
Esas No: 2015/823
Karar No: 2019/467
Karar Tarihi: 16.04.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/823 Esas 2019/467 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali ve tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 15.İş Mahkemesince davalı ... aleyhine açılan davanın usulden reddine, davalı ... aleyhine açılan davanın ise kabulüne dair verilen 06.11.2013 tarihli ve 2011/728 E., 2013/811 K. sayılı karar davacı vekili ve davalı ... vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 25.03.2014 tarihli ve 2013/24575 E.,2014/3788 K. sayılı kararı ile;
(…Davanın, 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 4-a bendi kapsamındaki sigortalılara ilişkin olduğu ancak, geçiş hükümlerini içeren aynı Yasa’nın Geçici 7. maddesi hükmünde “bu Kanun’un yürürlük tarihine kadar 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 02.09.1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08.06.1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un geçici 20. maddesine göre sandıklara tâbi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler.” hükmü ve genel olarak yasaların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı karşısında davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasa’nın Ek 5. maddesidir.
506 sayılı Yasa"ya 2098 sayılı Yasa ile Ek 1. madde olarak eklenen, 3395 sayılı Yasa’yla kapsamı genişletildikten sonra 3520 sayılı Yasa ile Ek. 5. madde olarak numaralandırılan düzenlemeyle tanınan itibari hizmet süresi olanağından yararlanmak için, maddede yazılı fiziksel koşulların gerçekleşmesi, sözü edilen haktan yararlanmak için tek başına yeterli olmayıp, Yasa’nın öngördüğü biçimde, işkolu ve işyeri koşullarının birlikte gerçekleşmesi zorunluluğu vardır. Yasa’nın açık hükmü ve Yargıtay"ın yerleşik içtihatları da bu doğrultuda olduğu gibi; 3395 sayılı Yasa’ya ilişkin tasarının Türkiye Büyük Millet Meclisi"nde görüşülmesi sırasında, zehirli gaz ve maddelerle çalışan başka iş kollarının da bulunduğuna işaret edilerek orada çalışanlara da aynı hakkın tanınması yönündeki öneri, konunun hazırlık çalışmasını gerektirdiği belirtilerek, bu yöndeki kapsamlı düzenleme istemi ileri tarihlere bırakılmış, bu hakkın ek olarak yalnızca gemi adamları ile azotlu gübre ve şeker sanayiinde çalışanlara tanınmasıyla yetinilmiştir (Türkiye Büyük Millet Meclisi"nin 20.06.1987 günlü, 121, Birleşim Tutanağı, Dergi s:206-209).
Bundan başka, Ankara 1. İş Mahkemesi"nce, sözü geçen ek maddenin alt bentlerinde yazılı koşullarla çalışan sigortalılar arasında eşitliğin sağlanması amacıyla, bu hakkın belirli işkollarına özgü biçimde ve sınırlıolarak verilmesine yol açan I, II, III ve IV. bentlerin işkolunu belirleyen ibarelerinin iptali istemiyle itiraz yoluna başvurulmuş ise de, Anayasa Mahkemesi, 02.05.1989 tarihli, 1988/51 E., 1989/18 K. sayılı kararında, “...anılan bent hükümlerinde, Milli Savunma Bakanlığı"na bağlı işyerlerinde çalışan sigortalıların yer almaması, belli sigortalılara hak tanıyan ve özü bakımından Anayasa"ya aykırı bulunmayan hükmün iptalini gerektirmez. Kaldı ki, diğer sigortalıların, bu haktan yararlanmaları doğrultusunda her zaman yeni düzenlemeler yapılabilir. Anayasa Mahkemesi"nden, ancak Anayasa"ya aykırı olan bir yasa hükmünün uygulama alanından kaldırılmasını sağlamak için iptal kararı istenebileceğine, özde Anayasa"ya aykırı düşmeyen bir kural, uygulama alanının genişletilmesi amacıyla iptal edilmeyeceğine göre; bir kısım sigortalılara hak tanıyan itiraz konusu hükmün, öteki kesimlere de aynı hakkı tanıyan tamamlayıcı yasama işlemleriyle düzeltilmesi, düzenleme eksikliklerinin bu yöntemle giderilmesi Anayasa"ya uygun ve tutarlı bir tasarruf olacaktır.” gerekçesinden hareketle, itiraz konusu hükmün Anayasa"ya aykırı bulunmadığı ve itirazın reddi gerektiği sonucuna varmıştır.
