14. Hukuk Dairesi 2016/18057 E. , 2017/8913 K.
"İçtihat Metni"
Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 17.04.2015 gününde verilen dilekçe ile önalım hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil talebi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın reddine dair verilen 14.07.2016 günlü hükmün Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 28.11.2017 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili ... İnş. vekili Av. ... vekili geldi. Karşı taraftan gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen tarafın sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
KA R A R
Dava, önalım nedeniyle tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin paydaşı olduğu 7379 ada 3 parsel sayılı taşınmazda paydaşlardan dava dışı payını davalılar ve ...’a sattığını satışa konu payın önalım hakkına dayalı olarak iptali ve adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin dava konusu taşınmazın satışa konu olan payını enişte işlemin satış olarak gözükse de gerçekte bağış olduğundan bahisle davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun "Yasal Önalım Hakkı-Önalım Hakkı Sahibi" başlıklı 732. maddesinde “Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler” hükmü düzenlenmiştir.
Anılan düzenlemede, önalım hakkının açık bir tarifi yapılmamakla birlikte temel prensibin mülkiyet serbestisi ve tasarruf yetkisi olduğu gözetilerek paydaşın temlik hakkı sınırlandırılırken bu sınırlandırma sınırlı tutularak sadece satım akitleri için önalım hakkı öngörülmüştür.
Gerçek bir satışın konusu olmayan, satım niteliğinde olmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır. Önalım hakkının payın satışındaki şartlar dahilinde kullanılması gerektiğinden, payı paradan başka bir karşılıkla iktisap edenlerden, aynı şartlar yerine getirilmek suretiyle temellük etmeye imkan bulunmamaktadır.
Payı satın alan tarafından, temlik işleminin satış olarak gösterilmekle birlikte gerçekte hibe olduğu savunmasında bulunulması halinde, diğer bir anlatımla hibe ile temlikin amaçlandığının iddia edildiği hallerde, payı temlik alan davalı muvazaalı resmi işlemin tarafı olduğundan ve hiç kimse kendi muvazaasına dayanamayacağından muvazaa iddiasının dinlenmeyeceği açıktır.
Bunun yanında, paydaş payını karı ve kocaya, çocuklarına yahut akrabaya temlik ederse görünüşte satış sözleşmesi yapılsa bile miras hukuku ile ilgili amaçların yada bağışlama gibi düşüncelerin hakim olduğu durumlarda önalım hakkının kullanılmayacağı 27.03.1957 günlü ve 1956/12 Esas, 1957/2 Karar sayılı Yargıtay İçtihatı Birleştirme Kararında belirtilmiştir.
Anılan kararın açıklayıcı olan gerekçe kısmında; “Miras hukukuna müteallik kaidelere tevkifan veya sair mülahazalarla kendi evladına veya akrabasına satış yapması halinde de şufa cereyan edip etmeyeceği noktasının mülahaza olunmak icap eder. Bu gibi akrabaya satışta ortada satış akdinin bir unsuru olan bedel zikredilmiş olsa bile bunu mücerret bir satış olarak kabul etmeye imkan yoktur. Çünkü burada mümellikin maksadı malının bedelini almak değil, belki akrabalık münasebeti dolayısıyla onu tesahüp etmek ve yerine geçmektir” açıklamasına yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere kararın hem bağlayıcı olan sonuç kısmında ve hem de açıklayıcı olan gerekçe kısmında özel bir hukuki statüyü ifade eden “mirasçı” teriminin tek başına kullanılmasından özenle kaçınılmış ve daha geniş olan “akraba” kavramına da yer verilmiştir. Bu halde, kararın sadece satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçı olan kişileri kapsamına aldığının kabulü mümkün değildir.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı ve bunu her türlü delille ispat edemeyeceği kuralının istisnası olduğu görülmektedir. Anılan kararın uygulanabilmesi için öncelikle satışın, satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçılar arasında yapılması gerekmeyip, temlikin taraflarının akraba olması yeterlidir. Temlikin akrabalar arasında satış şeklinde yapılmış olması halinde ise bu kez İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı “hibe veya miras hukukuyla ilgili amacı” nın bulunup bulunmadığı hususunun, diğer bir ifade ile akrabalar arasında yapılan her temlikte somut uyuşmazlığın niteliğine göre temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapılmış olup olmadığının yöntemince ispatı aranmalı ve ispatı halinde temlikle önalım hakkının kullanılmasının mümkün olamayacağı gözetilmelidir.
Somut olayda; mahkemece davaya konu taşınmazın davalıların murisi olan tarafından davalıların yaşları küçük olması ve de bulunmamaları nedeniyle tapu kaydını kendi üzerine aldığı ve daha sonra bu taşınmazın ileride çocuklarına vermek için herhangi bir bedel ödenmeksizin devredildiği, ölümünden sonra tarafından yine herhangi bir bedel ödenmeksizin davalılara devredildiği göz önüne alındığında davacı tarafın taşınmazının sınırlarıyla davalıların taşınmazının sınırları belli olduğundan davacı tarafın bu durum karşısında önalım hakkını kullanma gibi bir hakkının bulunmadığı, ayrıca belediyenin uygulamış olduğu imar çalışmalarından dolayı bu hissedarlık durumunun oluştuğu göz önüne alındığında da davacının almış olduğu taşınmazın daha sonra imar uygulaması neticesi hisse olarak eklendiği bu durum itibariyle önalım hakkının olmayacağı anlaşılmaktadır. Kanun hükümleri uyarınca önalım hakkını kullanmada iyi niyet esastır. Davaya konu taşınmazın ilk alındığı tarihten itibaren her iki davalıya ait olduğu, davacının bu taşınmaza sonradan girdiği, 14/03/2012 tarihinde yapılan satışın hisse değerinin 5.500,00 TL olarak gösterilmiş olduğu halde aradan 2 gün geçmesi sonrası aynı taşınmazın davacıya yapılan satışın hisse değerinin 250.000,00 TL olarak gösterilmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu ve kendilerine karşı kullanılacak önalım hakkını önlemek bakımından bu değerin gösterilerek taşınmazın satın alındığı, bu durumun iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığı izlenimi uyanmış ve davacının kötü niyetli olduğu kanısını doğurmuştur. Bütün bu anlatımlar ışığında davacının dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı ve davacının önalım hakkının bulunmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davalılara dava konusu payları satan davalıların anne bir kız kardeşi aynı zamanda amcasının kızı eşi olduğunun dosya içerisindeki nüfus kayıt örneklerinden sabit olduğu anlaşıldığından; payları devredenin davalılar ile yakın akrabalık bağı olduğu sabittir, 27.03.1957 günlü ve 1956/12 Esas, 1957/2 Karar sayılı Yargıtay İçtihatı Birleştirme Kararı dikkate alındığında alıcı ve satıcının yakın akraba oldukları, yapılan satışın gerçekte bağış olduğu anlaşılmaktadır.
Davanın, açıklanan bu nedenle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle reddi doğru değildir. Ancak, hüküm sonuç itibarı ile doğru olduğundan HUMK"nun 438/son maddesi uyarınca hükmün gerekçesinin açıklandığı şekilde değiştirilerek düzeltilmesine ve kararın düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda yazılı nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddine, yerel mahkeme hükmünün gerekçesinin yukarıdaki şekilde DEĞİŞTİRİLEREK hükmün bu gerekçe ile ONANMASINA, peşin harcın istek halinde yatırana geri verilmesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.11.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.