20. Hukuk Dairesi 2017/7297 E. , 2020/346 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün istinaf edilmesi üzerine verilen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesinin 20/02/2017 tarih ve 2017/117 Esas- 2017/109 Karar sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili 29/05/2014 tarihli dava dilekçesinde, dava dışı ... Petrol Taş. Gıda İnşaat Turizm San. Tic. Ltd. Şti."nin davacı bankadan kredi kullandığını, krediye teminat olarak dava dışı ..."e ait Kadıköy ilçesi, Suadiye Mahallesi, 538 ada 34 parsel sayılı 2. kat, 6 numaralı gayrimenkul kaydına ipotek konulduğunu, ipotek senedinin malik ... adına Ankara 44. Noterliğinin 11/05/20006 tarih ve 10268 yevmiye numaralı vekâletnamesi ile yetkilendirilen ... tarafından imzalandığını, borçluların borçlarını ödememesi sebebiyle davacı bankanın İstanbul 10. İcra Müdürlüğünün 2007/11587 Esas sayılı icra takip dosyası ile ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takibe geçtiğini, takip neticesinde taşınmazın satışa çıkarıldığını ve davacı bankanın 192.000,00 TL bedelle ipoteğe konu taşınmazı ilk arttırmada satın aldığını, bu süreçte ... vasisi ve vefatı üzerine tereke temsilcisi ... tarafından Kadıköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2010/381 Esas sayılı dava dosyası ile vekâletnamenin ve ipoteğin iptali ile ipoteğin tapu kaydından silinmesi için dava açıldığını, tapu malikinin vekaletnamenin düzenlendiği tarihte fiil ehliyetine sahip olmadığı gerekçesiyle yargılama sonucunda ipoteğin terkin edildiğini, alacağın tâhsili için dava dışı borçlu hakkında yapılan icra takibinin semeresiz kaldığını, borçlular hakkında aciz vesikası alındığını, davalı ... Sicil Müdürlüğünün TMK’nın 1007. maddesi gereğince, davalı ...’nin Noterlik Kanunu gereğince, davalı ...’in ipotek konulan taşınmazın malikinin oğlu olarak kasıtlı eylemi ile sorumlu olduğunu belirterek 192.000,00 TL ihale bedeli ile ipoteğin terkinine ilişkin davada ödenmek zorunda kaldıkları 32.452.97 TL yargılama gideri olmak üzere fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla toplam 224.452,00 TL"nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
İlk derece İstanbul Anadolu 10. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından istinaf edilmiştir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesince istinaf konusu 17/11/2016 tarihli kararın, istinaf eden davacı vekiline 19/12/2016 tarihinde tebliğ edildiği, istinafa başvuru için HMK’nın 345. maddesinde öngörülen 2 haftalık yasal sürenin HMK’nın 92/2 maddesindeki düzenlemeye göre 02/01/2017 tarihinde (mesai saati bitimi veya UYAP üzerinden öngörülen saat itibarıyla) dolduğu, davacı vekilinin ise kararı dosya kapsamı ve UYAP kontrolüne göre 2 haftalık yasal süre geçtikten sonra 03/01/2017 tarihinde istinaf ettiği gerekçesiyle HMK’nın 352. maddesine göre istinaf dilekçesinin süre yönünden reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi uyarınca tazminat istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK"nın 345. maddesine göre “İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar.”
Dosyanın incelenmesinden, ilk derece mahkemesinin, yargılamayı sonlandırdığı celse açıkladığı kısa kararda ve gerekçeli kararda kanun yoluna başvuru süresini 15 gün olarak belirttiği, gerekçeli kararın davacı vekiline 19.12.2016 tarihinde tebliğ edildiği, davacı vekilinin mahkemece belirtilen 15 günlük sürenin son gününde fakat yasayla düzenlenen iki haftalık süre geçtikten sonra 03.01.2017 tarihinde harçlandırılmış dilekçesi ile kararı istinaf ettiği anlaşılmaktadır.
