Taraflar arasındaki "itirazın iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Üsküdar Asliye 4.Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.09.2007 gün ve 2007/27-254 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 28.10.2008 gün ve 2008/11747-12610 sayılı ilamı ile, (“...Davacı, avukat olduğunu, davalıya hizmet verdiğini, verdiği hizmetin karşılığı olarak 16.5.2005 tarihli sözleşme ile davalının 330.000 USD ödemeyi taahhüt etmesine ve aradan 15 ay geçmesine rağmen taahhüdünü yerine getirmediğini, kendisini haksız olarak azlettiğini, girişilen icra takibine de itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline % 40 tazminatın tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, dayanılan sözleşmede sözleşmeye konu taşınmazların satılması halinde 330.000 USD ödeneceğinin öngörüldüğünü, taşınmazların satılmadığını, vekillik görevi devam ederken ve alacak muaccel olmadan ihtarname gönderip talepte bulunduğunu, davacının hukuki bilgisizliği nedeniyle kendisine vekaleten yanlış davalar açtığını ve kaybettiğini, azlin haklı olduğunu, davacının talepte bulunamayacağını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, taraflar arasındaki sözleşmede, sözleşmeye konu taşınmazların satılmasından sonra davacı avukata sözleşme tarihine kadar ifa ettiği işler karşılığı olarak 330.000 USD ödeneceğinin kararlaştırıldığı, davalı Kooperatif Genel Kurul’unun 14.1.2007 tarihli oturumda taşınmazların satımını gayrı muayyen süre ile ertelediği ve böylece B.K. 154. maddesi hükmü çerçevesinde alacağın muaccel hale geldiği, azlin haksız olduğu gerekçe gösterilerek davanın kabulüne karar verilmiş; davalının temyizi üzerine Dairemizce onanmış; bu kez davalı karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
Toplanan delillerden ve dosya kapsamından davalı Kooperatifin davacı avukata verdiği 1.12.2001 tarihli vekaletname gereğince davacının davalıya vekaleten 24.5.2002 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden bahisle dava dışı idarenin tazminata mahkum edilmesini istemiş; adı geçen mahkemece de iç hukuk yolları tüketilmeksizin böyle bir dava açılamayacağı gerekçesiyle 27.4.2004 yönünde kabul edilmezlik kararı verildiği, yine davacı avukatın davalı vekili olarak 3.2.2005 tarihinde Maliye Hazinesine karşı Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Anayasa Mahkemesi"nce 2960 sayılı yasanın 3194 sayılı yasa ile değişik 3/g maddesinin iptal edilmesi ve iptal edilen yasa yerine yeni bir yasa çıkarmadığından bahisle, Üsküdar 4.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/27 esas sayılı dosyası ile tazminat davası açtığı, mahkemece Yasama Meclisini hazinenin temsil edemeyeceği gibi, Yasama Meclisine karşı böyle bir dava açılamayacağı gerekçe gösterilmek suretiyle açılan davanın 2.3.2005 gününde reddine karar verildiği, red kararının daha sonra Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiği, anılan mahkeme kararından sonra tarafların 16.5.2005 gününde bir araya gelerek işbu davaya konu edilen "İş ve Ücret Sözleşmesi"ni imzaladıkları, sözleşmenin "KONU" başlıklı bölümünde sözleşmeye konu edilen taşınmazlar listelendikten sonra "AMAÇ" başlıklı bölümünde de 7 bent halinde bu taşınmazların davacı avukatça kamulaştırılmalarının sağlanması veya kamulaştırılmasız el atma hükümleri çerçevesinde bedellerinin tahsil edilmesi veya imara açılmalarının sağlanması, yada orman olarak kamulaştırılmalarının sağlanması veya turizm alanı ilan edilmesi veya kamuya ait başka taşınmazla takas edilmesinin sağlanması, bu amaçların kısmen veya birlikte gerçekleştirilmesi taahhüdüne bulunulduğu, aynı sözleşmenin devam eden "Amaç Kapsamındaki Diğer İşler" başlıklı bölümünün 5.bendinde de "vekilin bugüne kadar ifa ettiği diğer hizmetleri karşılığında, sözleşmenin konu başlığı altında yazılı taşınmaz malların satılması halinde kendisine iş sahibi tarafından 330.000 USD ücret ödenecektir" yazılı olup, davacı da sözleşmenin bu hükmüne dayanarak talepte bulunmuştur.
Öncelikle belirtmek gerekir ki az yukarıda da açıklandığı gibi davacı avukat, davalı müvekkilinin yararına olmayacak şekilde, onu yönlendirmek suretiyle yasama meclisine karşı dava açmış, iç hukuk yollarını tüketmeden yine ona vekaleten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden tazminat talebinde bulunmuştur. Nitekim açılan her iki dava da davalı müvekkilin aleyhine sonuçlanmıştır. Sözleşme tarihine kadar davacı vekilin, davalı müvekkili yararına yaptığı herhangi bir iş de bulunmamaktadır. Buna rağmen davalıya güven telkin etmek ve ileriye yönelik olarak verdiği bu güvenin sonuçlarını taahhüt etmek suretiyle, onunla eldeki davaya konu edilen sözleşmeyi imzalamış olmasına rağmen taahhütlerini gerçekleştirememiştir. Kaldıki sözleşmede davacı avukatın üstlendiği 7 bent halinde belirtilen işler çok geniş kapsamlı, bunlardan birisi olmaz ise diğerinin gerçekleştirileceği belirtilmiş ise de, bunların çoğu avukat tarafından gerçekleştirilmesi olanağı olmayan hususlardır. Oysaki B.K. 390 ve devamı maddeleri hükümlerine göre vekalet ilişkisi karşılıklı güvene dayalı bir ilişki olup, vekilin üstlendiği görevini ve yapacağı işi doğruluk ve özenle yerine getirmesi zorunlu olduğu gibi, gerçekleştiremeyeceği, yerine getiremeyeceği hususları vekil olarak avukatın vaad etmemesi, böyle bir işi kabul etmemesi gerekir. Davacı avukat bu kuralı ihlal etmiş dolayısı ile davalı vekil edeninin güvenini sarsmış olup, bunu fark eden davalı vekil eden haklı olarak davacıyı vekillikten azil etmiştir. Öyle ise azil haklı olduğundan, davacının gerçekleştirdiği davalı yararına olumlu iş de olmadığından davacı davalıdan bir talepte bulunamaz. Mahkemece, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. Ne varki mahkeme kararı bu gerekçe ile bozulacak iken zuhulen onanmış olduğu yeniden yapılan inceleme sonucunda anlaşıldığından davalının karar düzeltme talebi kabul edilmeli, dairemiz onama kararı kaldırılmalı, mahkeme kararı bozulmalıdır...”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 15.07.2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi.