11. Hukuk Dairesi 2016/6257 E. , 2017/6784 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen davada ... Asliye Ticaret Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 28/12/2015 tarih ve 2015/25-2015/787 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi temlik alan davacı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 28.11.2017 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan temlik alan davacı vekili Av. ... ile davalı vekili Av. ... dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirket bünyesindeki varlıkları (Catering Hizmetlerinin) satmaya karar vermesi üzerine alımına ... olduğunu, tarafların 05.11.2007 tarihli Varlık Satış Sözleşmesi"ni imzaladıklarını, sözleşmeye göre devir bedelinin 20.000.000 USD olup avans olarak 2.000.000 USD ödemenin öngörülmesi üzerine bu miktarı ödediğini, kalan kısmın daha sonra ödenmek üzere anlaşıldığını, ancak ödemenin gerçekleşmemiş olması gerekçesi ile davalının 02.01.2008 tarihli yazısı ile sözleşmeyi feshedip yapılan avans ödemesini ceza-i şart olarak kabul ederek irat kaydettiğini, fesih sonrası başka bir şirkete satış işleminin gerçekleştiğini, davalının bu davranışının hatalı ve haksız olup avans olarak verilen bedelin iadesinin gerektiğini ileri sürerek, şimdilik 10.000 USD"nin 28.07.2008 tarihinden itibaren dövize uygulanan en yüksek faiz oranı ile 11.07.2012 tarihli ıslah dilekçesiyle de 2.000.000 USD"nin tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, davacı tarafından sözleşme gereğince ifa edilmesi gereken yükümlülüklerin zamanında ifa edilmediğini, sözleşmede satım bedelinin bir bütün olarak belirlendiğini, ön koşullarda yer alan kıdem tazminatı teminat mektubunun temin edilmediğini, ödeme için kesin mehle riayet edilmediğini, sözleşmede kesin mehil belirtildiğini, kesin mehile uyulmaması halinde sözleşmenin kendiliğinden fesh olunacağının kararlaştırıldığını, davacıya yeni bir mehil verilmesi zorunluluğu bulunmadığını, feshin usulsüz olmadığını, sözleşmenin 13.3 maddesi gereğince avans ödemesinin cezai şart olarak irat kaydedildiğini, müvekkili tarafından üzerine düşen bütün edimlerin süresi içinde yerine getirildiğini, BK"nın 107. maddesi gereğince ifa tarihinin kesin olarak belirlendiğini savunarak, davanın husumet, zamanaşımı ve esas yönünden reddini istemiştir.
Mahkemece uyulan bozma ilamı doğrultusunda, davacının sözleşme gereği ödeme borcunu yerine getireceği tarihin 31/12/2007 olarak belirlendiği, bu kesin süreye rağmen davacının sözleşme bedelini ödeyemeyeceğini bildirdiği ve sunduğu 15/08/2008 tarihine kadar vadeler içeren ödeme planı sunduğu, bu durumda ödemesinde şüphe ve tereddütle kesin vade konmasının sözleşme ve tereddütle kesin vade konmasının sözleşme hükümlerine ve karşılıklı edimlerin yerine getirilmesi ilkesine aykırı olacağı, davacının beyanları ile sözleşmenin asıl edimi olan devir bedelinin bakiyesini kararlaştırılan tarihte ödeyemeyeceğinin belirlendiği, yeni bir mehilin dahi sonuçsuz kalacağı, ayrıca söz konusu miktarın davacının ekonomik mahvına neden olmayacağı, zira dosyaya celbedilen kurumlar vergi beyannamesi ve bilanço kayıtlarında ilgili dönem itibariyle de öz kaynağının 15.133.388,75 TL olarak görüldüğü, davacının 2010 yılında da bu öz varlığının korunduğu, tarafların tacir sıfatları, sözleşmelerin imzalanırken ve ticari ilişkiye girildiğinde sonuçlarından basiretli tacir olarak emin olmaları gerektiği, düzenlenen sözleşme hükümlerini mali bünyelerinde inceleyerek kurmaları gerektiği, bu rakamlar karşısında cezai-şart olarak nitelenen rakamın ödenmesinde tenkise gidilme koşullarından oluşmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, taraflar arasındaki 05.11.2007 tarihli varlık satış sözleşmesinin davalı tarafından haksız feshine dayalı olarak davacı tarafından ödenen avansın iadesi istemine ilişkindir.
