Abaküs Yazılım
23. Hukuk Dairesi
Esas No: 2015/723
Karar No: 2015/7170
Karar Tarihi: 09.11.2015

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi 2015/723 Esas 2015/7170 Karar Sayılı İlamı

23. Hukuk Dairesi         2015/723 E.  ,  2015/7170 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

    Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
    - K A R A R -
    Davacı vekili, müvekkilinin 2006 yılında davalı kooperatifin üyesi olduğunu, kooperatif yöneticileri tarafından 74.400,00 TL ödeme yapılması kaydıyla üyeliğe alınacağı ve başka ödeme yapmadan ev sahibi olabileceğinin söylendiğini, davacının üyelikten sonra kısa süre içerisinde parça parça 74.400,00 TL ödediğini, ayrıca 1.400,00 TL tapu masrafı da yatırdığını, tüm yükümlülüklerini bu şekilde yerine getirmesine rağmen aradan geçen beş yıl içinde inşaat dahi başlamadığını, davalı kooperatifin davacıya 97.260,00 TL daha borç çıkararak ödemesi için yazı gönderdiğini, bunun üzerine davacının kooperatiften ayrılmak istediğini bildirir 15.05.2012 tarihli ihtarname göndererek yatırdığı aidatın iadesini talep ettiğini, davalı kooperatifin bir yıllık oyalama sürecinden sonra davacının istifasını kabul ederek birikmiş aidatının 36 taksitte ödenmesi konusunda genel kurul kararı aldığını, bu kararın haksız olduğunu, davacının maddi zararının karşılanması gerektiği gibi bu süreçte manevi olarak çok yıprandığını, ev sahibi olmak hayaliyle altı yıl oyalandığı için manevi tazminatı da hak ettiğini ileri sürerek, muarazanın giderilmesi ve ödemenin def"aten yapılmasına karar verilmesini, bu kapsamda fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 5.000,00 TL maddi zararın davacının ödeme tarihleri esas alınarak temerrüt faizi ile birlikte tahsiline, 5.000,00 TL manevi tazminatın da dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı vekili, davanın nitelik itibariyle muarazanın men"i davası değil, alacak davası olduğunu, ödediği aidat miktarını davacı bildiğinden, kısmi dava açılamayacağını, bu sebeple davanın öncelikle usulden reddedilmesi gerektiğini, 1163 sayılı Yasa"nın 17. maddesi gereğince kooperatif mevcudiyetini tehlikeye düşürecek nitelikte iade ve ödemelerin genel kurulca üç yılı aşmamak üzere geciktirilebileceğini, bu sebeple toptan ödeme talebinin yersiz olduğunu, 05.05.2013 tarihli genel kurulda, ödemelerin def"aten ödenmesine değil, ertelenmesine karar verildiğini, davacının genel kurul kararına itiraz etmediğini, yönetim gideri düşülmeden dava açılamayacağını, bu nedenle ortada bir muaraza bulunmadığını, davacının diğer üyeler kadar aidat ödemeyi kabul etmediğini, manevi tazminat talebinin haksız olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
    Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; kısmi dava açılamayacağı yolundaki usul savunmasına itibar edilmediği, davacının temel amacının birikmiş aidatının def"aten ödenmesini sağlamak olsa bile yatırdığının ne kadarını geri alabileceğinin henüz belirsiz olduğu, davacının bilirkişi raporunda saptanan ödeme miktarı olan 75.800,00 TL"ye davalının da bir itirazı bulunmamakta ise de, davacı tarafın genel gider payının ne olduğunu bilemeyeceği, yapılacak ödemenin kooperatifin ekonomik varlığını
