1. Hukuk Dairesi 2019/1647 E. , 2021/2044 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 37. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda ilk derece mahkemesince davanın kabulüne dair verilen kararın davalı tarafından istinafı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesince, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak dosyanın yeniden görülmek üzere mahkemesine iadesine ilişkin olarak kesin mahiyette verilen kararın davacı tarafından yasal süre içerisinde temyizi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesince, temyiz isteğinin reddine ilişkin olarak verilen ek karar davacı tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 06.04.2021 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat... geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davalı ... vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı ..., 1940 tarihinde yapılan kadastro tespiti ile İstanbul Belediyesi adına tescil edilen dava konusu 44 ada 7 parsel sayılı mezarlık vasıflı taşınmazın bir Ermeni mezarlığı olduğunu, dava dışı 10 ada 22 parsel sayılı taşınmazın mektep, dava dışı 44 ada 3 parsel sayılı taşınmazın Kadıköy Katolik Surp Leon Kilisesi, kilisenin hemen yanında yer alan dava konusu 44 ada 7 parsel sayılı taşınmazın ise mezarlıkları olduğunu, mezarlığın kiliseye ait olup kilisenin morg ve kapısının dava konusu taşınmaza açıldığını, anılan kilisenin Vakıf hayratı olduğunu, kadastro tutanağında hatalı olarak taşınmazın evvelce Surp Takavor Ermeni Kilisesine ait olduğunun yazıldığını, Vakfın 1936 yılında beyannamesini vermekle tüzel kişilik kazandığını, ancak yönetim kurulunun 2016 yılında oluşması nedeniyle 5737 Sayılı Yasanın Geçici 7. ve 11. maddelerinde düzenlenen sürede idari başvurunun yapılamadığını, davalı adına oluşan tescilin yolsuz olduğunu ileri sürerek dava konusu 44 ada 7 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalı, 5737 Sayılı Yasanın Geçici 11. maddesi uyarınca tescil talep edilebilmesi için maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 12 ay içinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne müracaat edilmesi ve süresinde yapılan müracaat üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisinin talebi olumlu sonuçlandırmasının şart olduğunu, bu iki şart gerçekleşmeden tescil talebinin kabul edilemeyeceğini, davacının ise anılan düzenleme uyarınca idari başvuru yapmadığını, Kadastro Kanunu 12/3. maddesindeki 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, TMK 712. maddesi uyarınca da mülkiyet hakkının korunması gerektiğini, davacının mülkiyet hakkını ispatlayacak bir kayıt sunmadığını, umumi mezarlıkların mülkiyetinin belediyelere ait olup, devrinin mümkün olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk derece mahkemesince, iddianın kanıtlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne dair verilen kararın davalı tarafından istinafı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesince, 5737 Sayılı Yasanın Geçici 11. maddesi uyarınca, davacı Vakfa idari başvuru imkanı tanınması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken dava şartı niteliğinde olan başvuru hususunun gözardı edilmesinin HMK’nin 353/1-a/4 maddesine aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak, dosyanın yeniden görülmek üzere mahkemesine iadesine kesin mahiyette karar verilmiş; anılan kararın davacı Vakıf tarafından temyizi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesinin, kararın kesin olduğu gerekçesiyle davacının temyiz isteğinin reddine ilişkin 04.12.2018 tarihli ek kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delilerden; dava konusu 44 ada 7 parsel sayılı mezarlık arsası vasıflı, 2.378,50 m2 miktarlı taşınmazın 28.05.1940 tarihli tesis kadastrosu ile davalı ... Belediyesi adına kayıtlı olduğu, kadastro beyannamesine göre, dava konusu taşınmazın evvelce Surp Takavor Ermeni Kilisesine ait mezarlık iken, 1580 No’lu Belediye Kanununun 160. maddesi gereğince İstanbul Belediyesi adına senetsizden mezarlık arsası vasfı ile 21.05.1940 tarihinde tespit edildiği, dava dışı 44 ada 3 parsel sayılı bahçeli kargir kilise ve bahçeli kargir ev vasıflı taşınmazın 12.12.1959 tarihli tesis kadastrosu işlemiyle dava dışı Kadıköy Katolik Surp Leon Kilisesi adına, dava dışı 10 ada 22 parsel sayılı bahçeli kagir mektep vasıflı taşınmazın 26.12.1939 tarihli tesis kadastrosu ile Anarathissutün Nam Ermeni Katolik Rahibe Manastır ve İnas Mektebi adına kayıtlı olduğu, Vakıflar Genel Müdürlüğünün 06.01.2016 tarihli yazısına göre, davacı ... Vakfının vakıf hayratı olan kilise temsilcileri ....,...,...,...,...,...,...,..,....,...’dan oluşan yönetim tarafından vakfın faaliyetlerinin yürütülmesinin 29.12.2015 tarih 34131 sayılı