Dairemiz bozma ilamında, davalının ilkesel olarak davacı tarafından yapılan avans ödemesini cezai şart olarak mahsup etmesinde sözleşmeye aykırı bir yön bulunmadığı kabul edilerek, bu mahsubun davacının ekonomik mahvına neden olacak bir miktar olup olmadığı, tenkisine gerek bulunup bulunmadığı hususlarının değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği belirtilmiş olup, mahkemece bozma ilamına uyulmasına karar verilmiş ise de bozma gereği yerine getirilmemiştir.
6762 sayılı TTK.nun 24. maddesi ( 6102 sayılı YTTK"nın 22 md) uyarınca; “Tacir sıfatını haiz bir borçlu Borçlar Kanunu’nun 161. maddesinin 3. fıkrasında yazılı hallerde, fahiş olduğu iddiasıyla cezai şarttan indirim yapılmasını mahkemeden isteyemez.” Ancak, kararlaştırılan cezai şart miktarının ekonomik yönden borçlunun mahvına sebebiyet verecek ölçüde yüksek olduğunun saptanması durumunda cezai şarttan makul oranda indirim yapılabileceği Yargıtay uygulamalarında kabul edilmektedir. Ne var ki, bu şekilde bir indirime gidilebilmesi için borçlunun ekonomik durumu yönünden ayrıntılı bir inceleme yapılması ve kararlaştırılan cezai şartı ödemesinin ekonomik yönden mahvına sebep olup olmayacağı hususunun belirlenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, mahkemenin tarafların basiretli tacir olarak sözleşmeler imzalanırken ve ticari ilişkiye girildiğinde sonuçlarından emin olmaları ve düzenlenen sözleşme hükümlerini mali bünyelerinde inceleyerek kurmaları gerektiği şeklindeki gerekçesi yerinde olmadığı gibi, cezai şartın ekonomik mahva sebebiyet verip vermediği konusunda ayrıntılı bir inceleme yapıldığından da söz edilemez. Zira davacı cezai şartın ekonomik olarak mahvına sebebiyet verdiğini, şirketin gayri faal ve borca batık hale geldiğini, bu durumun bozma öncesi alınan bilirkişi raporları ile de sabit olduğunu ileri sürerek, muhtelif icra takip dosyalarını da delil olarak göstermiştir. Davalı yan ise, davacının iddialarının aksine şirketin borca batık durumda olmadığını, bilakis sermaye artırım kararı alındığını, bunun mali müşavir raporu ile de sabit olduğunu, şirketin ekonomik mahva uğramadığını savunmuştur. Mahkemece tarafların bu iddia ve savunmaları yönünden bir inceleme ve değerlendirme yapılmaksızın, sadece şirketin kurumlar vergisi beyannamesi ve bilanço kayıtları esas alınarak ilgili dönem itibariyle davacı acentenin öz kaynak miktarı ve
bu miktarın 2010 yılında da korunduğu belirlemesi ile yetinilerek, cezai şartın ekonomik mahva sebebiyet vermediği ve tenkis koşullarının oluşmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, davacı şirketin ekonomik durumu yönünden konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bir heyet marifetiyle davacının ticari defter ve kayıtları, bilançoları, verilen vergi beyannameleri, icra takip dosyaları, şirket sicil dosyası vs. gibi kayıtlar üzerinde inceleme yaptırılarak yukarıda belirtilen indirim koşullarının bulunup bulunmadığı konusunda ayrıntılı ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınıp varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi amacıyla eksik incelemeye dayalı kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, takdir olunan 1.480,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 30/11/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.