İtibari hizmet süresinden yararlanmayı gerektiren olgunun sanayi kolları farklı olsa da belli, ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerin yapılması olduğu, bu nitelikte işleri yapan kişilerin aynı durumda olmadıklarının ileri sürülemeyeceği ve aynı hukuksal durumda bulunanların farklı kurallara tabi tutulmasının Anayasa’nın eşitlik ilkesine yer veren 10. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle söz konusu düzenlemede yer alan “azotlu gübre ve şeker sanayii” ibaresi Anayasa Mahkemesi’nin 27.03.2007 tarih 26475 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 04.10.2006 tarihli ve 2002/157 Esas 2006/97 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiş ise de, Anayasa’nın 153/5. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ilkesi de gözetildiğinde, davacının Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının yürürlük tarihi olan 27.03.2007 tarihinden önceki dönem yönünden itibari hizmetten yararlandırılması mümkün değildir. İtibari hizmet süresi olanağından 27.03.2007 tarihinden önceki dönemde yararlanmak için, Yasa’nın öngördüğü biçimde, işkolu ve işyeri koşullarının birlikte gerçekleşmesi zorunluluğu vardır.
Dava konusu olan 21.11.1986 – 27.03.2007 çalışmalarda itibari hizmet süresinden yararlanma ile ilgili olarak, 506 sayılı Yasanın ek 5. maddede sayılan çelik, demir ve tunç döküm, zehirli, boğucu, yakıcı, öldürücü ve patlayıcı gaz, asit, boya işleriyle ve patlayıcı maddeler yapılmasında ve kaynak işlerinde çalışmasının bulunmadığı, davacının asit fabrikasında üretim işinde çalıştığı, bu bağlamda 506 sayılı Yasanın Ek 5. maddesindeki işyeri ve işkolu koşullarının gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Kabule göre ise; itibari hizmet süresinin tespitine ilişkin işbu davada, davalı ... yanında davalı işverenin de, işyerindeki çalışmaları ile ilgili olarak, davacının sigortalılık hakları yönünden bildirimlerde bulunma, bordro düzenleme vb. yükümlülüğü bulunması karşısında yasal hasım durumunda olduğu gözetilmeksizin, işveren davalı ... yönünden husumet yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi, usul ve yasaya aykırıdır.
O halde, davacı ve davalı ..."nın bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
2-Davalı ... vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, itibari hizmet süresinin tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin Kuruma başvurarak 21.11.1986 tarihinden bugüne kadar Bandırma-Eti Maden İşletmeleri Sülfürik Asit Fabrikasında işçi olarak geçen bütün hizmetlerine 5510 sayılı Kanun’un 40. maddesi uyarınca fiili hizmet süresi zammı uygulanmasını talep ettiğini, Kurum tarafından gönderilen cevabi yazıda 27.03.2007-30.09.2008 tarihleri arasında itibari hizmet uygulandığının, 5510 sayılı Kanun ile itibari hizmet uygulaması kaldırıldığından 01.10.2008 tarihinden itibaren ise fiili hizmet süresi zammından faydalandırıldığının bildirildiğini, oysaki 506 sayılı SSK’nın Ek 5. maddesinin IV. bendi gereği uygulanan itibari hizmet süresi zammı hükmünün Anayasa Mahkemesinin 27.03.2007 tarihli ve 26475 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan kararı uyarınca iptal edildiğini, Bandırma-Eti Maden İşletmeleri Sülfürik Asit Fabrikasında 18.05.1987 tarihinden bugüne kadar işçi olarak çalışmakta olan davacının bu işyerinde geçen hizmetlerinin Sosyal Güvenlik Kanunları doğrultusunda her bakımdan fiili hizmet süresi zammına müstahak hizmetler olduğunu, 5510 sayılı Kanun ile getirilen hükümler genellik-eşitlik-kanunilik-lehe yorumlama gibi kurallar doğrultusunda Kanunun yürürlüğünden önce geçmiş hizmetlere uygulanamayacağına yönelik hükümler getirmediğini, bu nedenle davacının 21.11.1986 tarihinden bu yana işçi olarak çalıştığı hizmetlerine fiili hizmet süresi zammının uygulanması gerektiğini