
Esas No: 2015/2687
Karar No: 2019/446
Karar Tarihi: 11.04.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/2687 Esas 2019/446 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Siirt 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi sıfatıyla) davanın kısmen kabulüne dair verilen 31.12.2013 tarihli ve 2012/744 E., 2013/976 K. sayılı kararın davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilince temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 24.11.2014 tarihli ve 2014/19503 E., 2014/24625 K. sayılı kararı ile;
“...1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalı Kurum vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekir.
Dava, davacının 1978-1984 yılları arasında davalı işyerinde geçen çalışmalarının tespiti istemine ilişkindir.Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile davacının 13.10.1981 tarihinden itibaren 1982 ve 1983 yıllarını kapsayacak şekilde davalı Köy Tüzel Kişiliği nezdinde çalıştığının tespitine karar verilmiş ise de karar eksik incelemeye dayalıdır.
Davanın yasal dayanağı olan 506 sayılı Kanunun “Prim Belgeleri” başlığını taşıyan 79. maddesinin onuncu fıkrasında, yönetmelikle belirlenen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları, Kurumca saptanamayan sigortalıların, çalıştıklarını, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak (5) yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilâm ile kanıtlayabildikleri takdirde, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayılarının göz önünde bulundurulacağı açıklanmış olup, anlaşılacağı üzere, çalışmanın tespiti istemiyle hak arama yönünden getirilen süre, doğrudan doğruya hakkın özünü etkileyen hak düşürücü niteliktedir ve dolması ile hakkın özü bir daha canlanmamak üzere ortadan kalkmaktadır. Fıkrada öngörülen hak düşürücü süre uygulamasında, hizmetin ara vermeksizin kesintisiz gerçekleştiği durumlarda, çalışmanın sona erdiği (işten çıkış yapıldığı) yılın sonuna karşılık gelen 31 Aralık gününden başlayarak (5) yıllık sürenin hesaplanması gerekmektedir.
İşverenin, çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgeleri Kuruma vermesi gerektiği Kanun"un 79/1.maddesinde açıkça ifade edildiği üzere yönetmeliğe bırakılmıştır. Atıf yapılan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği"nin dördüncü kısmında işverence verilecek belgeler düzenlenmiştir. Bunlar, aylık sigorta primleri bildirgesi (SSİYön.Madde16) , dört aylık sigorta primleri bordrosu (SSİYön. Madde 17), sigortalı hesap fişi (SSİY. Yön. Madde 18) vs.dir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacı adına davalı işveren tarafından işe giriş bildirgesinin verilmediği, dönem bordrosu ve davalı işveren tarafından Kuruma bildirilen herhangi bir çalışmanın bulunmadığı, jandarma komutanlığınca imzalanan davacının köy koruyucusu ve bekçi olduğuna dair 13.10.1981 tarihli belgenin yönetmelikte belirtilen belgelerden olmadığı, hak düşürücü süreyi kesebilecek nitelikte herhangi bir belgenin dosya arasında bulunmadığı anlaşılmakla, Mahkemece tespitine karar verilen hizmet tarihini izleyen 1983 yılının sonundan itibaren hak düşürücü sürenin geçtiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin 1978 yılında Dikboğaz Köyünde köy koruma bekçiliği yaptığını, bu çalışmasına ilişkin olarak kimlik belgesinin 13.10.1981 tarihinde kendisine verildiğini, ancak çalıştığı günlere dair hizmetlerinin bildirilmediğini, bu durumun müvekkilinin hak kaybına uğramasına sebep olduğunu ileri sürerek davacının sigorta başlangıç tarihinin 1978 yılı olarak tespitine ve 1978-1984 yılları arasındaki hizmetinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Köy Tüzel Kişiliğini temsilen Muhtar ..., 08.11.2012 tarihli celsede, 1997 yılından beri aynı köyde muhtar olarak görev yaptığını, 09.03.1979 tarihinde köy koruma bekçiliği yapmaya başladığını, silahını da o dönem İlçe Jandarma Komutanı olan Mehmet Memiş"ten aldığını, bundan bir sene kadar sonra da davacının köy koruma bekçiliği yapmaya başladığını, davacının silahını o dönemdeki İlçe Jandarma Komutanı olan Yılmaz Bülbül"den aldığını, 1983 yılında da görevini bıraktığını, hatırladığı kadarıyla sonbahar ayları olduğunu belirtmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili, hak düşürücü sürenin geçtiğini, dava konusu döneme ait köy gelir ve gider defterlerinin incelenmesi, bu çalışmaya ilişkin ücret ödeme belgeleri var ise köy masraf senetlerinin dosyaya ibraz edilmesi, silah teslimine ilişkin teslim mazbatası ile Eruh Kaymakamlığı bünyesinde bulunması gereken korucu ve bekçi silahı taşıyanlara mahsus defterde kaydının bulunması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının bekçilik yaptığına dair bir kayıt bulunmasa da davacıya silah verildiği hususu ile bu silahın bekçilik yapması amacıyla verildiği hususunun sabit olduğu, ülkemizde arşiv müessesesinin yeterince gelişmediği ve yerleşmediği, kırsal kesimde görev yapan kamu görevlilerinin yeterli eğitim ve donanıma sahip olmamalarının da etkisiyle çalışanlara ait kayıtların eksiksiz ve usulüne uygun tutulmadığı, bu durumda tanık beyanlarının önem kazandığı, davalı Köy Tüzel Kişiliği muhtarının ve dinlenen davacı tanıkları ile kamu tanıklarının beyanlarının davacının iddialarını kısmen desteklediği, davacının 13.10.1981 tarihinden itibaren 1982 ve 1983 yıllarını kapsayacak şekilde davalı Köy Tüzel Kişiliği bünyesinde bekçilik yaptığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda karar başlığında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, hizmet tespiti davası açabilmek için Kanunda öngörülen sürenin 5 yıl olduğu, bu sürenin hizmetin sona erdiği tarihten itibaren başladığı, mevzuatımızda açık hüküm bulunmamasına rağmen yerleşik Yargıtay kararlarında Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği"nde belirtilen ve işveren tarafından Sosyal Güvenlik Kurumu"na verilmesi gereken belgelerin Kuruma verilmiş olması hâlinde bu sürenin işlemeyeceğinin vurgulandığı, sosyal güvenlik hakkının anayasal bir hak olup vazgeçilemez olduğu, bu nedenle hizmet tespiti davalarının resen araştırma ilkesine tabi olduğu, ortada resmî kurumlarca düzenlenmiş bir belgenin bulunması hâlinde de -bu belgenin yönetmelikte belirtilen ve kuruma verilmesi gereken belgelerden olmaması durumunda bile- hak düşürücü sürenin işlemeyeceği, resmî belgelerin aksinin ispatlanana kadar geçerli olduğu, bir kişinin bir iş yerinde çalıştığına dair delil teşkil edebilecek nitelikte resmî belge bulunması hâlinde hak düşürücü sürenin varlığından bahsetmenin normlar hiyerarşisinde Anayasa"dan daha alt sırada yer alan kanun ve yönetmeliğe "Anayasa"ya aykırı bir yorum getirmek" anlamına geleceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalı Sosyal Güvenlik Kurum Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacının talep ettiği hizmetlerinin tespiti bakımından dosyaya sunduğu kimlik belgesinin hak düşürücü süreyi kesen belgelerden sayılıp sayılamayacağı ve buradan varılacak sonuca göre hak düşürücü sürenin geçip geçmediği noktasında toplanmaktadır.
01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun geçici 7. maddesinin 1. fıkrasında, “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 02.09.1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08.06.1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun Geçici 20"inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” düzenlemesinin yer alması ve genel olarak kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı karşısında, davanın yasal dayanağının Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve anılan Kanun"un 79. maddesi olduğu kabul edilmelidir.
Öncelikle belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanun"un geçici 7. maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun"un 2. ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanun"un 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun"un 6. maddesinin 1. fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir.
Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına da bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup, ülkenin gerçeklerinden biridir. İşte bu noktada, işçinin bir takım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Bilindiği üzere, sigortalı hizmetin tespiti davaları kamu düzenini ilgilendirmekte olup, bu niteliği gereği özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerekmektedir. Bu davaların kanuni dayanağı 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinin 10. fıkrası olup bu bentte “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri” açıklanmıştır. Anlaşılacağı üzere, çalışmanın tespiti istemiyle hak arama yönünden kanun ile getirilen süre, doğrudan doğruya hakkın mevcudiyetini etkileyen hak düşürücü niteliktedir ve dolması ile hak bir daha canlanmamak üzere ortadan kalkmaktadır. Söz konusu Kanunun kabul edilip, yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla beş yıl olarak öngörülen süre, 09.07.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3395 sayılı Kanun"un 5. maddesiyle on yıla çıkarılmış, daha sonra 07.06.1994 tarihinde yürürlüğe giren 3995 sayılı Kanun"un 3. maddesiyle yeniden beş yıl olarak düzenlenmiş olup, hâlen geçerliliğini korumaktadır.
