Esas No: 2018/1036
Karar No: 2019/493
Karar Tarihi: 09.04.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/1036 Esas 2019/493 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı, bozma üzerine direnme yoluyla; İstanbul Anadolu 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 04.04.2013 tarihli ve 2012/701 E., 2013/226 K. sayılı kararın temyizi üzerine, davalı ... San. ve Tic. A.Ş. vekilinin temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine, davalı ... vekilinin temyiz isteminin kabulü ile hükmün bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 27.06.2018 tarihli ve 2017/4-1382 E., 2018/1252 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacılar vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen direnme kararının davalı ... vekili ve davalı ... San. ve Tic. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunca; davalı ... San. ve Tic. A.Ş. vekilinin temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine; davalı ... bakımından davanın hizmet kusuruna dayandığı, tam yargı davası olarak idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozulmasına karar verilmiş, bu karara karşı davacılar vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
I- 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmiş; bu Kanunun 450. maddesiyle de 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) ek ve değişiklikleriyle birlikte tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bununla birlikte kanun koyucu uygulamada bir takım sorunların ortaya çıkmasını engellemek için 6100 sayılı Kanun’a geçiş hükümlerini ayrıca düzenlemiştir.
31.03.2011 tarihli ve 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı HMK’ya eklenen geçici 3. maddenin, 01.07.2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 2. fıkrasına göre bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacaktır.
Bilindiği üzere, 21.07.2004 tarihli ve 25529 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak, öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayımı tarihinde yürürlüğe giren, 14.07.2004 tarih ve 5219 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, yürürlük tarihinden sonra mahkemelerce verilen hükümler yönünden 1086 sayılı HUMK’nın 427. maddesindeki temyiz (kesinlik) sınırını bir milyar TL, yine yürürlük tarihinden sonra Yargıtay Daireleri ve Hukuk Genel Kurulunca temyiz incelemesi sonucunda verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilebilmesi için 440/III-1. maddesinde aranan parasal sınırı da altı milyar TL olarak değiştirmiştir. 5219 ve 5236 sayılı Kanunlara göre katsayı artışı uygulanarak bu sınırlar yıllar itibariyle arttırılmıştır.
16.07.1981 tarihli ve 2494 sayılı Kanun"un geçici maddesi ile temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin değişikliklerin, kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilecek nihai kararlara yönelik temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında uygulanacağı belirtilmiş; dolayısıyla, dava hangi tarihte açılmış olursa olsun, temyiz ve karar sınırlarının saptanmasında, hakkında bu yollara başvurulan hükmün verildiği tarihteki yasal durumun esas alınacağı kabul edilmiştir.
Bu durumda; bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği veya Yargıtay kararına karşı karar düzeltme yolunun açık olup olmadığı belirlenirken, temyiz ya da düzeltme hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; temyiz ya da karar düzeltme istemine konu karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz veya karar düzeltme sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise, ona bağlı kalınmalıdır.
Buradaki "karar" ifadesinin, mahkemenin, Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını ve ayrıca Hukuk Genel Kurulunun verdiği kararı da kapsayacağında duraksama bulunmamaktadır.
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı HMK"ya eklenen geçici 3. madde atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HUMK’nın 440. maddesindeki karar düzeltme parasal sınırı, 5236 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile HUMK’ya eklenen Ek-madde 4’te öngörülen yeniden değerlendirme oranları dikkate alındığında, düzeltilmesi istenen Hukuk Genel Kurulu kararının tarihi itibariyle 2018 yılı için 15.910,00TL"dir.
Somut olayda, davacılar vekili tarafından karar düzeltme isteğinde bulunulmuş ise de; davacılar ... ile Ümit Yaşar Şahin lehine 5.000,00’er TL manevi tazminata hükmedildiği, karar düzeltmeye konu edilen tazminat miktarı 15.910,00TL’lik değerin altında olduğundan, karar düzeltme yoluna gidilmesi miktar itibariyle mümkün değildir.
Bu durumda; 1086 sayılı HUMK’nın değişik 440/III-1. maddesindeki karar düzeltme ile ilgili parasal sınırın altında olan davalara ait hükümlere ilişkin Yargıtay kararları hakkında karar düzeltme yoluna başvurulamayacağından, davacılar vekilinin davacılar ... ile Ümit Yaşar Şahin yönünden yapılan karar düzeltme isteminin reddi gerekmektedir.
II- Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; mahkemece; anne ve baba olan davacılar için ayrı ayrı 7.500,00"er TL manevi tazminatın ve davacı ... için 22.552,43TL, davacı ... için 10.899,83TL, davacı ... için 25.210,10TL ve davacı ... için 16.276,63TL olmak üzere toplam 74.938,99TL maddi tazminatın davalılar İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Ünüvar İnş. ve San. Tic. A.Ş."den olay tarihi olan 03.12.2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile müteselsilen tahsiline karar verildiği gözetildiğinde, davacılar vekilinin karar düzeltme talebinin davacı ..., ..., ... bakımından hükmedilen manevi tazminat miktarı yönünden 6100 sayılı HMK"nın geçici 3/2. maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK’nın 440/III-1 maddesinde öngörülen karar düzeltme parasal sınırı altında kalıp kalmadığı, davacı ... bakımından karar düzeltme kesinlik sınırının belirlenmesinde maddi ve manevi tazminat istemlerinin ayrı ayrı mı yoksa toplamlarının mı dikkate alınması gerektiği, burada varılacak sonuca göre bu davacı yönünden hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarı yönünden 6100 sayılı HMK"nın geçici 3/2. maddesi delaletiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440/III-1 maddesinde öngörülen karar düzeltme parasal sınırı altında kalıp kalmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.
Ön sorunun çözümü için konu ile ilgili kavramların ve yasal düzenlemelerin incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
6100 sayılı HMK’nın “İhtiyari Dava Arkadaşlığı” başlıklı 57. maddesinde;
“(1) Birden çok kişi, aşağıdaki hâllerde birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir:
a) Davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması.
b) Ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri.
c) Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması.” şeklinde düzenleme getirilmiş iken;
“İhtiyari Dava Arkadaşlarının Davadaki Durumu” başlıklı 58. maddesinde;
“İhtiyari dava arkadaşlığında, davalar birbirinden bağımsızdır. Dava arkadaşlarından her biri, diğerinden bağımsız olarak hareket eder.” hükmü getirilmiştir.
Aynı Kanun’un “Davaların Yığılması” başlıklı 110. maddesinde ise;
“Davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir. Bunun için, birlikte dava edilen taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması ve taleplerin tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin bulunması şarttır.” amir hükmüne yer verilmiştir.
Gerekçesi açısından bugün de geçerliliğini koruyan 07.02.1945 tarihli ve 4/19 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere, dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde davacı, neye karar verilmesini (başka bir ifade ile davalının neye mahkum edilmesini) istediğini açıkça yazar (HUMK, m. 179/3, HMK. m. 119/d). Kuşkusuz talebin birden fazla kalemleri kapsaması hâlinde de davacının talep sonucu, asıl talep ve yardımcı (fer"i) talepler olmak üzere iki bölümden oluşur. Davacının birden fazla davasını aynı dava dilekçesi ile açması hâlinde, bu durum "objektif dava birleşmesi" olarak tanımlanır ve davacının, her davaya ait talep sonucunu açıkça ve ayrı ayrı göstermesi gerekir (Kılıç, H.: Açıklamalı İçtihatlı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Ankara 2011, C.I, s: 1454 vd).
Doktrinde objektif dava birleşmesi ya da kümülatif dava yığılması olarak adlandırılan kurum, yeni Kanunumuzda “davaların yığılması” terimi benimsenerek düzenlenmiştir. Davaların yığılmasının usul ekonomisine ve çelişkili kararlar verilmesini engellemeye hizmet ettiği kabul edilmektedir.
Davacının aynı davalıya karşı olan birbirinden bağımsız birden fazla talebini, aralarında bir derecelendirme ilişkisi yani aslilik- ferilik ilişkisi kurmadan aynı dava dilekçesinde ileri sürmesine davaların yığılması denir. Bu dava çeşidinde taleplerin tümü birbirinden bağımsız, eş değer ve aynı derecede öneme sahiptir. Her bir talep farklı edimlerin gerçekleştirilmesine yönelmiştir.