ileri sürerek davalı Kurumun işleminin kısmen iptaliyle davacının Bandırma-Eti Maden İşletmeleri Sülfürik Asit Fabrikasında 21.11.1986 tarihinden bu yana geçen tüm hizmetlerine fiili hizmet süresi zammı uygulanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı ... vekili; öncelikle davanın Kurum işleminin iptaline ilişkin olduğunu bu nedenle husumet yönünden reddinin gerektiğini, diğer taraftan Anayasa Mahkemesi kararının geçmişe yürümeyeceğini, iptal kararı sonrasında geçmiş dönemde itibari hizmet süresinden yararlanma olanağı bulunmayan sigortalıların geçmişe dönük olarak bu olanaktan yararlanamayacağını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Davalı ... vekili; davacının yaptığı işin itibari hizmete tabi işlerden olup olmadığının tespiti gerekmekte olup yapılan işin niteliği ile özelliğinin ve sigortalının hangi zararlı etkenlere maruz kaldığının anlaşılmadığını, davacının 3395 sayılı Kanun"dan yararlanabilmesi için ilgili Kanunda öngörülen bir işte çalıştığını işverenden alacağı bir belge ile ispatlaması gerektiğini belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; davacının talebinin dayandığı hükmün iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının fiilen çalışmakta olan ve karar kapsamına dâhil tüm işçiler bakımından geriye yürümesinin söz konusu olduğu, bu sigortalıların sosyal güvenlik hakkını genişleten bu kararın sonuçlarından zamana bağlı olmaksızın yararlandırılmalarının gerektiği, adalet ve eşitlik ilkesinin bu yönde kabulü zorunlu kıldığı, olay Mülga 506 sayılı Kanun döneminde gerçekleştiğinden bu Kanunun uygulanması gerektiği, esasen Mülga 506 sayılı Kanun ve Meri 5510 sayılı Kanun’da öngörülen itibari hizmet zammı (90 gün/yıl) aynı olduğundan sonuca etkisi bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davacı vekili ve davalı ... vekilinin ayrı ayrı temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; Anayasa Mahkemesi kararının somut olayda davacı yönünden geriye yürümesi gerektiği kabul edilerek dayanak ve gerekçelerin açıklandığı, bozma kararında iptal edilen hükmün gerekçesine dayanılmış ise de gerekçenin bağlayıcı değil ancak açıklayıcı etkisi olduğu, iptal kararında kanun koyucunun bu gerekçesinin kabul görmediği, zira eşitlik ilkesine aykırı olduğunun açıkça belirtildiği, aksine yorum tarzının aslında Anayasa’ya aykırı görülerek iptal edilmiş bir hükmün bağlayıcı olmayan ve iptal kararı ile geçerliğini yitirdiği gerekçesine dayanılarak Anayasa’ya aykırı olmadığını kabul etmek anlamına geleceği ki hukuken buna imkân bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı ... vekili ve davalı ... vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Anayasa Mahkemesi’nin 27.03.2007 tarih 26475 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 04.10.2006 tarihli ve 2002/157 Esas 2006/97 Karar sayılı kararının geriye yürütülmesinin mümkün olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacının 506 sayılı Kanun’un Ek 5. maddesi uyarınca itibari hizmet süresinden yararlanabilme imkânının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
I-Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında, esasa girilmeden önce, ilk hükmü temyiz etmeyen davalı ... vekilinin direnme kararını temyizinin mümkün bulunup bulunmadığı ön sorun olarak tartışılmıştır.
Bilindiği üzere, hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır (Hukuk Genel Kurulunun 02.04.2014 gün ve 2013/19-627 E., 2014/439 K. sayılı kararı).
Yerel mahkemece verilen ilk karar davalı ... vekilince hüküm temyiz edilmemiştir. Kararı temyiz etmeyen davalı ... vekilinin esasa ilişkin direnme kararını temyizinde artık hukuki yararı bulunmamaktadır.
O hâlde, davalı ... vekilinin direnme hükmüne yönelik temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.
