Taraflar arasındaki “çaplı taşınmaza el atmanın önlenmesi, yıkım ve haksız işgal tazminatı”, birleşen “muhtesat aidiyetinin ve bedelinin tespiti” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda; Beyoğlu 2. Asliye Hukuk Mahkemesince, asıl davanın kabulüne; birleşen davanın kısmen kabulüne dair verilen 22.11.2007 gün ve 2006/370 E. ve 2007/407 K. sayılı kararın incelenmesi davalı-birleşen dava davacısı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 28.11.2008 gün ve 2008/8053 E., 2008/12520 K. sayılı ilamı ile; (...Asıl dava, çaplı taşınmaza el atmanın önlenmesi, yıkım, ecrimisil; birleştirilen dava ise, muhtesat mülkiyetinin tespiti isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, asıl davanın ve birleştirilen davanın kabulüne karar verilmiş, davalı fakir olması nedeniyle harcı ödeyemeyeceğini bildirip adli yardımdan yararlandırılarak dosyanın Yargıtay’a gönderilmesini istemiş, mahkemece 30.5.2008 tarihinde davalının isteği kabul edilerek yargılama harçlarını ödemekten geçici olarak muafiyetine karar verilmiştir.
Bilindiği üzere adli yardım, fakir bir kimsenin bir davanın gerektirdiği oldukça kabarık olan harç ve masrafları sağlayamaması durumunda, bu mali külfetlerden geçici olarak muaf tutulmasıdır.(HUMY.465.472 md) Anılan maddelerde adli yardımın yargılamanın hangi aşamalarında yapılacağı hususunda bir açıklık bulunmamaktadır. Temyizde bir dava olduğuna göre, temyiz aşamasında da adli yardım kararı verilebileceği kabul edilmelidir. Bu kabulün, yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğünü düzenleyen Anayasanın 36.maddesi ile adil yargılanma hakkını düzenleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.maddelerine uygun olduğu da kuşkusuzdur.
İşin esasına gelince; Davacıya ait 47 parsel sayılı taşınmaza davalının haklı ve geçerli bir nedeni olmaksızın gecekondu yapmak suretiyle müdahale ettiği saptanmak suretiyle davanın kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine,
Davalının (birleştirilen davanın davacısı) diğer temyiz itirazlarına gelince,
Asıl dava dilekçesinde gösterilen dava değeri üzerinden davacı yararına avukatlık parası tayin ve takdir edilmesi gerekirken, keşifte saptanan ve harcı ikmal edilmeyen değer üzerinden avukatlık parasına hükmedilmesi doğru olmadığı gibi, davalıya (birleştirilen davanın davacısı) ait 3.80 x 12.70 m boyutlarında asıl bina ile 3.20x9 m boyutlarında ilave yapı olduğu bilirkişi raporu ile saptandıktan sonra 3.20x9 m boyutlarındaki yapının yıkılmasına karar verildiği halde aynı yer bakımından mülkiyetin tespitine de karar verilmesi ve dava kabul edildiği halde davalı lehine 8.939 YTL. avukatlık parasına hükmedilmesi de isabetsizdir…) gerekçesiyle oybirliğiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı-birleşen dava davacısı
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl dava, çaplı taşınmaza el atmanın önlenmesi, yıkım ve haksız işgal tazminatı; birleşen dava ise, muhtesat aidiyetinin ve bedelinin tespiti istemine ilişkindir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; muhtesatın aidiyetinin tespiti ve yıkım noktasındadır.