    tehlikeye düşürüp düşürmeyeceğinin yargılamayı gerektirdiği, davacının kooperatif üyesi iken bir kısım ödemeler yaptığı, daha sonra kendi iradesi ile kooperatif üyeliğinden ayrıldığı, o halde, üyenin birikmiş aidatının genel giderler payı düşüldükten sonra kendisine iadesinin gerektiği, üyenin birikmiş aidatının ödenmesinin geciktirilmesinin kural değil istisna olduğu, bilirkişi raporuna göre 2012 yılı bilançosu itibariyle davalı kooperatifin aktif ve pasiflerinin birbirine eşit olduğu, koooperatifin borca batık durumda olmadığı, buna karşılık, güncel borçlarını ödeyecek nakdinin de bulunmadığı, kooperatifin uzunca bir süre üyenin yatırdığı parayı kullanmış olduğu, ekonomik bir değere dönüştürdüğü, buna karşılık üyeye karşı taahhütlerini yerine getirmediği, uzun süreye rağmen davacı üyeye verilecek dairenin inşaatına bile başlanmamış olmasının üye için istifaya haklı sebep oluşturduğu, ekonomik anlamda daha güçsüz ve zayıf konumdaki davacıdan üyeliğinin sürmesi için 97.260,00 TL"yi def"aten ödemesini isteyen kooperatifin çok daha az bir meblağı faizsiz biçimde üç yıl ödemesinin hakkaniyet ile bağdaşmayacağı, kooperatifin 207 ortağı bulunduğu, 2012 yılında yapılan genel kurul toplantısına göre üyelerin Mayıs 2012 tarihinden başlamak üzere aylık 1.500,00 TL aidat ödeyeceği, Nisan 2012"de ve Aralık 2012"de 10.000,00 TL ödeme yapılacağı, 2013 Ocak ayından itibaren aidatların 2.000,00 TL olacağı, Nisan 2013"te yine 10.000,00 TL ödeme yapılacağı, bu duruma göre, mevcut üyelerden toplanacak aidatların davacının birikmiş aidatının hemen ödenmesini sağlamaya yettiği, davalı tarafın da içeriğine açıkça itiraz etmediği, kayıt ve belgelere göre kooperatifin kısa vadede ödemesi gereken başka bir borç görünmediği, davalı kooperatifin davacının birikmiş aidatını en geç 2012 yılı bilançosunun kabulünden otuz gün sonra def"aten ödemesinin hukuka uygun olacağı, genel kurulun 2012 yılı bilançosunu kabul ettiği tarihin 05.05.2013 günü olduğu, o halde davalı kooperatif bu tarihin üzerinden bir ay geçmekle temerrüde düşmüş olacağından faiz başlangıç tarihinin de buna göre hesaplanması gerektiği, ödemenin geciktirilmesine dair genel kurul kararının hakkaniyete ve hukuka aykırı olduğu, davacı üyenin birikmiş aidatından genel giderler payı tenzil edildikten sonra iade alması gereken meblağın 74.608,24 TL olduğu, kısmi talepte bulunulduğundan davanın 5.000,00 TL üzerinden kabulünün uygun görüldüğü, davacının kişilik haklarına yönelik bir saldırının bulunmadığı, manevi tazminatın şartlarının oluşmadığı, bir hukuki ilişkide taraflardan birinin edimini yerine getirmemesi sebebiyle diğer tarafın yaşadığı kişisel üzüntünün manevi tazminata gerekçe olmayacağı gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile 5.000,00 TL"nin 03.06.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsiline, manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir.
    Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
    1- Çıkma payı alacağının tahsiline yönelik verilen karar temyiz edilmiştir. Uyuşmazlık, öncelikle somut olayda çıkma payı alacağının kısmi dava olarak talep edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır. Dosya kapsamında davacının noter aracılığıyla gönderdiği ihtarname ile 2012 yılında istifa ettiği, ihtarnamenin tebliğine ilişkin dosyada herhangi bir delil ve belge bulunmadığı, 2012 yılı bilançosunun görüşüldüğü 05.05.2013 tarihli genel kurulun 13. gündem maddesinde üyelerin ödemiş olduğu aidatların yönetim giderleri düşürüldükten sonra 36 eşit taksitte ödenmesine ilişkin karar alındığı anlaşılmıştır. Bilirkişi raporunda, 15.05.2012 tarihli ihtarın istifa iradesini içerdiği, bu tarihin istifa tarihi olarak kabulü gerektiği bildirilmiş olup, davalı vekili, bilirkişi raporuna 04.03.2014 tarihli itiraz dilekçesinde, raporda istifanın gerçekleştiği belirtilen tarihe bir itirazı olmamıştır.