Davaların yığılması söz konusu olduğunda, görünüşte tek dava, gerçekte ise talep sayısınca dava mevcuttur. Her bir talep için dava dilekçesinde vakıaların ayrı ayrı belirtilmesi ve ispat edilmesi gerekir. Mahkeme de her bir talep hakkında ayrı ayrı inceleme yapacaktır, taleplerden birinin kabulüne diğerinin ise reddine karar verebilir. Yani, görünüşte tek hüküm, gerçekte ise talep sayısınca hüküm mevcuttur. Mahkeme, taleplerin tümü hakkında ayrı ayrı karar vermek ve bunları hüküm fıkrasında göstermek zorundadır. Mahkemenin, taleplerin tümü hakkında tek ve aynı şekilde karar verme zorunluluğu yoktur. Dava şartları, her bir talep bakımından ayrı ayrı belirlenir ( Pekcanıtez, H. / Özekes, M. /Akkan, M./ Taşkorkmaz, H.:Medeni Usul Hukuku, C. II, s:1092,1093 vd).
Önemle vurgulanmalıdır ki; kesinlik sınırının belirlenmesi kamu düzenindendir ve kesinlik sınırı belirlenirken davanın değeri esas alınır. Davanın değeri ise genel anlamıyla, bir davadaki taleplerin toplamıdır. 492 sayılı Harçlar Kanunu’na göre harç tüm taleplerin toplamı üzerinden alınır (16/2.mad).
Birleştirilen davalarda, kesinlik sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyarî dava arkadaşlığında, kesinlik sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, kesinlik sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir (Kuru, B: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.V, İstanbul 2001, s: 4514).
Somut olayda davacılar aynı olaydan kaynaklanan zarar nedeniyle davalılara karşı olan birden fazla talebini (maddi ve manevi tazminat) aynı davada birleştirmiştir. Objektif dava birleşmesi olarak adlandırılan bu durumda taleplerin her biri ayrı dava olmakla birlikte, görünüşte tek bir hüküm bulunduğundan karar düzeltme kesinlik sınırının tespiti için her bir davacı yönünden maddi ve manevi tazminat istemlerinin ayrı ayrı toplanmaları esas alınmalıdır. Bu durumda karar düzeltme talebinin (I) numaralı bent dışındaki davacılar bakımından kesinlik sınırının üzerinde kaldığından, ön sorunun reddi ile işin esasına geçilmesine karar vermek gerekmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davanın maddi ve manevi tazminat istemini içerdiği, her iki istemin davaların yığılmasına konu olsa bile her birinin ayrı dava olma özelliğini yitirmedikleri, taraflar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğu, maddi ve manevi tazminat istemlerinin ayrı kalemler olduğu, çoğu zaman tahkikatlarının ve delillerinin toplanma aşamalarında da farklılık bulunduğu, maddi ve manevi tazminata hükmedilebilme koşullarında da farklılık bulunduğu, maddi ve manevi tazminat taleplerinin iki ayrı dava olduğu, nitekim Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 10. maddesine göre de; manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından avukatlık ücretine ayrı bir kalem olarak hükmedileceğinin belirtildiği, kesinlik sınırının belirlenmesinde her bir davacı açısından hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarlarının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği görüşü ileri sürmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle çoğunluk tarafından benimsenmemiş; oy çokluğu ile işin esasının görüşülmesine geçilmiştir.
III- İşin esasına gelince;
Hukuk Genel Kurulu bozma kararında yer alan açıklamalara göre 6217 sayılı Kanun"un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirine uygun olmayan isteminin REDDİNE, 30.04.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
SONUÇ: (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin davacılar ... ile Ümit Yaşar Şahin yönünden yapmış olduğu karar düzeltme dilekçesinin miktar itibari ile REDDİNE, 09.04.2019 tarihinde oy birliği ile,
(II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle ön sorun olmadığının kabulü ile işin esasına geçilmesine 16.04.2019 tarihinde ön sorunun çözümü bakımından yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile
(III) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin (I) numaralı bent dışındaki davacılar yönünden yaptığı karar düzeltme isteminin REDDİNE, aynı Kanunun 442/3. ve 4421 sayılı Kanunun 4/b-1 maddeleri gereğince takdiren 370TL para cezasının karar düzeltme isteyenlerden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine, 30.04.2019 tarihinde esas bakımından yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Yerel Mahkemece; anne ve baba olan davacılar için ayrı ayrı 7.500,00"erTL, kardeş olan davacılar için 5.000,00"erTL"den toplam 40.000,00TL manevi tazminatın ve davacı ... için 22.552,43TL, davacı ... için 10.899,83TL, davacı ... için 25.210,10TL ve davacı ... için 16.276,63TL olmak üzere toplam 74.938,99TL maddi tazminatın davalılar İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Ünüvar İnş. ve San. Tic. A.Ş."den olay tarihi olan 03/15/2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile müteselsilen tahsiline karar verildiği gözetildiğinde, davacılar vekilinin karar düzeltme talebinin davacı ..., ..., ... bakımından hükmedilen manevi tazminat miktarı yönünden 6100 sayılı HMK"nın geçici 3/2. maddesi delaletiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440/III-1 maddesinde öngörülen karar düzeltme parasal sınırı altında kalıp kalmadığı, davacı ... bakımından karar düzeltme kesinlik sınırının belirlenmesinde maddi ve manevi tazminat istemlerinin ayrı ayrı mı yoksa toplamlarının mı dikkate alınması gerektiği, burada varılacak sonuca göre bu davacı yönünden hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarı yönünden 6100 sayılı HMK"nın geçici 3/2. maddesi delaletiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440/III-1 maddesinde öngörülen karar düzeltme parasal sınırı altında kalıp kalmadığı ön sorun olarak görüşülmüştür.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunundan kararlarda kesinlik sınırı yönünden farklı ve yeni bir düzenleme getirmiştir.
