Esas No: 2021/6745
Karar No: 2022/1914
Karar Tarihi: 17.02.2022
Yargıtay 6. Ceza Dairesi 2021/6745 Esas 2022/1914 Karar Sayılı İlamı
6. Ceza Dairesi 2021/6745 E. , 2022/1914 K."İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Hırsızlık
HÜKÜMLER : Beraat
Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
Somut olayda sanıkların, katılan ...’ye ait baraj şantiyesinde bulunan taş ocağından üç (3) kamyon dolusu toprak, kum ve çakılı aldıkları, ancak ihbar üzerine ...’in arazisine götüremeden yolda yakalandıkları konusunda her hangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
İsnat olunan fiil dolayısıyla sanıkların 5237 sayılı TCK’nın 141/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan işbu kamu davasında, ilk derece mahkemesi 5271 sayılı CMK’nın 223/2-a maddesi uyarınca sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar vermiş, karar katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, suçun sübuta ermesi nedeniyle sanıkların isnad olunan suçtan mahkûm edilmeleri gerektiği görüşündedir.
Dairemize göre, öncelikle suç kastı ve cezai sorumluluğu ortadan kaldıran ya da etkilen hallerden olan “Hata” açısından değerlendirme yapmak gerekir.
5237 sayılı TCK'nın "Hata" başlıklı 30. maddesi dört fıkra halinde;
"(1)Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır.
(2)Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
(3)Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
(4)(5377 SK ile eklenen ...) İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz"
Şeklinde çeşitli hata hâlleri düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında suçun maddi unsurlarında hataya ilişkin hükme yer verilmiştir.
İkinci fıkra ile kişinin, suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususundaki hatasından yararlanması öngörülmüş olup, buna göre örneğin, öldürdüğü kişinin kardeşi olduğunu bilmeyen fail, kasten öldürme suçunun nitelikli hallerinden olan kardeşini öldürmekten değil, kasten öldürmenin temel şeklinden sorumlu olacak, değersiz zannederek değerli bir kolyeyi çalan fail hakkında da değer azlığı hükmü uygulanacaktır.
Üçüncü fıkrada, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait şartların gerçekleştiği konusunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişinin, bu hatasından yararlanacağı hüküm altına alınmış olup, fıkrada hem hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında hata, hem de kusurluluğu etkileyen hata halleri düzenlenmiştir. Failin bu fıkra hükmünden yararlanabilmesi için, bulunduğu durum itibarıyla hatasının kaçınılmaz olması şartı aranmıştır. Maddeye 5377 sayılı Kanun ile eklenen dördüncü fıkrada ise, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişinin cezalandırılmayacağı hüküm altına alınmıştır.
Uyuşmazlığa ilişkin olarak maddenin üçüncü fıkrasının daha ayrıntılı ele alınması gerekmektedir.
Maddenin üçüncü fıkrasının gerekçesinde;
"Hükûmet Tasarısının 23 üncü maddesinin 3 üncü fıkra veya bendinde düzenlenen “hukuka uygunluk nedenlerinde hata” ile ilgili hüküm, bölüm başlığına paralel olarak değiştirilmiştir. Madde metnindeki “hukuka uygunluk nedenleri” yerine, “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler” ibaresi konulmuştur. Somut olayda söz konusu nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanabilecektir. Ancak, bunun için hatanın kaçınılmaz olması gerekir. Hatanın kaçınılabilir olması durumunda ise, kişi işlediği fiilden dolayı sorumlu tutulacak ve fakat bu hata, temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır." denilmektedir.
TCK'nın 26(2) maddesinde düzenlenen ilgilinin rızası bir hukuka uygunluk nedenidir. Malın alınmasına ilişkin rıza, alma fiilinden önce veya en geç alma fiilinin icrası sırasında gösterilmelidir ki, fiil hukuka uygun olsun. Alma fiilinin gerçekleşmesinden sonra, mal sahibinin bu fiile muvafakat etmesi, fiili hukuka uygun hale getirmemektedir. Belirtmek gerekir ki, “helalleşmek”, önceden işlenmiş olan haksız fiili hukuka uygun hale getirmemektedir; bu haksız fiil dolayısıyla kişi hakkında sadece özel hukuk ve bazı durumlarda kamu hukuku yaptırımı uygulanmasının önüne geçer.
Bu itibarla, sorunu rızanın varlığı konusunda hataya ilişkin hükümlere (TCK, m. 30, f. 1, 3) göre değerlendirmek gerekir. Malın alındığı sırada sahibinin rızasının varlığı düşüncesiyle hareket edilmesi halinde, malın alınması bakımından rızanın bir hukuka uygunluk sebebi olması itibarıyla, sorunun bir hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında kaçınılmaz bir hataya düşülüp düşülmediği noktasında suçun konusu, olayın özellikleri, sanıkların sosyal ve ekonomik durumları v.b. hususlar dikkate alınmak suretiyle ayrıca bir değerlendirme yapılması gerekir.
