Esas No: 2017/1834
Karar No: 2019/501
Karar Tarihi: 30.04.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1834 Esas 2019/501 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 23.01.2013 tarihli ve 2012/134 E., 2013/32 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 06.03.2014 tarihli ve 2013/6558 E., 2014/3772 K. sayılı kararı ile,
"...Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, Milliyetçi Hareket Partisi Aydın Milletvekili olan davalının Nazilli İlçe kongresinde yaptığı konuşmayla kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu ileri sürerek manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; davalının yaptığı konuşmada davacıya yönelik kişilik haklarına saldırı oluşturacak ifadeler kullanıldığı kabul edilerek, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Kişide oluşan manevi zararın giderilmesi bakımından hakimin olayın özelliklerine, fail ve mağdurun durumlarına, kişilik değerlerinde meydana gelen eksilmenin niteliğine göre manevi tazminat olarak bir miktar paranın ödenmesine veya 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 58. maddesi gereğince tazminat yerine diğer bir tazmin yoluna başvurması mümkündür. Türk Borçlar Kanunu"nun 58. maddesi "Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir." şeklinde düzenlenmiştir.
Somut olayda; davacı Başbakan"ın atamalar konusunda isabetli davranmadığı yönünde davalı tarafından yorum yapılırken, yakışıksız bir ifade kullanıldığı açık ise de; bu ifadenin muhatabı davacı açısından hakaret olarak değerlendirilmesi doğru değildir. Zira nezakete aykırı her söz tazminatı gerektiren saldırı türünden sayılamaz. Ancak bu sözler, sarf eden davalı yönünden söyleyeni ayıplamayı gerektirecek sözler olarak kabul edilebilir. Buna göre mahkemece, davalının kınanması ile yetinilmesi gerekirken, bir kısım manevi tazminat ile sorumlu tutulması dosya kapsamına uygun bulunmamış, kararın bozulması gerekmiştir..."
gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı olduğunu, MHP Aydın Milletvekili ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İdari Amiri olan davalının 19.02.2012 tarihinde gerçekleşen MHP Nazilli İlçe Kongresinde yaptığı konuşmasındaki "Kararnamesini imzaladığın eski Genelkurmay Başkanı terör örgütü lideri iddiasıyla yargılanıyor. Sayın Başbakan senin kıçından haberin yok. Ülkeyi gizli örgütler yönetiyor?” sözleriyle müvekkilinin şahsiyet haklarına tecavüz niteliğinde şeref, haysiyet ve onuruna yönelik argo ifadelere, ağır, katlanılması ve tahammülü mümkün olmayan hakaretlere ve küfre yer verdiğini, davalının bu ifadelerinin siyasi eleştiri ve ifade özgürlüğü sınırlarını aştığını, davalının konuşmasının haber ajansları tarafından takip edildiğini, yazılı ve görsel basında birçok haber yapılarak geniş bir kitleye ulaştığını ileri sürerek 20.000,00TL manevi tazminatın haksız fiil tarihi olan 19.02.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili; müvekkilinin konuşmasında iktidarın siyasi uygulamalardaki yanlışlarından, devlet politikası olarak yürüttüğü strateji hatalarından, ülkenin ve ordunun içinde bulunduğu kaostan bahsettiğini, konuşmanın bir bütün hâlinde değerlendirilmesi gerektiğini, müvekkilinin üçlü kararname ile atanan bir Genelkurmay Başkanının terör örgütü başı iddiası ile yargılanmasındaki çelişkiye dikkat çektiğini, davacının yetki ve sorumluluğu kapsamında olan birçok konuda geri plânda ne olup bittiğinden haberinin olup olmadığı hususunda sorgulama yapıp eleştirilerde bulunduğunu, müvekkilinin davacıya yönelik olarak söylediği "kıç" kelimesinin arka plânda olan biten olayları bilmemek, bihaber olmak anlamında kullanıldığını, Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre de “bir şeyin arkası, arka tarafı” anlamında olduğunu, kişilik haklarını ihlâl niteliğinde olmadığını, ayrıca 24.02.2012 tarihinde tekzip niteliğinde bir açıklama ile sözlerine açıklık getirdiğini ve birçok gazetenin internet sitesinde yayınlattığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; dava konusu edilen beyanların, davacının beyan ve uygulamalarının eleştirisi niteliğinde ve eleştiri sınırları dahilinde olmayıp, davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 4.000,00TL manevi tazminatın 19.02.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle oy çokluğuyla bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; önceki karardaki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının partisinin Nazilli İlçe Kongresinde yaptığı konuşmasında geçen ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği, buradan varılacak sonuca göre davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi (TMK m.24), isme saldırı (TMK m.26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (818 sayılı BK m.47, 6098 sayılı TBK m.56) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m.49, 6098 sayılı TBK m.58) olarak sıralanabilir.
