14. Hukuk Dairesi 2017/4217 E. , 2017/8687 K.
"İçtihat Metni"
Davacı tarafından, davalılar aleyhine 30.09.2013 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil talebi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın reddine dair verilen 30.09.2015 günlü hükmün Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davacı ... vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 23.05.2017 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Av. ... ile karşı taraftan davalılar vekili Av. ... geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı vekili, 30.09.2015 tarihli dava dilekçesi ile davacının 1933 doğumlu, davalılardan (1946 doğumlu) eşi olduğunu, 12.09.1961 tarihinde evlendiklerini, diğer davalının ise müşterek çocukları olduğunu, davalı 1963 doğumlı kızı sebep olduğu bir tartışma sonrası davacının eşinin ortak konutu terk ettiğini, 210 ada, 702 parsel sayılı taşınmazın bedeli davacı tarafından ödenerek davalı eşi adına 06.11.1986 tarihinde dava dışı şahıstan satın alındığını, üzerine davacı tarafından otel yapıldığını, davalı eşinin 06.06.2002 tarihli genel vekaletnamesi uyarınca işletildiğini; ancak, muvazaalı olarak çok düşük bir bedelle tapudan 15.07.2013 tarihinde 1.700.000 TL.ye diğer davalıya devredildiğini, taşınmaz üzerinde altı katlı otel binası bulunduğunu, davalı ..."in taşınmazın edinilmesine herhangi bir katkısının bulunmadığını, ayrıca davacının, yapının değerinin arsanın değerinden kat kat fazla olduğunu ileri sürerek, 210 ada 702 parselde kayıtlı taşınmazın arsa değerinin davalılara verilmesi suretiyle adına tescilini talep etmiştir.
Davalılar vekili, 27/12/2013 tarihli cevap dilekçesinde inanç sözleşmesinin yazılı delil ile ispatı gerektiğini, resmi senet ve tüm inşaat ile
ilgili belgelerin davalı adına olduğunu; ayrıca, TMK 724 maddesi şartlarının bulunmadığını, taşınmazın gerçek bir satışla temlik edildiğini, satış sözleşmesindeki 1.700.000 TL"nin gerçek değer olduğunu, davacı ile davalı ... arasında sayılı dosyasında boşanma davasının ve sayılı dosyasında mal rejimine dayalı davanın derdest bulunduğunu, davacının tescil talebinin hukuken dayanağı bulunmadığını, davacının yemin teklif etme hakkının bulunduğunu, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, kanıtlanamadığından davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
1-Yapılan yargılamaya, toplanan deliller ve tüm dosya içeriğine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2-Dava, inanç sözleşmesine ve muvazaa iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa HMK’nun 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delille veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden 818 sayılı Borçlar Kanununun 125. maddesi 6098 sayılı yeni Borçlar Kanununun 146. hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
İnanç da bir sözleşme olup, genel zamanaşımı süresine tabi ise de buradaki sürenin başlangıcı, inanç gösterilenin borcunu yerine getirmeyeceği konusundaki tavrının ortaya çıkması ile başlar. Diğer bir anlatımla, inanç gösteren kişinin hakkına yargısız ulaşabileceği umudunun tükendiği tarih zamanaşımı süresinin başlangıcını teşkil eder.
Somut olaya gelince; davacı vekilinin duruşmalardaki açık beyanına göre dava, inanç sözleşmesi ve muvazaa iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davacı, inanç sözleşmesine dair diğer tarafın imzasını içeren herhangi bir yazılı delil ibraz edememiştir. Davalı ..."ın 26.03.2014 tarihli celsedeki "Açılan davayı kabul etmiyorum, dava konusu taşınmazların edinilmesinde, davacı kadar belki daha fazla benim emeğim geçti, bu nedenle davayı kesinlikle kabul etmiyorum, benim herhangi bir gelirim olmadığına ilişkin dava dilekçesindeki anlatımı kabul etmiyorum. Ben her zaman davacı ile birlikte çalışıp gayret sarf ettim aynı zamanda çocuklarımızı büyüttüm." şeklindeki beyanı ve 06.05.1996 tarihli Maliye Bakanlığı yoklama fişinde "İşyeri Mülkiyetinin Kime Ait Olduğu: ..."a aittir." şeklindeki yoklama fişinde davalıların imzası bulunmadığı değerlendirildiğinde bir yazılı delil başlangıcından söz etme olanağı bulunmamaktadır.
Ancak, davacı vekili 31.10.2013 havale tarihli dilekçesinde yemin deliline dayandığını bildirdiğinden, mahkemece davacıya yemin delilini kullanıp kullanmayacağının hatırlatılması, HMK’nun 225 ve devamı maddeleri (Eski HUMK.nun 337 ve devam eden maddeleri) gereğince işlem yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu husus yerine getirilmeden yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1 numaralı bentte yazılı nedenlerle davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, 2 numaralı bent uyarınca davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile hükmün yazılı gerekçe ile BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, 1.480 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
21.11.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.