Hukuka uygunluk varlığı konusundaki kaçınılmaz hata, kastı kaldırmaktadır. Başka bir ifadeyle, kaçınılmaz olan bu hatanın varlığı halinde, toprağı alan kişilerin, yani sanıkların hırsızlık suçu bakımından kastından söz edilemez. Kastın yokluğu halinde hırsızlık suçu oluşmaz.
Bu açıklamalardan sonra somut olay değerlendirildiğinde;
Evveliyetle belirtmek gerekir ki sanıklar ..., ... ve ...’nın kamyon şoförleri olup, suç kastı olmaksızın katılan kurum tarafından taşere edilen firmada çalışan işçiler olduğundan ve diğer sanık ...’nin fiiline fiilin suç olduğunu bilerek ve isteyerek iştirak ettiklerine dair mahkûmiyetlerine yeterli, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından, aynı şekilde sanık ...’un da sanık ...’nin fiiline iştirak ettiğine dair mahkûmiyetine yeterli, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden sanıklar hakkında verilen beraat kararlarında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Katılan ...’nin cevabi yazısında belirtildiği üzere barajdan çıkarılan toprağın maddi değerinin bulunmadığının anlaşılması karşısında; sanık ...’in suça konu toprakları taşeron firma yetkilisi olan ...’un özetle ve mealen “hafriyatları alabilirsiniz” demesi üzerine üç(3) kamyon toprağı almaya tevessül ettiği ancak mal sahibinin rızasının bulunduğu hususunda kaçınılmaz hataya düştüğünü kabul etmek gerekmiştir.
26.05.2004 gün ve 5177 sayılı Kanunla değişik 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 2/a maddesinde, “ inşaat ile yol yapımında kullanılan kum ve çakıl” maden olarak kabul edilmiştir.
Aynı Kanun’un beyan usulünü düzenleyen 10/son. maddesinde ise; “Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri mahfuzdur.” denilmektedir.
Bu itibarla, başkasına ait maden ocağından çıkarılan toprak, kum ve çakılın sahibinin rızası olmaksızın alınması fiilinin hırsızlık olarak nitelendirilmesi doğrudur. Ancak; katılan kurum açısından maddi bir değeri olmadığı belirtilen suç konusu toprağı, hukuka uygunluk nedenlerinden olan “ilgilinin rızası”nın varlığı konusunda kaçınılmaz bir hataya düşerek alan sanık ...’nin suç kastının ortadan kalktığını, diğer sanıklar Ulaş, Harun, İsmet ve Yakup’un ise başlangıçtan itibaren suç kastlarının bulunmadığını kabul edip, 5271 sayılı CMK’nın 223/2-c maddesi uyarınca, kast yokluğu gerekçesiyle beraat kararları vermek gerekirdi.
Ancak; ilk derece mahkemesince sanıklar hakkında CMK’nın 223/2-a maddesi uyarınca “yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması” sebebiyle beraat kararı verilmiş ise de;
CMK’nın 302/3 maddesi uyarınca, karar yalnızca “hükmü etkileyecek nitelikteki hukuka aykırılıklar nedeniyle” bozulabilir. Ancak, bu husus verilen beraat hükmünü etkilemediğinden bozma sebebi yapılmamıştır.
Ayrıca UYAP'tan alınan nüfus kaydına göre, sanık ...’nın ilk derece mahkemesi kararından sonra 02.10.2020 tarihinde öldüğü anlaşıldığından “Lekelenmeme Hakkı” açısından ayrı bir değerlendirme yapmak gerekir.
5271 sayılı CMK'nın 223(9) hükmünün uygulanması ve özellikle “derhâl” kavramının nasıl yorumlanması gerektiği hususunda doktrin ve uygulamada iki ayrı görüşün ortaya çıktığı söylenebilir.
Birinci görüşe göre; 5271 sayılı CMK'nın 223 (9)'da yer alan “derhâl” kavramını, “… delil takdirine girmeden beraat kararı verilebilecek”, “İşin esasına girmeden fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması” ya da “kanun değişikliği ile fiilin sonradan suç olmaktan çıkartılması hâlleri” ile sınırlı kabul etmek ve maddeyi de bu kabul ışığında uygulamak gerektiğinden; zamanaşımı süresi dolduğu için dosyanın esasına girmeden, davayı düşürmek gerekir.
Doktrin tarafından büyük ölçüde benimsenen diğer görüşe göre ise; yargılamanın geldiği aşama itibariyle ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan, verilmiş olan beraat kararı usul ve yasaya uygun bir karar olarak değerlendiriliyorsa, iş bu karar dairesince onanmalıdır. Eğer dairece yapılan değerlendirmeye göre; beraat kararı hukuka ve yasaya uygun olarak kabul edilemiyorsa, diğer bir anlatımla örneğin, sanığın mahkûmiyetine karar vermek gerekiyorsa ya da eksik soruşturma söz konusuysa, o takdirde davanın zamanaşımından düşürülmesi gerekir.