II-Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Sosyal güvenlik sistemlerinde bazı yıpratıcı türden işlerde çalışan kişilerin sigortalılık sürelerine, onları yaşlılık aylığına kavuşma süresini kısaltarak ödüllendirme amacıyla farazi hizmet süreleri eklenmektedir. Hizmet sürelerinin eklenmesiyle ağır, yıpratıcı ve tehlikeli işlerde çalışanların sigortalılık sürelerine fazladan belirli bir süre "farazi sigortalılık süresi" olarak eklenmekte, bu suretle, daha erken emekliliğe hak kazanmaları veya malûllük, ölüm sigortalarında kendilerine benzerlerine göre daha avantajlı bir durum sağlanmaktadır. Burada, var olmayan fakat varsayılan bir sigortalılık süresi söz konusudur ve sigortalının eylemli çalışması artırımlı olarak işlem görmektedir. Bu anlamda “itibari hizmet süresi” ilgili olduğu yasaya özgüdür ve düzenlendiği alanla sınırlıdır. Nitekim 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’na 11.08.1977 tarih ve 2098 sayılı Kanun ile eklenen Ek 5. maddeyle insan sağlını ve ömrünü olumsuz yönde etkileyen bazı ağır ve yıpratıcı türden işlerde çalışan sigortalıların sigortalılık sürelerine farazi hizmet süresi eklenmesi öngörülmüştür. Fiili hizmete dayanmayan bu sigortalılık sürelerine “itibari hizmet süresi” denir (Tuncay A., C.: Sosyal Güvenlik Hukuku’nun Esasları, İstanbul 2008, s.365).
11.08.1977 tarih ve 2098 sayılı Kanun ile Basın İş ve İş Kanunlarına tabi bazı basım ve gazetecilik işyerlerinde çalışan sigortalıların sigortalılık sürelerine her tam yıl için 90 gün itibari hizmet süresi eklenmesi öngörülmüştür. Ancak basım işyerlerinde İş Kanununa göre çalışıp itibari hizmet süresinden yararlanabilecekler unvan belirtilmek suretiyle (operatör, mürettip, rotatifçi, klişeci vs.) sınırlandırıldığından aynı işyerinde hemen hemen aynı işi yaparak çalışan başka kişiler unvan itibariyle sayılanlar arasında gösterilmemeleri nedeniyle 20.06.1987 tarih 3395 sayılı Kanun ile değişiklik yapılarak tek tek sayma yoluna gitmeyerek “Basım ve gazetecilik işyerlerinde 1475 sayılı Kanun ve değişikliklere göre çalışan sigortalılar” denilmek suretiyle bu işyerlerinde çalışanların tümü itibari hizmet süresinden yararlandırılmıştır.
Yine 20.06.1987 tarihli 3395 sayılı Kanun ile itibari hizmet süresinden yararlanan sigortalıların kapsamı genişletilmiş ve maddeye III. ve IV. bentler eklenmiştir. 506 sayılı Kanun’un Ek 5. maddesinde, anılan Kanuna göre sigortalı sayılanların, aşağıda sayılan görevlerde geçen sigortalılık sürelerine, bu sürelerin her tam yılı için hizalarında gösterilen sürelerin sigortalılık süresi olarak ekleneceği belirtildikten sonra, maddenin (IV) numaralı bendinde “Sigortalılar” başlığı altında “Azotlu gübre ve şeker sanayiinde, fabrika, atölye, havuz ve depolarda, trafo binalarında çalışanlar” sözcüklerine yer verilmiş, bu bende ilişkin “Hizmetin Geçtiği Yer” başlıklı kısımda ise “1.) Çelik, demir ve tunç döküm, 2.) Zehirli, boğucu, yakıcı, öldürücü ve patlayıcı gaz, asit, boya işleriyle gaz maskesi ile çalışmayı gerektiren işlerde, 3.) Patlayıcı maddeler yapılmasında, 4.) Kaynak işlerinde çalışanlarda.” sıralaması yapılmıştır. Anlaşılacağı üzere, itibari hizmet süresi hak ve olanağından yararlanmak için, maddede yazılı fiziksel koşullarla birlikte iş kolu ve iş yeri şartlarının da gerçekleşmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
506 sayılı Kanun’un Ek 5. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmuş, Anaysa Mahkemesi’nin 02.05.1989 tarihli ve 1988/51, 1989/18 K. sayılı kararıyla bazı sigortalıların madde kapsamında yer almamasının belli sigortalılara hak tanıyan ve özü bakımından Anayasa"ya aykırı bulunmayan hükmün iptalini gerektirmeyeceği gerekçesiyle maddenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmiştir.