Anayasanın 40. maddesinin ikinci fıkrasında devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesinin "ç." bendi uyarınca da hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi bir zorunluluktur. Kanun koyucu, Devlet organlarının tesis ettiği işlemlere karşı kanun yolları ve hangi mercilere başvuracağı ve başvuru süresi bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak, dağınık mevzuat karşısında hangi yola müracaat edeceğini bilmeyen yahut tereddüt eden bireylerin hak arama özgürlüğünü etkin ve sağlıklı bir şekilde kullanmalarını amaçlamıştır.
Anayasa Mahkemesi de birçok kararında başvurucuların gerekçeli kararda belirtilen süreye güvenerek hareket etmesinin makul görülebileceğini, mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü dikkate alındığında, temyiz süresinin mahkeme kararında farklı belirtilmiş olması karşısında, kanunda belirtilen süre olduğunu kabul ederek dilekçenin reddine karar veren değerlendirmelerin mevzuat hükümleri çerçevesinde ve öngörülebilirlik sınırları içinde olduğunun kabul edilemeyeceğini, yapılan yorumun başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve aşırı şekilci bir yaklaşımla elde edildiğini ve bu açıdan kararın başvurucuların mahkemeye erişim hakkını zedelediği sonucuna ulaşarak, Anayasa"nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. (Anayasa Mahkemesinin 2014/819 başvuru numaralı ve 09.06.2016 tarihli (29757 sayılı ve 29.06.2016 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanan) kararı).
Somut olayda; ilk derece mahkemesince kısa kararda ve gerekçeli kararda tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde yasa yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir. Gerekçeli karar davacı vekiline 19.12.2016 tarihinde tebliğ edilmiş, davacı vekili ise 03.01.2017 tarihinde, kısa kararda ve gerekçeli kararda bildirilen 15 günlük süre içerisinde harç ve giderlerini yatırarak karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge adliye mahkemesince istinaf talebinin süresinde olduğu kabul edilip, istinaf talebinin esası incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken hukuki değerlendirmede yanılgıya düşülerek istinaf dilekçesinin reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesine gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde iadesine 23/01/2020 günü oy çokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Yasal olarak istinaf süresinin "2 hafta" olmasına rağmen yerel mahkemece kısa ve gerekçeli kararda kanun yolu süresinin "15 gün" olarak belirtilmiş olması nedeniyle davacı
vekilinin kararın tebliğinden itibaren 15. günde verdiği istinaf dilekçesinin süresinde kabul edilip edilmeyeceğinin yürürlükteki mevzuat hükümleri ve hukuki istikrar açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde, karara ulaşmak bakımından, mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır.
Bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla, kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.
Şu halde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.
Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler, kanunda belirtilen süreler ve hâkim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır. Kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş sürelerdir. Cevap süresi, temyiz süresi gibi. Bu süreler kesindir ve bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir. Hâkimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir. (Kuru, Baki, Prof. Dr.; Arslan, Ramazan, Prof. Dr.; Yılmaz, Ejder, Prof. Dr.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749).
Hâkim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir. Hâkim, tayin ettiği sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2, HUMK m.163).
Yukarıda da belirtildiği üzere hakim tarafından da sürenin belirlenebildiği durumlar var olmakla birlikte kanunda belirlenen süreler üzerinde hâkimin tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Eş söyleyişle, kanun öngördüğü bir süre hâkim tarafından uzatılıp kısaltılamaz. İstinafa ilişkin süreler de kanun tarafından düzenlenen kesin sürelerdir ve resen gözetilmesi gerekir.
6100 sayılı HMK"nın 345. maddesine göre “İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar.”
Tüm bu nedenlerle, kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri arttıramaz veya eksiltemez. İlk derece mahkemesi kararlarına karşı istinafa başvurma süresinin iki hafta olmasına rağmen hüküm sonucunda mahkeme hâkimince hatalı şekilde 15 gün içerisinde yasa yoluna başvurulabileceğinin belirtilmesi, hükmü istinaf eden tarafa herhangi bir hak sağlamayacağından kararın onanması gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.