Davacı vekili; Müvekkilinin davaya konu 47 parsel sayılı taşınmazı 12.9.2006 tarihinde eski malik M. Ç..’den satın aldığını, taşınmaz üzerinde eski ahşap yapı bulunduğunu, davalı Ş. T..’ın buraya yerleşerek oturmak suretiyle tecavüz ve müdahale ettiğini, ayrıca ahşap yapıya ek yapı yaptığını belirterek, 1.000.YTL haksız işgal tazminatına, taşınmaza vaki müdahalenin men’i ile taşınmazın tahliyesine, ahşap yapıya ek olarak yapılan yapının yıkılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı-birleşen dava davacısı; 47 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki gecekondunun kendisi tarafından yapıldığını, bu yere ait 11.4.1983 tarih ve 486 nolu gecekondu belgesine dayalı olarak, kendisine 24.2.1986 tarih ve 1/264 sayılı Tapu Tahsis Belgesi verildiğini, 1971 yılında bu yeri kullanmaya başladığında üzerinde hiçbir ev olmadığını, her ne kadar tapu kaydında ahşap ev olarak görülmekte ise de, böyle bir evin bulunmadığını beyanla, dava konusu evin mülkiyetinin kendisine ait olduğunun ve bu yapının değerinin 70.000.YTL olarak tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece; asıl davada; davanın kabulü ile davalının Beyoğlu ... 1379 ada 47 parsele vaki müdahalesinin men’ine, mevcut yapıya ek olarak yapılan 3.20x9 metre boyutlarındaki yapının kal’ine, ecrimisil talebinin kısmen kabul kısmen reddi ile 700,00 YTL’nin davalıdan tahsil edilerek davacıya ödenmesine, davacı vekili için taktir edilen 14.610. YTL ücreti vekaletin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine; birleşen davada; davanın kısmen kabul, kısmen reddi ile Beyoğlu .... mahallesi, 1379 ada, 47 parselde 18.10.2007 tarihli bilirkişi heyet raporu ile belirlenen 3.20x9 metre boyutlarındaki ilave yapının davacı Ş.. T..’a ait olduğunun tespitine, davalı vekili için taktir edilen 5.939.YTL ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalıya ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Dairece; yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçe ile karar bozulmuştur.
Mahkemece; temyiz edenin sıfatı da dikkate alınarak, ana yapıya ek olarak yapılan ilave yapının mülkiyetinin tespitine ilişkin hüküm yönünden önceki kararda kısmen direnilmiştir.
Yukarıda açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamlarına göre uyuşmazlık; Dava konusu parsel üzerinde bulunan asıl yapıya ek olarak yapılan 3,20x9 metre ebatlarındaki ilave yapı hakkında asıl davada yıkım kararı, birleşen davada ise mülkiyetin davalı-birleşen davacıya ait olduğunun tespitine karar verilip verilemeyeceği, ilk kararı sadece davalı-birleşen dava davacısının temyiz ettiğinden, temyiz edenin sıfatına göre, mülkiyetin tespitine ilişkin hükmün bozmaya konu edilip edilemeyeceği, noktalarında toplanmaktadır.
Öncelikle, konuya ilişkin yasal düzenlemeler üzerinde durulmalıdır;
2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 35. maddesinde mülkiyet hakkı;
“ Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” şeklindeki hükümle korunmuş ve sınırlandırılmıştır.
Her hukuk düzeninde olduğu gibi, bizim hukuk sistemimizde de, madde içeriğinden de açıkça anlaşılacağı üzere, mülkiyet hakkı korunmaya değer kutsal bir hak olarak tanımlanmış ancak, kamu yararının gerekli kıldığı zorunlu durumlarda, yalnızca kanunla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Bunun dışında mülkiyet hakkına dokunulmasına izin verilmemiştir. Herkes mülkiyet hakkını bu sınırlar içerisinde dilediği gibi kullanmakta serbesttir ve hiç kimse bu hakkın kullanılmasına engel olamaz.
Hemen belirtmek gerekir ki; 743 sayılı Türk Kanunu Medeni’sinin, 1926 yılında yürürlüğe girmesiyle çifte mülkiyet (zemin ayrı, muhdesat ya da üst ayrı) rejimine son verilmiş; paylı mülkiyette taşınmaz üzerinde bulunan bina zeminin bütünleyici parçası (mütemmim cüz’ü) sayılmış, zemin bir kimseye ait iken, üzerindeki yapının başkasına ait olması şeklinde çifte mülkiyete imkan verilmemiştir. 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 684, 718 ve 722. maddelerinde de “üst toprağa bağlıdır” kuralına sadık kalınmıştır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun, “Mülkiyet Hakkının İçeriği” başlıklı 683. maddesi;
“Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere bu madde Anayasa’nın 35. maddesine paralel bir düzenleme getirmiş, mülkiyet hakkını daha belirgin hale getirmiştir. Ayrıca buna ek olarak bu hakkın nasıl korunacağına dair dava hakkını da açıkça düzenlemiştir.