HUMK" nun 426/A maddesi "İlk derece mahkemelerinden verilen nihaî kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Miktar veya değeri birmilyar lirayı geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir." şeklindeki düzenlemesine karşılık, Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 341. maddesinde "İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. Ancak, manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir." şeklindeki düzenleme getirmiştir. Bu madde de düzenlenen kesinlik sınırları kamu düzenine ilişkin olup hakim tarafından kendiliğinden dikkate alınması gerekecektir. Bir başka anlatımla mahkemece miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin verdiği kararların istinafa başvurulması yada temyiz edilmesi durumunda kesinlik sınırı altında olduğu gerekçesi ile dilekçenin reddine karar vermek zorundadır. İlk derece mahkemesinin kesinlik sınırını gözden kaçırması nedeniyle dosyanın temyiz incelmesine gelmesi durumunda ise Yargıtay temyiz incelmesinde kanunun açık düzenlemesinde belirtilen miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kesinlik sınırını kendiliğinden dikkate alarak temyiz dilekçesini reddetmek durumundadır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 341. maddesindeki düzenleme ile açıkça kanun koyucu malvarlığı davaları ile manevi tazminat davalarını ayırmıştır. Bu nedenle "malvarlığı" kavramının kapsamı doğru bir şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Malvarlığı "Para ile ölçülebilen hakların tamamıdır." şeklinde tanımlanmaktadır. O zaman malvarlığı davalarının ayırt edeci özelliği "Para ile ölçülebilmesidir". Bir başka açıdan malvarlığına ilişkin haklar devir ve temliki kabil, mirasçılara intikal edebilen, likiditesi bulunan, dolayısıyla miktar ve değer itibariyle tayin ve tespiti mümkün olan haklardır.
Manevi tazminat ise TMK"nun 24. Maddesinde "Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır." 25. Maddesinde ise "Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir. Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir. Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır. Manevî tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez. Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir." Şeklinde düzenlenmiştir.
Manevi tazminat Türk Borçlar Kanunu"nun 58. Maddesinde Kişilik hakkının zedelenmesi başlığı altında "Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir." Şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere gerek TMK"nun 24 ve 25. maddeleri gerekse TBK"nın 58. maddesinde manevi tazminat malvarlığı kavramından farklı olarak "Kişilik hakkının zedelenmesi" kavramı çerçevesinde düzenlenmiştir. Kişilik hakkının zedelenmesi ise bir kimsenin şahıs varlığına vaki haksız bir tecavüz sonucu duyduğu fizikî acı, elem ve ızdırap sebebiyle yaşama zevkinden meydana gelen bir azalmadan ibarettir. Manevî zarara uğrayan bir kimsenin malvarlığında maddi bir kıymet eksilmesi olmamıştır. Ancak, manevi zarar gören sosyal ve ruhi bakımlardan şahsiyetinden manevi kıymetler kaybederek fizikî ve moral sarsıntılara maruz kalmıştır. Bu nedenle maddi zararın aynen tazmini mümkün iken manevi zararın aynen tazmini mümkün değildir. Çünkü manevi zarar para ile ölçülebilen bir zarar değildir. Para ile bozulan fiziki ve ruhi dengeyi tam karşıladığını düşünmek mümkün değildir. Manevi zararın, TMK 58/2 maddesinde " Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir." ifadesinden anlaşıldığı üzere para ödenmesi şeklinde değil de farklı şekilde karşılanması sağlanabilecektir. Bu şekilde manevi zararı giderme biçimi açıkça malvarlığı davalarından ayıran en önemli unsurdur.