Daha sonra itibari hizmet süresinden yararlanmayı gerektiren olgunun sanayi kolları farklı olsa da belli, ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerin yapılması olduğu, bu nitelikte işleri yapan kişilerin aynı durumda olmadıklarının ileri sürülemeyeceği ve aynı hukuksal durumda bulunanların farklı kurallara tabi tutulmasının Anayasa’nın eşitlik ilkesine yer veren 10. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle Ek 5. maddede yer alan “Azotlu gübre ve şeker sanayii” ibaresinin iptali için başvurulmuş, Anayasa Mahkemesi’nin 27.03.2007 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 04.10.2006 tarihli ve 2002/157 Esas - 2006/97 Karar sayılı kararıyla “…İtibari hizmet süresinden yararlanmayı gerektiren olgu sanayi kolları farklı da olsa belli ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerin yapılmasıdır. Bu nitelikteki işleri yapan kişilerin aynı durumda olmadıkları ileri sürülemez. Aynı hukuksal durumda bulunanların farklı kurallara tabi tutulması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağından itiraz konusu Yasa kuralı Anayasa"nın eşitlik ilkesine yer veren 10. maddesine aykırıdır…” gerekçesiyle anılan bentte yer alan “Azotlu gübre ve şeker sanayii” ibaresi iptal edilmiştir.
Diğer taraftan söz konusu Ek 5. maddeyi 01.10.2008 günü itibarıyla ilga eden 5510 sayılı Kanun’un aynı tarihte yürürlüğe giren “Fiili hizmet süresi zammı” başlıklı 40. maddesinde, Ek 5. maddeye kısmen benzer nitelikte düzenleme yapılarak, belirtilen işyerlerinde ve işlerde çalışan sigortalıların prim ödeme gün sayılarına, bu işyerlerinde ve işlerde geçen çalışma sürelerinin her 360 günü için karşılarında gösterilen gün sayılarının, fiili hizmet süresi zammı olarak ekleneceği belirtilmiştir.
Yeri gelmişken Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürüyüp yürümeyeceği üzerinde de durulmasında yarar vardır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın 153/2 fıkrasında; Anayasa Mahkemesi"nin; bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir bölümünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da ""iptal kararlarının geriye yürümeyeceği"" açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesi"nin verdiği iptal kararları, idari yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan idari yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısı"ndaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Anayasa Mahkemesi;12.12.1989 tarihli ve 1989/11 Esas,1989/ 48 Karar sayılı kararında, “…Türk Anayasa Sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır…” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürümeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerindedurum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Eldeki davada, davacının hizmet döküm cetveline göre 01.02.1987 tarihinden itibaren davalı ... bünyesinde sülfürik asit fabrikasında çalışmaya başladığı, Anayasa Mahkemesi’nin 27.03.2007 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 04.10.2006 tarihli ve 2002/157 Esas - 2006/97 Karar sayılı kararı uyarınca 27.03.2007 ile 30.09.2008 tarihleri arasında itibari hizmet süresinin uygulandığı, 01.10.2008 tarihinden sonra ise 5510 sayılı Kanun uyarınca fiili hizmet süresi zammı uygulanmaya başlanıldığı anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin 27.03.2007 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 04.10.2006 tarihli ve 2002/157 Esas - 2006/97 Karar sayılı kararı uyarınca 506 sayılı Kanun’un Ek 5. maddesinde yer alan “Azotlu gübre ve şeker sanayii” ibaresi iptal edilmiş ise de iptal hükmünün geriye yürümesine olanak yoktur. Bu nedenle davacının Anayasa Mahkemesi iptal kararından öncesi hizmetleri yönünden 506 sayılı Kanun’un Ek 5. maddesi uyarınca itibari hizmet süresinden yararlanabilme imkânı bulunmamaktadır.
Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2012 tarihli ve 2012/21-6 E., 2012/222 Karar sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Anayasa Mahkemesi’nin 04.10.2006 tarihli ve 2002/157 Esas - 2006/97 Karar sayılı kararında iş kolu sınırlaması getirilen düzenleme yasa maddesinden çıkartılarak bir hukuki durum tespiti yapıldığı, bu tespitin sigortalı lehine sonuç doğuracağı, burada sigortalının korunan bir hakkı bulunduğundan Anayasa Mahkemesi kararının önceye etkisi olma gerektiği gerekçesiyle yerel mahkeme direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan sebeplerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: 1-Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı ... vekilinin temyiz isteminin, temyizde hukuki yararı bulunmadığından REDDİNE oy birliği ile,
2-Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerledavalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 16.04.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasında temel uyuşmazlık, Bandırma-Eti Maden İşletmeleri Sülfürik Asit Fabrikasında işçi olarak çalışan davacının Anayasa Mahkemesinin 506 sayılı SSK’nın Ek 5. maddesinin IV. bendi gereği uygulanan itibari hizmet süresi zammı hükmünün Anayasa Mahkemesinin 27.03.2007 gün ve 26475 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan kararı uyarınca iptal edilmesi neden ile 5510 sayılı Kanun’un 40. maddesi uyarınca fiili hizmet süresi zammı uygulanmasını talep etmesi karşısında, Anayasa Mahkemesinin 27.03.2007 tarih 26475 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 04.10.2006 tarihli ve 2002/157 Esas 2006/97 Karar sayılı kararının geriye yürütülmesinin mümkün olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacının 506 sayılı Kanun’un Ek 5. maddesi uyarınca itibari hizmet süresinden yararlanabilme imkânının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Yerel mahkemenin “Anayasa Mahkemesi kararının somut olayda davacı yönünden geriye yürümesi gerektiği kabul edilerek dayanak ve gerekçelerin açıklandığı, bozma kararında iptal edilen hükmün gerekçesine dayanılmış ise de gerekçenin bağlayıcı değil ancak açıklayıcı etkisi olduğu, iptal kararında kanun koyucunun bu gerekçesinin kabul görmediği, zira eşitlik ilkesine aykırı olduğunun açıkça belirtildiği, aksine yorum tarzının aslında Anayasaya aykırı görülerek iptal edilmiş bir hükmün bağlayıcı olmayan ve iptal kararı ile geçerliğini yitirdiği gerekçesine dayanılarak Anayasaya aykırı olmadığını kabul etmek anlamına geleceğini ki hukuken buna imkan bulunmadığı” gerekçesi ile verdiği direnme kararı Özel Dairenin bozma gerekçesi benimsenerek çoğunluk görüşü ile “İtibari hizmet süresinden yararlanmayı gerektiren olgunun sanayi kolları farklı olsa da belli, ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerin yapılması olduğu, bu nitelikte işleri yapan kişilerin aynı durumda olmadıklarının ileri sürülemeyeceği ve aynı hukuksal durumda bulunanların farklı kurallara tabi tutulmasının Anayasa’nın eşitlik ilkesine yer veren 10. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle söz konusu düzenlemede yer alan “azotlu gübre ve şeker sanayii” ibaresi Anayasa Mahkemesinin 27.03.2007 tarih 26475 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 04.10.2006 tarihli ve 2002/157 Esas 2006/97 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiş ise de, Anayasa’nın 153/5. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ilkesi de gözetildiğinde, davacının Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlük tarihi olan 27.03.2007 tarihinden önceki dönem yönünden itibari hizmetten yararlandırılmasının mümkün olmadığı, itibari hizmet süresi olanağından 27.03.2007 tarihinden önceki dönemde yararlanmak için, Yasa’nın öngördüğü biçimde, işkolu ve işyeri koşullarının birlikte gerçekleşmesi zorunluluğu bulunduğu, davacının 27.03.2007 tarihinden önce bu koşulları taşımadığı” gerekçesi ile direnme kararı bozulmuştur.