    YHGK"nın 17.10.2012 tarih ve 9-838 E., 715 K. sayılı ilamı ile Dairemizin 16.02.2015 tarih ve 493 E., 885 K. ve 02.11.2015 tarih ve 2014/8788 E., 2015/6993 K. sayılı ilamlarında açıklandığı üzere;
    Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir.
    Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” demesi, kural olarak yeterlidir. Kısmi dava imkânının Kanun"la, talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olması, miktarın taraflar arasında ""tartışmalı"" olması ya da baştan beri ""açıkça belirli olmaması"" (m.109) koşullarına bağlanarak uygulama alanının daraltılmış olması uygulamada alacağın miktarının baştan tam olarak belirli olmadığı ve bu belirlemenin dava açan alacaklı tarafından yapılmasının da mümkün olmadığı durumlarda hak kayıplarına yol açmayacağını belirtmek gerekir. Çünkü artık usûl hukukumuzda "" belirsiz alacak davası"" açılması imkânı getirilmiştir. (m.107). Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. (YHGK 02.04.2003 gün ve 4-260 Esas, 271 K.sayılı ilamı; Pekcanıtez H./Atalay M./Özekes M.; Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, s. 320; Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 22. Bası, s.286).
    1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nda açıkça kısmi dava düzenlenmediği halde, söz konusu Kanun"un yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü, alacak hakkının bir bölümünün dava edilip, geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 109. maddesinde ise, ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği; ikinci fıkrasında ise; talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmiştir.
    Bu durumda; davadaki talep konusunun miktarı taraflar arasında “tartışmasız” ise veya taraflar arasında miktar veya parasal tutar bakımından bir tartışma olmakla beraber, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın, objektif olarak talep konusunun miktarı herkes tarafından anlaşılabilecek şekilde “belirli” ise o talep konusunun sadece bir kısmı dava edilemeyecektir. Örneğin satım sözleşmesinde alıcının ödemesi gereken bedel, sözleşmede tereddüde yer bırakmayacak biçimde, açıkça yazılı ise kısmi dava caiz değildir. (Pekcanıtez H./Atalay M./Özekes M, age s.328; Kuru/Arslan/Yılmaz, age s.286). Talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız olup olmadığı, ancak davalının davaya cevap vermesinden sonra anlaşılabilecek bir husustur. Nihayet hakim, ön inceleme aşamasında bu hususu tespit edebilecektir (m. 140/1). Böylece kısmi dava açılmasında hukuki yarar bulunup bulunmadığı ortaya çıkmış olacaktır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, dava açılmadan önceki dönemde davalı, o davanın talep konusunun miktarı bakımından bir uyuşmazlık çıkarmış ve bu konuyu tartışmalı hale getirmiş idi ise, davacının kısmi dava açmakta hukuki yararının mevcut olduğu kabul edilmelidir. Davaya cevap dilekçesi ile davalı söz konusu tartışmayı ortadan kaldırmış olursa, artık kısmi dava olarak devamında hukuki yarar kalmamıştır. Böyle bir durumda davacı, cevaba cevap dilekçesiyle dava konusunu, tartışmasız hale gelen miktara yükselterek davaya devam edebilir. Nihayet davacı, tartışmasız
    hale gelen talep konusunu ön inceleme duruşmasında karşı tarafın açık muvafakatiyle ya da ıslah yoluna başvurarak tam dava haline dönüştürebilir. Aksi takdirde hakim, ön inceleme aşamasından sonra artırılan kısma ilişkin talebi reddedecektir. Zira, yazılı usulde taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleriyle serbestçe; ön inceleme aşamasında ise karşı tarafın açık muvafakatiyle iddia ve savunmalarını değiştirebilirler (m.141). Somut olayda, davanın 1163 sayılı Kanun"un 99. madde hükmü uyarınca tâbi olduğu basit usulde ise, bu yasak, HMK"nın 319. maddesi uyarınca cevap dilekçesinin verilmesiyle başlar ve HMK"nın 322. maddesi hükmü yollamasıyla 141. madde uyarınca açık muvafakat ya da ıslah ile aşılabilir.
