin “ğ” bendinde vekâlet ücretine de yer verilmiştir.
29.05.1957 tarihli ve 4/16 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere, karşı tarafa yüklenmesi gereken ve yargılama giderlerinden olan vekâlet ücretine, diğer yargılama giderlerinde olduğu gibi mahkemece kendiliğinden hükmedilmesi gerekir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326. maddesine göre, Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir. Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.
HMK’nın 326. maddede tarafların kusuru değil, davada haklı çıkma oranları göz önünde tutulmuştur.
Somut olayda, davanın reddine karar verilmiş olmakla davacı haksız çıkmıştır. Davacının 02.01.2014 tarihli başvurusu üzerine Kurum tarafından verilen cevabi yazıda yargı yoluyla tespiti hâlinde işlem yapılacağı belirtilmiş olup bu cevabi yazı vekâlet ücretine hükmedilmesine engel teşkil etmemektedir. Bu nedenle davanın reddine karar verildiğinden davalı ... lehine, avukatla temsil edildiği dikkate alınarak, karar tarihi itibariyle yürürlükte olan tarife uyarınca vekâlet ücretine karar verilmesi gerekir.
Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verildiğinden davalı ... lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekirken, vekâlet ücreti yönünden önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekili ve davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 30.04.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.