22.06.1966 gün ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında "Manevi tazminat, zarara uğrayanda manevi huzuru gerçekleştirecek ve tazminata benzer bir fonksiyonu da olan özgün bir nitelik taşır. Manevi tazminat, bir ceza olmadığı gibi, mamelek (malvarlığı) hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. " şeklindeki gerekçesinde manevi tazminatın malvarlığına ilişkin olmadığı ve manevi tazminatın kendine özgü bir tazminat olduğu açıkça vurgulanmıştır.
Keza, TBK 25/4. maddesinde "Manevî tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez." İfadesi ile manevi tazminatın devredilemez ve miras yoluyla geçmeyeceğini belirtilerek maddi malvarlığına ilişkin davalardan farklılığı vurgulanmıştır.
Diğer bir yönden her iki tazminat birbirine bağlı tazminatlar değildir. Bir başka anlatımla her biri bağımsız bir talep hakkı doğurduğu için ayrı ayrı dava şeklinde açılabilir. Böyle bir durumda her iki davanın değerini toplayarak kesinlik sınırının belirlenmesi mümkün olmadığına göre objektif dava birleşmesi kapsamında maddi ve manevi tazminat davalarının da birlikte açılması durumunda her biri ayrı bağımsız dava olarak değerlendirilerek kesinlik sınırının buna göre belirlenmesi daha doğru olacaktır. Nitekim, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 10/(4) "Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından avukatlık ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir." ifadesi ile de manevi tazminat davasının maddi tazminattan ayrı davalar olduğu vurgulanmıştır.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde manevi tazminatın malvarlığı kavramı içinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, bu davaların her yönden farklı davalar olduğu, bu davaların ayrı ayrı esasla dava konusu olması hâlinde verilecek hüküm kesinlik sınırının altında olması durumunda kesinken, birlikte davaya konu olması hâlinde de her talebin kesinlik bakımından ayrı ayı düşünülmesi gerektiği ve toplamına bakılmayacağı, kanun koyucunun açıkça ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu kararlarda malvarlığı davaları ile manevi tazminat davalarında kesinlik sınırını ayrı ayrı düzenleyen kanun koyucunun karar düzeltme aşamasında bu davaların kesinlik sınırını belirlerken toplamı üzerinden değerlendirilmesini düşünmek mümkün değildir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun getirdiği üçlü yargılama sistemi içinde ilk derece mahkemesi miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlarların istinaf yoluna başvurulması durumunda malvarlığına ilişkin davalar yönünden HMK"nın 341. maddesi gereği kesinlik sınırı altında olması nedeniyle dilekçeyi reddedecek olan mahkeme aynı davada manevi tazminat yönünden miktar ve değerine bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulacağına ilişkin düzenleme gereği manevi tazminat yönünden istinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesinin kararı temyiz edildiğinde kırk bin Türk Lirası olan kesinlik sınırını ilk derecede kesinleşen malvarlığı davaları ile birlikte değerlendirilmesi mümkün olmadığına göre hem temyiz hem de karar düzeltme aşamasında malvarlığı davaları ile manevi tazminat davalarının kesinlik sınırının ayrı ayrı belirlenmesi gerektiği düşüncesi ile maddi tazminat ve manevi tazminata yönelik kararların toplam miktarı üzerinden kesinlik sınırının belirlenmesi yönündeki çoğunluğun düşüncesine katılmıyoruz.
KARŞI OY
Karar düzeltme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalı ... tarafından ihale yolu ve eser sözleşmesi ile diğer davalı ... San. Tic. A.Ş.’ye verilen, derelerin ve yolun ıslahı sırasında davacıların murislerinin kullandığı araçlarla gerekli tedbir alınmadığı için çukura düşmeleri sonucu öldüklerinden, destekten yoksun kalmaları nedeni ile açılan maddi ve manevi tazminat istemli davada Belediye Başkanlığı aleyhine adli yargı da dava açılıp açılmayacağı, kısaca yargı yolunun belirlenmesi konusudur.
İlk derece mahkemesinin davalı ... ile diğer davalı şirketin müştereken ve müteselsilin sorumluluğuna dair kararının temyizi üzerine Özel Daire tarafından “davalı ... Belediyesi’nin kamu kurumu niteliğinde bulunduğu, İdare’nin hizmet kusuru niteliğindeki eylemi sonucu meydana gelen zararlardan dolayı; İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2/1-b maddesi gereğince İdare’ye karşı, idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerektiği, mahkemece, yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi gerektiği” gerekçesi ile verdiği karar, Özel Dairenin bozma kararı Hukuk Genel Kurul çoğunluk görüşü ile benimsenmiş ve karar düzeltme yolu ile tekrar Hukuk Genel Kurulu önüne gelmiş, ancak çoğunluk görüşü ile idari yargının görevli olduğu gerekçesi ile karar düzletme istemi reddedilmiştir.
Aşağıdaki gerekçelerle çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK)"nun "İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı" başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu hükme göre, idari davalar; İdari işlemler hakkında açılan iptal davaları, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardan ibarettir.
Bu nedenle idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar gören kişiler tarafından açılacak "tam yargı" davaları idari yargı yerinde görülür ve çözümlenir. İdari eylem, kamu idare ve kurumlarının kamu görevine ilişkin, idare hukuku kural ve gereklerine göre yaptığı olumlu veya olumsuz davranış ve fiillerden ibarettir. İdari işlem ise, idari kanunlara dayanılarak yapılan muamelelerdir. İdarenin eylem ve işlemleri, onun kamu hukuku alanındaki kamu gücüne (kamu otoritesini) kullanarak, idare hukuku kural ve gerekleri uyarınca yaptığı faaliyetlerin, hukuki ve maddi hayattaki görünümleridir.
Belirtmek gerekir ki bir kamu hizmetinin yasa ile idareye görev olarak verilmiş olması, bir hakka yapılan müdahalenin önlenmesi, tazmini isteğiyle açılan davanın idari yargı yerinde görülmesi için yeterli sayılamaz. Kamu tüzel kişilerinin, kamu hizmetlerine ilişkin olmakla beraber özel hukuk kuralları altında, özel hukuk tüzel kişisi gibi yaptığı eylem ve işlemler özel hukuk alanına girmekle, bunlar idari eylem ve işlem olarak nitelendirilemezler. Kamu idare ve kurumlarının, kamu otoritesinin (egemenlik hakkının) bir temsilcisi olarak yaptığı faaliyetlerinde veya ondan doğan eylemlerinde hizmet unsuru söz konusu olup, idari yargının görev alanı söz konusu olduğu hâlde, özel hukuk tüzel kişisi olarak yürüttüğü faaliyetler sırasında meydana gelen zararlardan ötürü ilgili kamu tüzel kişisinin sorumluluğunun özel hukuk hükümleri ve ilkeleri uyarınca belirlenmesi gerekir.
Yargı yolu ve görev kamu düzeninden olup, kanun koyucu bazı uyuşmazlıkların çözüm yerini, kamu veya özel hukuk ayrımı yapılmadan, adli yargının görev alanı olarak belirleyebilir. Bu düzenlemelerden biri de 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesidir. Anılan maddeye göre “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır”. Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1.maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı; 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu belirtilmiştir.
2918 sayılı Kanunun 110"ncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi;
“… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayrımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…”gerekçesi ile Anayasa’ya aykırılık itirazını reddetmiştir (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.).
Anayasa’nın 158"inci maddesinin son fıkrasında “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110"uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158"inci maddesi uyarınca, tüm yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.
Nitekim Uyuşmazlık Mahkemesi de anılan gerekçelerle “2918 sayılı Yasanın 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğine” karar vermiştir (30.11.2015 gün ve 20157753 Esas, 2015/771 Karar-11.04.2016 gün ve 20167163 Esas, 2016/210 Karar- 24.09.2018 gün ve 2018/530 Esas, 2018/467 Karar).
Görüldüğü gibi 2918 sayılı Kanunun 110. maddesinin yürürlüğe girmesinden sonra Uyuşmazlık Mahkemesi anılan yasa kapsamında açılan uyuşmazlıklarda ister hizmet kusuru olsun, ister olmasın idareye karşı açılan davalarda uyuşmazlığın adli yargı yerinde görülmesi gerektiğine karar vermiştir.
