Esas No: 2017/1485
Karar No: 2019/500
Karar Tarihi: 30.04.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1485 Esas 2019/500 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 1. (Kapanan Kartal 1.) Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 16.05.2012 tarihli ve 2011/282 E., 2012/266 K. sayılı kararın davacılar vekili ve davalı vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.06.2013 tarihli ve 2012/11955 E., 2013/11357 K. sayılı kararı ile,
"... Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıya dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, davalı şirketin sahip olduğu Sabah Gazetelesinin 18/04/2011- 19/04/2011 ve 20/04/2011 tarihli yayınlarında davacıların resminin de kullanılarak asılsız haberler yayınladığını ve davacı avukatların kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.
Davalı, haberin görünür gerçekliğe uygun olduğunu belirterek haksız ve yersiz açılan davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece, davacıların resimleri mozaiklenmiş ve isimleri açıkça yazılmamış ise de, avukat oldukları da belirtildiğinden yakın çevreleri tarafından tanınmalarına imkan verecek biçimde fotoğraflarının yayınlanması ve davacılar hakkında yapılan soruşturmanın kamu oyunu bilgilendirmek niteliğinde değil, basın özgürlüğünü ihlal edecek şekilde yazı dizisi haline getirildiği, bu durumun kişilik haklarının ihlali olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına
alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu 18/04/2011 tarihli Sabah Gazetesinin ilk sayfasında "BÜYÜK DAVALARA RÜŞVET KONSEYİ" manşeti ile alt başlık olarak "Avukatlar, hakimler, üst düzey memurlardan oluşan ve rüşvetle sanıkları beraat ettiren gizli konsey ortaya çıkarıldı " denilerek haber yapılmış, yine dava konusu 19/04/2011 ve 20/04/2011 tarihli yayınlarda da habere devam edilerek konseyde yer aldıkları bildirilen hakim ve avukatların isimleri kodlanarak ve resimleri mozaiklenerek sayfaya konuldukları görülmüştür. Haberin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturmadaki bulgulara dayanması nedeniyle görünür gerçekliğe uygun olup kamu yararı ve toplumsal ilgi bulunduğu, böyle bir konuda peş peşe yayın yapılması ve davacıların yakın çevreleri tarafından tanınmalarına imkan verecek biçimde fotoğraflarının yayınlanmasının kişilik haklarına saldırı teşkil etmeyeceği, haberdeki fotoğrafların orta düzeydeki bir okuyucu tarafından tanınmayacak şekilde olduğu gibi isimlerin de kodlandığı, bu kapsamda yayının hukuka aykırılığından ve davacıların kişilik haklarını zedelediğinden söz edilemeyeceğinden, manevi tazminat istemlerinin tümden reddine karar verilmesi gerekirken; yazılı gerekçeyle kısmen kabul kararı verilmiş olması doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir...."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı ... adına vekaleten ve kendi adına asaleten Av. ...; müvekkili ile kendisinin İstanbul Barosu"na kayıtlı avukat olduklarını, "Büyük Davalara Rüşvet Konseyi" manşeti ve "Avukatlar, hâkimler, üst düzey memurlardan oluşan ve rüşvetle sanıkları beraat ettiren gizli konsey ortaya çıkarıldı" başlığı ile Sabah Gazetesinin 18.04.2011, 19.04.2011 ve 20.04.2011 tarihli sayılarında fotoğrafları da kullanılarak asılsız haberler yayımlandığını, haberlerin yanına müvekkilinin ve kendisinin boy resmi de eklenerek yayımlanmak suretiyle uyuşturucu baronlarına ve çetelere hedef gösterildiklerini, haberlerin yayımlanmasından sonra yakınlarından ve müvekkillerinden yüzlerce telefon aldıklarını, haberlerin tamamen gerçek dışı olup tüm ülke çapında ve yakın çevresi tarafından tanınmasına imkân verecek biçimde çekilmiş fotoğrafıyla birlikte yayımlanmasının kişilik haklarına ağır bir saldırı oluşturduğunu ileri sürerek müvekkili ... için 500.000,00TL ve kendisi için 500.000,00TL manevi tazminatın yayım tarihi olan 18.04.2011 tarihinden itibaren faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; davaya konu haberlerde davacıların isimlerinin ve fotoğraflarının açık olarak verilmediğini, davacıların kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri fotoğrafların tanınmalarına engel olacak şekilde bantlanmak suretiyle ve isimleri rumuzlanarak verildiğini, Adalet Bakanlığı tarafından yürütülen idari soruşturma hakkında kamuoyunu bilgilendirmek amacı ile hazırlanan haberde davacıların şahıslarının hedef alınmadığını, idari soruşturma kapsamındaki iddia ve olayların görünen gerçekliğe uygun olarak kamuoyuna aktarıldığını, dava konusu haberler nedeniyle davacıların müvekkili hakkında yapmış oldukları şikâyet üzerine yürütülen soruşturma sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu karara yapılan itirazın Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesince reddedildiğini, nitekim İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamedeki iddia ve tespitler incelendiğinde görüleceği üzere davaya konu haberlerin idari soruşturma dosyasında sabit olan ve bir bölümü aynı zamanda kamu davası konusu olan davacılar hakkındaki iddiaların görünen gerçekler çerçevesinde yayımlanmasında üstün kamu yararının bulunduğunu, adalet dağıtımında anahtar bir rolü olan avukatların görevlerini yerine getirirken yargı basımsızlığını etkileyebilecek faaliyetlerde bulundukları yönündeki iddiaların özel bir önem taşıdığını, davaya konu haberlerde davacılara yönelik hakaret içerir, konu ile ifade arasında ki düşünsel bağı zedeleyen, hukuka aykırı herhangi bir ifade ya da anlatım tarzına yer verilmediğini, gereğini aşan hiçbir bir iddia ya da isnatta bulunulmadığını, haber başlığının da konu ile uyumlu ve okuyucunun ilgisini çekecek biçimde hazırlandığını, basın özgürlüğü sınırları içinde kalınarak hazırlanan gerçek, doğru, güncel bir haber olduğunu, davacının ihtiyati tedbir talebinin kabul edilmiş olmasının basın özgürlüğünün sınırsız bir biçimde sansürlenmesi anlamına geldiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; haberin verildiği gazetede davacıların resimleri mozaiklenmiş ve isimleri açıkça yazılmamış ise de avukat oldukları da belirtildiğinden yakın çevreleri tarafından tanınmalarına imkân verecek biçimde fotoğraflarının yayımlandığı, davacılar hakkında yapılan soruşturmanın kamuoyunu bilgilendirici genel bir haber olarak gazetede yer alması gerekirken basın özgürlüğünü ihlal edecek şekilde neredeyse yazı dizisi hâline getirildiği, davacıların kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile davacı ... için 10.000,00TL ve davacı ... için 10.000,00TL manevi tazminatın ilk yayım tarihi 18.04.2011 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Davacılar vekili ve davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; bir avukatın yakın çevresi ve özellikle iş çevresi düşünüldüğünde, Özel Dairenin haberdeki fotoğrafların orta düzeydeki bir okuyucu tarafından tanınmayacak şekilde olduğu ve isimlerin de kodlandığı gerekçesine dayalı olarak kişilik haklarına saldırı bulunmadığı görüşüne katılmanın mümkün olmadığı, soruşturma konusu ile ilgili haberin neredeyse yazı dizisi hâline getirilmesinin bile başlı başına basın özgürlüğünü ihlal edebilecek nitelikte olduğu gerekçesiyle ve önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davacılar vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu haber dizisinin görünür gerçeğe uygun olup olmadığı, davacıların isimleri kodlanarak ve resimleri mozaiklenerek yapılan haberlerin orta düzeydeki okuyucu tarafından tanınmalarına elverişli olup olmadığı, kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği, buradan varılacak sonuca göre davacılar yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için Yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi (TMK m.24), isme saldırı (TMK m.26), nişan bozulması (TMK m.121), evlenmenin butlanı (TMK m.158/2), boşanma (TMK m.174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (818 sayılı BK m.47, 6098 sayılı TBK m56) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m.49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
4721 sayılı TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
Dava konusu yayımın yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
hükümleri yer almaktadır.
TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
Görüldüğü üzere BK"nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Hâl böyle olunca, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nde (AİHS) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme"nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS"nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976). AİHS"nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22.02.2005).
İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O., Nalbant, A; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 tarihli ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 tarihli ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM’nin basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside/Birleşik Krallık, 07.12.1976, Başvuru No: 5493/72, 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
O hâlde basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü, diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkeme’ye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon/Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas/Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, Sözleşme’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur. (Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (Prager And Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).