Bu kapsamda işe giriş bildirgesi düzenlenmediği veya düzenlenmesine karşın kanuni hak düşürücü süre içerisinde Kuruma verilmediği, bu süre içerisinde kuruma verilen dönem bordroları ile bildirimin yapılmadığı, sigorta primlerinin kuruma yatırılmadığı, çalışmanın varlığı yönünde sigorta müfettişince herhangi bir saptamanın söz konusu olmadığı durumlarda, hizmetin varlığını ileri süren kişilerin hak düşürücü süre gerçekleşmeden yargı yoluna başvurması zorunludur.
İşverenin, çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgeleri Kuruma vermesi gerektiği 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinin 1. fıkrasında açıkça ifade edildiği üzere yönetmeliğe bırakılmıştır. Atıf yapılan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde işverence verilecek belgeler düzenlenmiştir. Bunlar, aylık sigorta primleri bildirgesi, dört aylık sigorta primleri bordrosu, sigortalı hesap fişi vs.dir. Yönetmelikte sayılan bu belgelerden birisinin dahi verilmiş olması hâlinde artık Kanunun 79. maddesinin 10. fıkrasında yer alan hak düşürücü süreden söz edilemez. Yargıtay uygulamasında anılan maddenin yorumu geniş tutulmakta; eğer sayılan belgelerden birisi işveren tarafından verilmişse burada Kurumun işçinin çalışmasından haberdar olduğu ve artık hizmet tespiti davası için hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemeyeceği kabul edilmektedir. Diğer taraftan, Kurum tarafından yapılan bir tespitin olması hâlinde de aynı kabul şekline ulaşılmaktadır. Bu kabul şeklinin temelinde yatan neden, hiç bildirim yapılmayan sigortalılarla, kısmi bildirim yapılan sigortalıların aynı hukuksal statüye tabi tutulmalarının hukuka ve hakkaniyete aykırı olacağının düşünülmesidir.
Ayrıca, 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinin 10. fıkrasında düzenlenen hak düşürücü süre 5510 sayılı Kanun"un 86. maddesinin 9. fıkrasında da paralel şekilde düzenlenmiş olup bu fıkrada yer alan “...hizmetlerin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde...” ibaresinin Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla yapılan itiraz sonucunda, Anayasa Mahkemesinin 26.01.2011 tarih, 2008/109 E. ve 2011/25 K. sayılı kararında; “Hizmet tespiti davalarının, çalışanların Kurum kayıtlarına geçirilmemiş aylık kazanç toplamları ve prim ödeme gün sayılarının sigortalılığın hesabında esas alınmasına yönelik olmaları nedeniyle, sosyal güvenlik sistemi üzerindeki etkileri açıktır. Dolayısıyla bu davalar için öngörülen 5 yıllık hak düşürücü sürenin, sistemin süreklilik arz edecek şekilde veya makul olmayacak ölçüde uzun bir süre dava tehdidi altında tutulmasını önlemek suretiyle sosyal güvenlik sisteminin istikrarının sağlanması amacıyla getirildiği anlaşıldığından bunun bir sınırlama olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.” denilmiştir.
Bu anlatımların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; işveren köy tüzel kişiliği tarafından davacı adına işe giriş bildirgesi verilmediği, hizmet bildiriminde bulunulmadığı, prim kesintisi yapılmadığı, davacının talep ettiği dönemin 1978-1984 ve mahkemece tespit edilen hizmet süresinin 1981-1983 tarihlerine ilişkin olmasına rağmen davanın 5 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra 11.04.2012 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Hâl böyle olunca, davacı tarafından dosyaya sunulan kimlik belgesi, 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinin 10. fıkrasında belirtilen Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde yer alan ve Kuruma verilmesi gereken belgelerden olmayıp, köy koruma bekçisi olan davacının silah taşıyabilmesi ve mermi bulundurabilmesi için mülki amir tarafından düzenlenen bir belge niteliğinde olup, hizmet tespiti davaları yönünden hak düşürücü süreyi kestiği kabul edilemez.