Anayasa Mahkemesine başvurmaktaki amaç, anayasaya aykırı olan yasaların bir an önce uygulanma sına son verilmesidir. Dolayısıyla açıkça Anayasa’ya aykırı olan bir kanunun uygulanması nedeniyle bireysel kazanılmış hakların ortaya çıkabilme ihtimali olduğu gibi, bireylerin temel haklarının çok ciddi zarar görmesi, ihlal edilmesi de gündeme gelebilir. Anayasa Mahkemesine başvurmaktaki amaç, anayasaya aykırı olan yasaların bir an önce uygulanma sına son verilmesidir. Dolayısıyla açıkça Anayasa’ya aykırı olan bir kanunun uygulanması nedeniyle bireysel kazanılmış hakların ortaya çıkabilme ihtimali olduğu gibi, bireylerin temel haklarının çok ciddi zarar görmesi, ihlal edilmesi de gündeme gelebilir. Mahkeme kararlarının geriye yürümemesi ilkesi, kanunların geri yürümemesi ilkesi ile benzer özellikler taşımaktadır. Burada temel amacın iptal edilen yasaya dayanılarak yapılan işlemlerin geçerliğinin korunmasıdır. Ancak bu ilkeyi mutlak kabul etmek mümkün değildir. Özelikle Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümeyecekse somut norm denetimine başvurunun bir anlamı olmayacaktır. Zira somut norm denetiminde, iptal kararı durdurulan dava bakımından geriye yürür. Her ne kadar Anayasa"nın emredici hükmü gereği iptal kararların geriye yürümese de belli durumlar bakımından iptal kararlarını geçmişe yürümesinin bir gereklilik olduğu görülmektedir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümeyeceğine ilişkin anayasal hükmün salt lâfzî yorumla uygulanmasının hakkaniyete, nesafete, eşitliğe ve adalete aykırı olacağı da öğretide vurgulanmaktadır. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi ile amaçlanan, kanunun uygulanması ile elde edilen kazanılmış hakların korunması ve hukuk güvenliğinin zedelenmemesidir. Ancak gerekli durumlarda geriye yürümenin kabul edilip, lehe hukuki durumların korunması ve ilgili kanuna dayanılarak yapılan ve kişilerin aleyhine olan durumların düzeltilmesi imkânının sağlanması gerekir. Aksi durumda iptal kararlarını geriye yürümemesi ilkesi aleyhe hukuki durumları meşrulaştırma amacına hizmet edecek ve hakkaniyete aykırı sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Öğretide, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının somut olayın niteliğine göre geriye yürüyebileceği dile getirilmektedir. Aslında Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümeyecekse somut norm denetimine başvurunun bir anlamı olmayacaktır. Zira somut norm denetiminde, iptal kararı, durdurulan dava bakımından geriye yürümektedir. Anayasa Mahkemesi"nin anayasal uygunluk denetim yapması ve bunun neticesinde verilmiş olan iptal kararının işlevsel olarak uygulanması demokrasinin ve temel hakların gelişimine önemli bir katkıdır. (Mustafa BABAYİĞİT, Türk Hukukunda Anayasa Mahkemesi Kararlarının Geriye Yürümezliği Sorunu, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2016-124-1573).
Yasama organının genel, soyut nitelikte bir yasa yapmaktan ziyade daha çok kazanılmış hakları ortadan kaldıran, belli kişilere yönelik özel müsadere hükmü taşıyan bir yasanın iptal edilmesi ve bu iptal kararının geriye yürümesi adalet ve hakkaniyetin gereğidir. Bu konuda Anayasa Mahkemesi verdiği bir kararında yasama organının böyle bir tasarrufunun hukukun ana prensipleriyle ve anayasayla bağdaşmayan ve bu nedenle meşru olmayan bir tasarruf niteliği taşıyacağı belirtilmiştir (AYM, 1963/124 E., 1963/243 K., 11.10.1963 T. (AMKD. C. I, s. 343).
Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geri yürümezliği kuralı, hukuki güvenlik ilkesini gerçekleştirme amacına hizmet etmekte ve bu kural ile kazanılmış haklara dokunulamaması amaçlanmaktadır. Ancak bu ilkenin her durum için mutlak olarak kabul edilmesi hedeflenen amacın tam tersi sonuçların doğmasına sebebiyet verebilecektir. Çünkü iptal kararı doğası gereği geriye yürür. Kimi durumlarda adalet ilkesinin gerçekleştirilmesi ancak iptal kararının geriye yürümesi ile mümkün olabilmektedir.