Diğer taraftan 11.02.1959 gün ve E:1958/17, K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının 1.bendinde de açıklandığı üzere; bir kamu kurumu tarafından verilen kararlar üzerine plan ve projesine göre bir yol yapılması dolayısıyla evinin duvarı yıkılan veya bodrumunu sel basan, su tesisinin bozukluğu yahut bakımındaki ihmal yüzünden tarlasını sular basıp, tarlası kullanılamaz hâle gelen kimsenin uğradığı zararlar gibi zararlar, idari kararın ve fiilin neticesinde meydana gelen zararlardır. Zira bir kamu kurumunun görevlerinden olan bir işi yapmayı kararlaştırması idari bir karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plan ve projeler yapıp, o plan ve projeler gereğince işi görmesi de kararın neticesi olan birer idari eylemdir. O hâlde bu fiillerden doğan zararların ödettirilmesi istekleri, 2557 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesi hükmünce bir tam yargı davasıdır ve bu davalara bakmaya idari yargı yeri görevlidir. Ancak bunun için bu eylemi doğrudan kamu hizmetini yerine getiren idarenin yapması gerekir. Kendisi doğrudan yapmıyor, özel hukuk sözleşmesi ile üçüncü kişiye yaptırıyor veya idare tarafından doğrudan kendisi tarafından yapılan işler plan veya projelere aykırı ise, ortada idari kararın tatbiki olan bir fiil bulunmadığından, bu iddia ile açılmış bir davada haksız eyleme ilişkin özel hukuk hükümleri uygulanacaktır. Haksız fiilden doğan zararların tazminine ilişkin davaların özel hukuk hükümlerine göre çözüm mercii ise adli yargı yeridir. Aynı ilkeler Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 06.12.1999 gün ve E:1999/38 K:1999/40 sayılı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07.12.2005 gün ve 2005/4-650 E.-2005/711 K.; 04.04.2007 gün ve 2007/4-141 E., 2007/188 K. ve 02.02.2011 gün ve 2010/7-672 E, 2011/1 sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Somut olayda ise; davalı ... Belediyesi Başkanlığı tarafından derelerin ıslahı ve yol yapım işi bizzat plan ve projeye uygun olarak yerine getirilmemiş, davalı idare aksine özel hukuk ilişkisine girerek, diğer davalı şirketle arasında düzenlenen eser sözleşmesine dayalı olmak üzere, bu şirketler eliyle yaptırılmıştır. Davacıların araç kullanan murisleri bu ıslah yapılırken şirket tarafından açılan çukura düşerek ölmüşlerdir. Dava açan mirasçıları davalı ... ve işi yapan şirketin 2918 sayılı kanun hükümlerine göre sorumlu olduklarını belirterek haklarında müştereken ve müteselsilin sorumluluk ilkelerine göre dava açmışlardır. Uyuşmazlığın 2918 sayılı kanundan doğduğu, kanunun 110. maddesi uyarınca da adli yargının görevli olacağı açıktır. Anayasa Mahkemesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararları bu yöndedir. Anayasa Mahkemesi kararında belirtildiği gibi aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi, kamu yararınadır.
Kaldı ki davalı ... tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması da söz konusu değildir. Davalı ... ile diğer davalı yüklenici şirket arasında düzenlenen özel hukuk hükümlerine tabi bu eser sözleşmesinde, açıkça işe ilişkin talimatların işverenin görevlendireceği kişi tarafından verileceği, buna yüklenicinin uyacağı kararlaştırılmıştır. Davalı idare ile yüklenici dere ve yol ıslahı yapan şirket arasındaki sözleşme, kamu hizmeti vermekle yükümlü olan davalı belediyenin lehine düzenlenmiş bir idari sözleşme olmayıp, açık biçimde özel hukuk hükümlerine tabi eser sözleşmesidir. Zaten böyle bir durumda davalı idarenin kamu hizmeti verdiğinden de sözedilemez. Bu sözleşmenin tarafları arasında çıkacak uyuşmazlıkların çözüm yeri idari yargı olmadığına göre, bu sözleşmenin yerine getirilmesi sırasında sözleşmenin tarafı olmayan üçüncü kişilere verilen zararların giderilmesi amacıyla açılan davaların çözüm mercii de idari yargı olarak düşünülemez (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28/04/2010 gün ve 2010/7-216 E.-2010/231 K. sayılı ilamı).
Açıklanan gerekçelerle uyuşmazlıkta adli yargı yeri görevli olup, karar düzeltme talebinin kabulü gerektiğinden çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.