Bu durumda, 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinde düzenlenen 5 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu göz önünde bulundurularak karar verilmesi gerektiğinden direnme kararı yukarıda açıklanan gerekçelerle isabetli görülmemiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde bir kısım üyelerce, davacının 442 sayılı Köy Kanunu"nun 68 vd. maddeleri gereğince statü hukukuna tabi olduğu, davacı ile davalı işveren arasında hizmet akti ilişkisi bulunmadığı, bu nedenle 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinin 10. fıkrasında düzenlenen 5 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanamayacağı görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş çoğunluk tarafından benimsenmemiştir.
O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Diğer taraftan, dava 11.04.2012 tarihinde açılmış olmasına rağmen karar başlığında dava tarihi 30.12.2014 olarak yazılmış ise de mahallinde düzeltilebilecek maddi hata olarak değerlendirilmekle bozma nedeni yapılmamıştır.
SONUÇ : Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, aynı Kanun"un 440. maddesine göre karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 11.04.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık “somut olayda köy bekçisi olarak çalışan ve çalışması kuruma bildirilmeyen davacının talep ettiği hizmetlerinin tespiti bakımından dosyaya sunduğu ve İlçe Jandarma bölük Komutanı tarafından imzalanan kimlik belgesinin hak düşürücü süreyi kesen belgelerden sayılıp sayılamayacağı ve buradan varılacak sonuca göre hak düşürücü sürenin geçip geçmediği noktasında toplanmaktadır.
Yerel mahkemenin “hizmet tespiti davası açabilmek için Kanunda öngörülen sürenin 5 yıl olduğu, bu sürenin hizmetin sona erdiği tarihten itibaren başladığı, mevzuatımızda açık hüküm bulunmamasına rağmen yerleşik Yargıtay kararlarında Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği"nde belirtilen ve işveren tarafından Sosyal Güvenlik Kurumu"na verilmesi gereken belgelerin Kuruma verilmiş olması hâlinde bu sürenin işlemeyeceğinin vurgulandığı, sosyal güvenlik hakkının anayasal bir hak olup vazgeçilemez olduğu, bu nedenle hizmet tespiti davalarının resen araştırma ilkesine tabi olduğu, yine yerleşik Yargıtay kararlarında da vurgulandığı üzere bu davalarda feragatin dahi hüküm doğurmadığı, ortada resmi kurumlarca düzenlenmiş bir belgenin bulunması halinde de –bu belgenin yönetmelikte belirtilen ve kuruma verilmesi gereken belgelerden olmaması durumunda bile- hak düşürücü sürenin işlemeyeceği, resmi belgelerin aksinin ispatlanana kadar geçerli olduğu, bir kişinin bir iş yerinde çalıştığına dair delil teşkil edebilecek nitelikte resmî belge bulunması hâlinde hak düşürücü sürenin varlığından bahsetmenin normlar hiyerarşisinde Anayasadan daha alt sırada yer alan kanun ve yönetmeliğe "Anayasaya aykırı bir yorum getirmek" anlamına geleceği gerekçesiyle verdiği direnme kararı” çoğunluk görüşü ile Özel Dairenin “Davanın yasal dayanağı olan 506 sayılı Kanunun “Prim Belgeleri” başlığını taşıyan 79. maddesinin onuncu fıkrasında, yönetmelikle belirlenen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları, Kurumca saptanamayan sigortalıların, çalıştıklarını, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak (5) yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilâm ile kanıtlayabildikleri takdirde, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayılarının göz önünde bulundurulacağı açıklanmış olup, anlaşılacağı üzere, çalışmanın tespiti istemiyle hak arama yönünden getirilen süre, doğrudan doğruya hakkın özünü etkileyen hak düşürücü nitelikte olduğu ve dolması ile hakkın özü bir daha canlanmamak üzere ortadan kalkmadığı, davacı adına davalı işveren tarafından işe giriş bildirgesinin verilmediği, dönem bordrosu ve davalı işveren tarafından Kuruma bildirilen herhangi bir çalışmanın bulunmadığı, jandarma komutanlığınca imzalanan davacının köy koruyucusu ve bekçi olduğuna dair 13.10.1981 tarihli belgenin yönetmelikte belirtilen belgelerden olmadığı, hak düşürücü süreyi kesebilecek nitelikte herhangi bir belgenin dosya arasında bulunmadığı anlaşılmakla, Mahkemece tespitine karar verilen hizmet tarihini izleyen 1983 yılının sonundan itibaren hak düşürücü sürenin geçtiğinin anlaşıldığı” gerekçesi ile bozulmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için 442 sayılı Köy Kanunu’nun köy bekçileri ve korucuları hakkındaki hükümlerin bilinmesi ve düzenlenen görev belgesinin bu kapsamda Yönetmelikte belirtilen resmi belgelerden olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
442 sayılı Köy Kanunu’nun 68 ve devamı maddelerine göre “Köy sınırı içinde herkesin ırzını, canını ve malını korumak için köy korucuları bulundurulur (Madde 68). Her köyde en aşağı bir korucu bulunur (Madde 69). Korucular ihtiyar meclisi tarafından tutulur ve köy muhtarının vereceği haber üzerine kaymakamın buyrultusu ile işe başlar (Madde 70). Korucular köy muhtarının emri altındadır. Resmî işlerde onun her emrini tutmağa mecburdur (Madde 71). Korucular silahlıdırlar. Kendilerine karşı gelenler jandarmaya karşı gelmiş gibi ceza görürler (Madde 72).
İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunun temel ilkelerinden birisi de, işçi-sigortalı lehine yorum ilkesidir. İş hukukunun temel prensipleri arasında yer alan işçinin korunması ilkesinin bir sonucu olan işçi lehine yorum ilkesi, sosyal güvenlik hukukunda kendini sigortalı lehine yorum şeklinde göstermektedir. Sosyal güvenlik hukukunda genel amaç, bu haktan olabildiğince fazla kesimin yararlanabilmesi yani kapsamının genişletilmesidir. Diğer bir ifadeyle bu hukukun uygulanmasında esas alınacak temel ilkelerden birisi de şartlar elverdiği ölçüde sigortalı lehine yorum yapılmasıdır.
Sosyal devlet; bireylere belirli bir sosyal güvenlik hakkı ve asgari gelir düzeyi öngören, sağlık ve refah hizmetlerinden serbestçe yararlanma ve belirli bir yaşa kadar eğitim olanağı sunan, bir takım sosyal riskleri önleyici tedbirler alan devlet anlayışıdır. Sosyal devlet olmanın bir gereği ve sonucu da, sosyal güvenlik hakkının tüm bireylere sağlanması ve güvence altına alınmasıdır. Dolayısıyla, hukuk kuralı uygulanırken anayasada güvence altına alınan en temel haklardan biri olan sosyal güvenliğin esas ilkelerinden (sosyal güvenliğinin kapsamının ve uygulama alanının kişiler ve riskler açısından genişletilmesi) hareket ederek sigortalı lehine yoruma başvurulması yanlış olmayacaktır. Bu kapsamda, yorum yöntemi seçilirken tek bir yorum yönteminden hareket etmek yerine; bu hukuk dalının genel niteliği ve amacı da göz önüne alınarak yoruma başvurmak daha sağlıklı sonuçlar verecektir. Değişik tarihlerde verilen yargı kararlarına bakıldığında; sigortalı lehine yorum ilkesinin uygulamaya geçirildiği görülmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1990 yılında verdiği bir kararda (Y....K 14.2.1990 E. 1989/10-391 K. 1990/83); "Kanunun çok açık olmasına karşın yine de kuşkulu bir durumun varlığı iddia edildiği taktirde şüphenin sigortalının lehine yorumlanacağı ise iş ve sosyal güvenlik hukukunun temel ilkelerindendir" diyerek bunu vurgulamıştır (Prof. Dr. Nurgül Emine Barın, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku’nda Sigortalı Lehine Yorum İlkesi. Internatıonal Conference On EurasıanEconomıes 2016 s: 236 vd).
Anılan hükümlere göre köy bekçisi ve korucusu, mülki amirin ataması ile davalı köy tüzel kişiliğine atanmış ve mevzuat gereği kendisine silah ve cephane verilmiştir. Jandarma statüsü verildiği ve bu bakımdan amirinin İlçe Jandarma Bölük Komutanı olduğu açıktır. Dosyadaki 13.10.1981 tarihli köy koruma bekçisi görev belgesi amiri Bölük Komutanı tarafından düzenlenmiştir. Köy bekçisi ve korucusu olarak mülki amir emri ile ataması yapılan davacı hakkında düzenlenen bu belgenin işverenden sadır olduğunu kabul etmek gerekir. Mülki idare amiri tarafından düzenlendiğine göre resmî belgedir. Kurumca çalıştığı saptanabilecektir. Sigortalı lehine yorumda bunu gerektirmektedir. Yerel mahkemenin bu yöndeki direnmesi doğru olduğundan Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılınmamıştır.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.