Aşağıda açıklayacağımız gerekçeler ışığında birinci görüşün; kanunun lafzına da, ruhuna da uygun olmadığını düşünmekteyiz.
Bilindiği üzere, 5271 sayılı CMK’nın yazılı bir gerekçesi yoktur. “Derhâl” kelimesi “çabucak” (bkz. tdk.gov.tr internet sayfası) anlamına gelmekte olup, madde metninde; “davanın esasına girmeden”, “delil takdiri gerektirmeyen durumlar” ya da “fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması” ve benzeri sınırlayıcı kavramlar mevcut değildir. Bu nedenle, belirtilen hususları 5271 sayılı CMK’nın 223(9)’ncu maddesinin uygulama koşulları olarak kabul etmek mümkün değildir.
Değil mahkeme ve hâkim, gerektiğinde Cumhuriyet savcısı ve kolluk amiri (Örneğin; 5271 sayılı CMK'nın 119 hükmü uyarınca aramada ...), kolluk ve hatta üçüncü kişiler (5271 sayılı CMK'nın 90. maddesi hükmü uyarınca, suçüstü halinde “herkes” tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir.) bile, “delil takdiri” yapabilirken, işi bu olan hâkimin, delil takdirine giremeyeceği görüşü kabul edilemez. Mahkeme ve hâkimin, 5271 sayılı CMK m. 223 (9) bağlamında bağlamında da delilleri serbestçe takdir edip, değerlendirmesi son derece doğaldır.
Esasen fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediği durumlarda iddianame düzenlenemez. Düzenlenirse; bu iddianame, iadeye mahkûmdur. Her nasılsa böyle bir iddianame kabul edilmiş ise, o taktirde öncelikle beraat kararı verilmesini gerektiren bir durum söz konusudur.
Kanun değişikliği ile fiilin suç olmaktan çıkartılması durumunda da, hiç kuşkusuz derhâl beraat kararı verilmesi gerekir.
Kanaatimizce, “derhâl” kavramı dar (yukarıda belirtilen durumlarla sınırlı) yorumlanmak yerine; İ.H.A.S. 6, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36 ve 38. maddelerinde vurgulanan “Masumiyet Karinesi” ve “Adil Yargılanma Hakkı” ile ceza muhakemesine egemen ilkelerden olan “Lekelenmeme Hakkı” dikkate alınmak suretiyle, “yargılamanın geldiği aşama itibariyle” diğer bir ifadeyle “ilâve bir delil toplanmasına ya da araştırma yapılmasına gerek kalmadan ...” olarak anlaşılmalı ve yorumlanmalıdır.
5271 sayılı CMK'nun 223 (9)’ncu maddesi hükmünün uygulanabilmesi için, beraat kararının hangi nedenden dolayı verileceği önemli değildir. Yâni, beraat hükmü, söz konusu maddenin ikinci fıkrasında yer alan beş nedenden (1- Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, 2- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, 3- Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, 4- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması ve 5- Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması) herhangi birisine dayanılarak verilebilir. Önemli olan beraat kararının derhâl verilebilecek olmasıdır.
Derhâl yâni yargılamanın geldiği aşama itibariyle, başka bir ifadeyle de, ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebiliyorsa; artık koşulları olsa bile, “durma” “düşme” veya “ceza verilmesine yer olmadığı” kararı verilemez.
Zamanaşımına ilişkin görüşümüz sanığın ölmesi durumunda da geçerlidir.
Somut olayda, sanık ... aleyhine hırsızlık suçundan açılan davada 11.01.2016 tarihinde beraat kararı verilmiş olup, işbu karar katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir.
06.02.2021 günlü tebliğnameden de anlaşılacağı üzere, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, işbu kararın ölüm sebebiyle bozulması gerektiği görüşündedir.
Her ne kadar sanık "02.10.2020" tarihinde ölmüş ise de;
Usul ve yasaya uygun olan beraat kararı yerindedir.
5271 sayılı CMK'nun 223. maddesinin âmir hükmü uyarınca; sanık ölmeseydi, davanın esasına girip, işbu kararı onamamız gerekirdi diyorsak artık; sırf sanık yargılama aşamasında öldü diye davayı düşüremeyiz, yani şüpheli ya da sanığı lekelenmiş durumda bırakamayız.
Tüm bu anlatılanlar ışığında somut olayda, sanık ... ve diğer sanıklar ile ilgili tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir.
Açıklanan nedenlerle;
Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre; katılan vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükümlerin tebliğnameye aykırı olarak ONANMASINA, 17.02.2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.