Bölge Müdürlük Makam Onayı ile uygun görüldüğü, davacı ... Vakfınının dava konusu 44 ada 7 parsel sayılı taşınmazla ilgili olarak 5737 sayılı Yasanın geçici 7. ve 11. maddeleri uyarınca herhangi bir başvurusunun bulunmadığının, cemaat vakıflarından ...’nın hayratları arasında Surp Levon Kilisesinin bulunduğunun, İstanbul Anadolu Yakasında başka bir Ermeni Katolik Vakfının bulunmadığının, 1936-1940 yılları arasında Kadıköy Osmanağa mahallesi 44 ada 7 parsel sayılı taşınmaz haricinde Ermeni Katolik Mezarlığı bilgi ve belgesinin bulunmadığının, adı geçen vakfın 1936 Beyannamesinde Ermeni Katolik Mezarlığı bilgisinin yer almadığının, 1940 tarihine kadar Ermeni Katolik Cemaat Vakfının mezarlık olarak nereyi kullandıkları hakkında bilgi ve belgeye rastlanılmadığının Vakıflar Genel Müdürlüğünce bildirildiği, davacı ... Vakfına ait 1936 yılı Beyannamesinde dava konusu taşınmaza yer verilmediği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere dava şartları denir.
Dava şartlarının amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır (Kuru, B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2016, s 190).
Dava şartları, mahkemece davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan “kamu düzeni" ile ilgili zorunlu bir durumdur. Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp incelemek durumunda olup; bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı tarihte bulunmaması veya bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda, mahkemenin davayı mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (mesela, görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (mesela, kesin hüküm gibi). Olumsuz dava şartlarından birisi mevcutsa veya olumlu dava şartlarından biri mevcut değilse, davanın esası incelenemez.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun dava şartlarını düzenleyen 114’üncü maddesi “(1) Dava şartları şunlardır:
a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.
b) Yargı yolunun caiz olması...
(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.” hükmünü içerirken, aynı yasanın dava şartlarının incelenmesini düzenleyen 115’inci maddesi ise,
“Dava şartlarının incelenmesi
Madde 115- (1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.
(3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.” hükmünü içerir.
Yukarıda belirtilen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 114/2. fıkrasındaki düzenlenme gözetildiğinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu dışındaki kanunlar ile de dava şartı düzenlenebileceği anlaşılmaktadır.
Öte yandan 5737 Sayılı Vakıflar Kanununun geçici 11. maddesinin (Ek: 22/8/2011-KHK-651/17 md. ) “Cemaat vakıflarının; a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları, b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları, c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri, tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir. Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.” hükmüne yer verdiği açıktır.
Somut olaya gelince; her ne kadar bölge adliye mahkemesince, 5737 Sayılı Vakıflar Kanununun Geçici 11. maddesinde yer verildiği biçimde idari başvurunun dava şartı olduğu değerlendirilmiş ise de, anılan düzenlemenin bir dava şartı olmayıp, ilgilisine tanınmış bir hak olduğu, öte yandan anılan maddeye göre yapılacak başvurunun HMK’nin 114/2. maddesi kapsamında Vakıflar Kanununda düzenlenmiş özel bir dava şartı olmadığı da kuşkusuzdur.
O halde, idari başvurunun dava şartı olarak nitelendirilip, dava şartının gözardı edilmesinin HMK’nin 353/1-a/4 maddesine aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak, dosyanın yeniden görülmek üzere mahkemesine iadesine dair kesin mahiyette verilen kararın ve bu kararın davacı tarafından temyizi üzerine kesin karar olduğundan bahisle temyiz isteğinin reddine ilişkin ek kararın doğru olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir.
Hal böyle olunca; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesinin, davacının temyiz isteğinin reddine ilişkin 04.12.2018 tarihli ek kararının KALDIRILMASINA.
Davacının temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Yukarıda değinilen somut olgu ve ilkeler ışığında, bölge adliye mahkemesince, işin esasıyla ilgili bir değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde dosyanın yeniden görülmek üzere mahkemesine iadesine karar verilmesi doğru olmamıştır.
Davacının açıklanan nedenden ötürü yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 371/1-a maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 24.11.2020 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 3.050.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06/04/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.