Anayasanın 153. maddesinde yer alan, Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının geriye yürümeyeceği kuralı, iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan, doğumu anında hukuka uygun olarak tamamlanmış ve böylece kişiye özgü, lehe sonuçlar doğurmuş, daha sonra mevzuat değişikliği veya işlemin geri alınması gibi nedenlere rağmen, hukuk düzenince korunması gereken haklara yönelik olup, Anayasa"ya aykırı bulunarak iptal edilmiş bir düzenlemeyle ilgili uyuşmazlıkların, Anayasaya aykırılığı saptanmış hükümler dikkate alınarak çözümlenmeleri Anayasa"nın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil edecektir (Danıştay 11. Dairesi. 17.02.2016 tarih ve 2016/223 E, 2016/583 K).
Önceye etki kavramı, yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki zamana uygulanabilirliği konusu ile ilgili olduğu gibi Anayasa Mahkemesi kararlarının da önceki zamana uygulanabilirliği içinde geçerlidir. Önceye etki özgürlükçü bir anayasanın temel koşullarına, hukuk düzeninin güvenilirliğine aykırı düşer ve bu yüzden kural olarak caiz değildir. Kişiler hukuka uygun davranışlarından dolayı daha sonra zarar görmeyeceklerinden emin olmalıdırlar. Önceye etki yasağı hukuk güvenliği ve vatandaş için güveninin korunmasını sağlar. Kazanılmış olan haklara saygı ancak bu şekilde gerçekleşir. Önceye etki yasağı, yaşamları Anayasal garanti altında olan fertlerin beklenmedik hak kayıplarına uğramasını engellemek için tanınmıştır. (Sözer, A. N. Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme. https://journal.yasar.edu.tr/wp-content/uploads/2014/01/9 s: 2477 vd).
Getirilen kuralın önceye etkili olmasında, sigortalı lehine yorum, amaca uygunluk yorumu, Sosyal Güvenlik Hukuku’nun kamusal nitelikte olması, maddi hukukun yetersizliği (her zaman, hayatın değişen sosyal akışı içinde gelişen tüm olayları ve ayrıntıları kurallaştırma gücüne sahip olmaması), çıkarlar dengesi ve adalet duyguları gerekçe olarak dikkate alınmalı, ayrıca, süregelen uyuşmazlıklarda, tamamlanmamış (ucu açık) hukuki durumlara yeni kanununderhal uygulanması esası ölçü olarak alınmalıdır.
Kişi yeni düzenleme veya iptal edilen yasa hükmü nedeni ile daha iyi bir konuma getirilmekte ise önceye etki kabul edilmelidir. Özellikle Anayasa Mahkemesi iptal kararında bir hukuki durum tespiti yapmakta(yasa ile daraltılan kapsam, kapsamı daraltan kısım iptal edilerek genişletilmekte) ve kuralın eşitlik ilkesine aykırı olduğu belirtilmekte ise iptal kararı önceye etki ettirilerek, kişi bu durumda yararlandırılmalıdır.
Somut uyuşmazlıkta davacı sigortalı, Sülfirik Asit Fabraikasında belli, ağır, riskli ve sağlığa zararlı işlerde çalışmaktadır. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Sigortalar Kanununun Ek beşinci maddesinde iş koluna getirilen “azotlu gübre ve şeker sanayiinde” kısmı itiraz yolu ile İş Mahkemesince Anayasa’ya aykırılığı ciddi bulunarak getirilmiş ve Anayasa Mahkemesince 04.10.2006 gün ve 2002/157 Esas, 2006/97 Karar sayılı kararı ile Anayasa’ya aykırı bulunmuş ve “azotlu gübre ve şeker sanayiinde”ibaresi eşitlik ilkesine aykırı görüldüğünden iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesince somut norma denetimi yapılmış ve iş kolu sınırlaması getirilen düzenleme yasa maddesinden çıkarılmıştır. Bu bir hukuki durum tespiti olup, sigortalı lehine sonuç doğurmaktadır. Burada sigortalının korunan bir hakkı vardır. Bu durumda ise Anayasa Mahkemesi kararının önceye etkisi olmalıdır. Yerel mahkemenin direnme kararı anılan gerekçe ile onanmalı iken çoğunluk görüşü ile bozulması isabetli değildir. Sayın çoğunluğun bozma görüşüne yukarda açıklanan gerekçelerle katılınmamıştır.