4721 sayılı TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
Dava konusu yayımın yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir."
hükümleri yer almaktadır.
TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
Görüldüğü üzere BK"nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Hâl böyle olunca, Türkiye"nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nde (AİHS) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme’nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976). AİHS’nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22.02.2005).
İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme"nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme" ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme"nin 10/2. maddesine göre, "... Bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demoktarik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve "başkalarının şöhret ve haklarının korunması" amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O., Nalbant, A; İhsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C.2, Ankara 2013, s.232).
3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
Kabul edilebilir eleştiri sınırları hususunda ise AİHM, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında bu sınırların, halka mal olmuş bir kişi olarak hareket eden siyaset adamları için daha geniş olduğunu birçok kez kabul etmiştir. Siyasetçilerin fiil ve davranışları, kaçınılmaz olarak ve bilinçli bir şekilde, gazetecilerin olduğu kadar vatandaşların, hepsinden çok da siyasi rakibinin sıkı bir denetimine tabidir.
Bir siyaset adamı, özellikle de kendisi eleştiriye yol açabilecek halka açık konuşmalar yaptığı zaman daha fazla hoşgörü göstermelidir. Elbette siyaset adamının namını koruma hakkı vardır, hatta özel yaşamının dışında bile, fakat ifade özgürlüğüne getirilen istisnalar dar bir yorumu zorunlu kıldığından, bu korumanın gerektirdikleri ile siyasi sorunların özgürce tartışılmasının getirdiği yararlar denge içinde olmalıdır (Bkz., özellikle, Oberschlick/Avusturya (no:2), 1 Temmuz 1997 tarihli karar, Derleme 1997-IV, s. 1274-1275, § 29 ve adı geçen Lingens/Avusturya kararı, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986, parag. 42).
Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme"nin 10/1. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini gerçekleştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatır. İfade özgürlüğü, Sözleşme"nin 10/2. madde sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976).
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 gün ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 gün ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Konunun iç hukukumuzda nasıl yer aldığı hususuna gelince; 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa"sının 25. maddesine göre, herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir ve her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Anayasa"nın 26. maddesinin birinci fıkrası gereğince herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir ve bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.
Anayasa"nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında bu hürriyetlerin kullanılması, sınırlandırılması düzenlenmiş; millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabileceği ifade edilmiştir.
Düşünce ve kanaat özgürlüğü sınırının aşılması ve kişilik hakkına saldırı seviyesine ulaşması hâlinde, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 58. (818 sayılı BK m. 49) ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun 24. maddeleri gereğince manevi tazminat istenebilecektir.
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde;
Davacının dava tarihi itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı, davalının ise Milliyetçi Hareket Partisi Aydın Milletvekili ve Türkiye Büyük Millet Meclis"i İdari Amiri olduğu, davalının 19.02.2012 tarihinde gerçekleşen MHP Nazilli İlçe Kongresinde yaptığı konuşma içeriğinde davacı hakkında "Kararnamesini imzaladığın eski Genelkurmay Başkanı terör örgütü lideri iddiasıyla yargılanıyor. Sayın Başbakan senin kıçından haberin yok. Ülkeyi gizli örgütler yönetiyor?" şeklinde sözler söylediği, bu konuşmanın yazılı ve görsel basın yayın organlarında yer aldığı hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Bu durumda dava konusu konuşmanın içeriği bir bütün olarak ele alındığında; davalı tarafından davacının vücut bütünlüğüne yönelik olarak kullanılan ifadenin, davacının siyasetçi kimliği taşıyan bir kişi olarak katlanması gereken eleştiri sınırlarını aştığı, doğrudan kişilik haklarına yönelik saldırı niteliğinde olduğu, yukarıda vurgulanan AİHM içtihatları karşısında ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesinin mümkün bulunmadığı kabul edilmelidir.
Hâl böyle olunca; yerel mahkemenin yukarıda belirtilen gerekçeyle vermiş olduğu davalının tazminat ile sorumlu tutulmasına ilişkin kararında bir isabetsizlik bulunmayıp, direnme kararı bu nedenle yerindedir.
Açıklanan nedenlerle direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilâm harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 30.04.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.