Aynı kanunun, 684.maddesi hükmü uyarınca bütünleyici parça, 685.maddesi hükmüne göre ise ağaç v.b şeyler, doğal ürün durumundadır. Anılan hükümlere göre bir şeye malik olan kimse o şeyin bütünleyici parçalarına malik olur ve doğal ürünler asıl şeyden ayrılıncaya dek bütünleyici parça niteliğindedir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.2.1985 gün ve 3156 sayılı Kanun’un 16. maddesi ile değişik “Mahkemei Asliye Tarafından Verilen Hükümler” başlıklı 388. maddesinde;
“Karar aşağıdaki hususları kapsar:
…
Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” denilmektedir.
Bu madde gereğince, hakimin vereceği kararın, infazda tereddüt yaratmayacak açıklık ve anlaşılırlıkta olması, hükmün olmazsa olmazlarındandır.
Gerçekten de, H.U.M.K.’nun 388.maddesi kamu düzeni amacıyla konulmuş, emredici hükümlerdendir.
Bu noktada, “kamu düzeni” kavramına açıklık getirilmesinde yarar bulunmaktadır. Kamu düzeni; kamunun (toplumun) her bakımdan genel çıkarlarını koruyucu hükümlerin tümü; bir ülkede kamu hizmetlerinin iyi yapılmasını, devletin güvenliğini ve düzenini ve bireyler arasındaki ilişkilerde hukuku, huzuru ve ahlak kurallarına uygunluğu sağlamaya yarayan kurum ve kuralların tümü; devletin ve devlet yapısının korunmasını hedef tutan, toplumun her alanında ki düzenin temelini oluşturan bütün kuralları ifade eder.(Ejder Yılmaz- Hukuk Sözlüğü, Türk Hukuk Lügati, Büyük Larousse)
Somut olaya gelince; dava konusu edilen 47 parsel sayılı taşınmazı, 12.9.2006 tarihinde davacı ... Yapı Taahhüt Ltd Şti’nin önceki malikten satın aldığı, taşınmazın cinsi “ahşap ev” olarak nitelendirildiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece, uzman bilirkişiler ile taşınmaz mahallinde yapılan keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporundan, taşınmaz üzerinde 3.80.m*12.70.metre ebatlarında asıl yapı ile 3.20.m*9.00.metre ebatlarında ilave yapının bulunduğu tespit edilmiştir.
Mahkemece, asıl davada davacının talebinin kabul edilerek ilave yapının yıkımına karar verildiği halde; birleşen davada, ilave yapının birleşen davanın davacısına ait olduğunun tespitine karar verilmiştir. Bu hükmün, dava konusu edilen ilave yapı hakkında çifte mülkiyet oluşturacağı açık olduğu gibi, infazda da tereddüt oluşturacaktır. İnfaz memurunun bu ilam gereğince ilave yapıyı yıkıp, yıkmayacağı ilam içeriğinden açıkça anlaşılamamaktadır.
Bu durum, çifte mülkiyet oluşturma yasağı ile infazda tereddüt oluşturmamaya ilişkin kuralların, kamu düzeninin ihlali anlamına gelir. Kamu düzeni kavramı yukarıda tereddüt oluşturmayacak şekilde açıklanmıştır.
Kaldı ki; yine yukarıda açıklandığı üzere, bütünleyici parça niteliğindeki asıl ve ilave yapıların Türk Medeni Kanunu’nun 684. ve devamı maddeleri gereğince, arz malikinin olacağı da belirgindir.
Bu durumda, yerel mahkeme hükmünü sadece davalı, birleşen davanın davacısının temyiz etmiş olması, sonuca etkili olmayacak ve Özel Daire’nin bu hususu bozma nedeni yapmasına engel teşkil etmeyecektir.
Eş söyleyiş ile; kamu düzenini ilgilendiren durumlarda aleyhe bozma yasağı uygulanamayacaktır.
Hal böyle olunca; davaya konu edilen ilave yapı hakkında hem yıkım kararı, hem de çifte mülkiyet oluşturacak biçimde mülkiyetin davacıya aidiyetinin tespitine karar verilmiş olması, kamu düzenine aykırılık teşkil ettiğinden, bu husus hükmü temyiz edenin sıfatına bakılmaksızın Özel Daire tarafından bozma nedeni yapılabileceğinden, mahkemenin bu yönde kurduğu hüküm doğru değildir.
Yerel Mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulması gerekirken, yanılgılı gerekçe ile önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalı-birleşen dava davacısının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine 30.12.2009 gününde, oybirliği ile karar verildi.