Basının başkalarının itibarını korumak gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur, halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times/Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979).
Basın özgürlüğünün iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince;
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
5187 sayılı Kanunun 3. maddesinde;
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
hükmü yer almaktadır.
Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
Bunun gereği olarak basın, haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir.
Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasada düşünce ve kanaat (m. 25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
Doğaldır ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayımlarda gerek Anayasanın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de TMK"nın 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.
Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.
Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaçla, kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayımın hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayım yapmak hukuka aykırıdır.
Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki, basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayım bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli ve 2014/4-33 E., 2015/1504 K., 08.05.2013 tarihli ve 2012/4-1162 E., 2013/631 K. sayılı kararları).
Önemle vurgulanmalıdır ki yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan hukuka aykırılık gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.
Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.
Haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkân sağlar.
Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yaptığı yayımdan dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayımın hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayımdaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Ne var ki, basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayımlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Haklar ve Ödevler bölümünde yer alan ve gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 24 ve 25. maddelerinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması yasal bir zorunluluk ve hukuki gerekliliktir.
Yine, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması 818 sayılı Borçlar Kanununun 49 (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m. 58) maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde;
Davacıların İstanbul Barosuna kayıtlı avukat oldukları, Sabah Gazetesinin 18.04.2011, 19.04.2011 ve 20.04.2011 tarihli nüshalarında "Büyük Davalara Rüşvet Konseyi" manşeti ve "Baronların Rüşvet Konseyi" dizi başlığı ile haberlerin yayımlandığı, "Avukatlar, hâkimler, üst düzey memurlardan oluşan ve rüşvetle sanıkları beraat ettiren gizli konsey ortaya çıkarıldı" şeklinde alt başlık kullanılan haber dizisinde konseyde yer aldıkları bildirilen hakim ve avukatların isimlerinin kodlanarak ve fotoğraflarının mozaiklenerek sayfaya konuldukları anlaşılmaktadır.
Dosya kapsamında yer alan belge ve delillerin incelenmesinde, habere konu edilen olay ile ilgili olarak Adalet Bakanlığı müfettişlerince idari soruşturma yürütüldüğü, ayrıca davacılar hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ceza soruşturması sonucunda davacı ... hakkında rüşvet, resmi evrakta sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçlarından cezalandırılması talebiyle kamu davası açıldığı, diğer davacı ... hakkındaki evrakın ise tefrik edilerek 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 58. maddesi gereğince soruşturma izni için Adalet Bakanlığı’na gönderildiği, dava konusu haberleri kaleme alan muhabir Abdurrahman Şimşek’in hakaret, iftira, suç uydurma ve adil yargılamayı etkileme suçlarından cezalandırılması talebi ile davacılar tarafından yapılan şikayet üzerine yürütülen soruşturma sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, haberlerin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı ve atılı suçların unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu karara yapılan itirazın Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesi"nce reddedildiği görülmektedir.
Dava konusu haber dizisi bir bütün olarak değerlendirildiğinde, iddia edilen hususların Adalet Bakanlığı müfettişlerince yürütülen idari soruşturmadaki ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca davacılar hakkında yapılan ceza soruşturmasındaki bulgulara dayanması nedeniyle görünür gerçekliğe uygun olduğu, habere konu edilen olayların güncellik, toplumsal ilgi kamu yararı ile öz ve biçim arasındaki denge unsurlarını haiz bulunduğu, haberlerin içeriğinde davacılar hakkında doğrudan kişilik değerlerine yönelen küçültücü veya hakaret teşkil eden herhangi bir ifadeye yer verilmediği, haberdeki fotoğrafların orta düzeydeki bir okuyucu tarafından tanınmalarına elverişli olmayacak şekilde mozaiklendiği gibi isimlerin de kodlandığı, bu kapsamda yayının hukuka aykırılığından söz edilemeyeceği, yukarıda vurgulanan AİHM içtihatları karşısında basın özgürlüğü kapsamında korunması gerektiği, haberin yazı dizisi şeklinde yapılmasının ve davacıların yakın çevreleri tarafından tanınmalarına imkan verecek biçimde fotoğraflarının yayınlanmasının kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.
O hâlde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara iadesine, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.04.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.