    Doktrinde; talep konusunun miktarının, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın objektif olarak belirlenebilmesinde, İİK m. 67 hükmünde öngörülen icra inkâr tazminatına ilişkin “likit alacak” kavramının yol gösterici olabileceği ileri sürülmüştür. (Kuru/Budak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı, 2011/5, s. 11; Yılmaz Ejder, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012 s.737 vd.).
    Genel bir kavram olarak “likid (liqiude) alacak”; “tutarı belli (muayyen), bilinebilir, hesaplanabilir alacaktır” Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için; ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilecek durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez (YHGK 14.07.2010 gün ve 2010/19-376 Esas 397 K.sayılı ilamı).
    Likit alacak bakımından aranan “borçlunun, talep edilen alacağı veya alacağın bütün unsurlarını bilmesi veya bilmek (kolayca hesap edebilmek) durumunda olması; bu bağlamda alacağın miktarının belirlenmesi için tarafların ayrıca mutabakata varmasına (anlaşmasına) veya mahkemenin tayin edeceği bilirkişi eliyle bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaması, diğer bir anlatımla, borçlunun, yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması” ölçütü birçok tartışmayı sona erdirmekle beraber, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesinin, alacağın likit olup olmadığı ile ilgili başlı başına bir kıstas olarak kabul edilmesi de doğru değildir. Çünkü mahkeme uygulamasında “hesap işi”, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerden olduğundan borçlunun, kendi başına hesaplayabilecek durumda olduğu asıl alacak ve temerrüt faizine itiraz etmesi halinde, mahkemenin, alacaklının alacağının miktarını, bizzat tespit etmeyip, bilirkişi vasıtasıyla belirleyeceğinden, likit olan bir alacağın sırf bilirkişi incelemesi yapıldığı gerekçesi ile likit sayılmaması doğru olmayacaktır. (Yılmaz, age s. 737, 740)
    Öte yandan, kooperatif üyeliğinden ayrılan ortak, ödemiş olduğu aidatın tamamını değil, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu"nun 17/1. maddesi ve anasözleşmenin 15/1. maddesi gereğince, ayrıldığı yıl sonu bilançosuna göre hesaplanacak olan masraf hissesi düşüldükten sonra bakiyesinin iadesini talep hakkını haiz olup, ayrıldığı yıl sonu bilançosunun genel kurulca kabulü suretiyle kesinleşmesinden itibaren bir ayın sonunda bu alacak temerrüt ihtarına gerek kalmaksızın muaccel olur ve talep edilebilir. Aynı Kanun"un 17/2. maddesi uyarınca kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşüreceği gerekçesiyle ödemelerin 3 yıl geçmemek üzere belli bir süre ile geciktirilmesine ilişkin alınan bir kararın, anılan aynı genel
    kurulda alınması ve mahkemece, ödemenin kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşürecek nitelikte olduğunun bilirkişi raporu ile yargılama sırasında saptanması halinde, erteleme kararındaki süre geçmeden önce açılan dava, ödemeleri geciktirme süresinden önce (erken) açıldığı gerekçesiyle reddedilmelidir. Diğer anlatımla, erteleme kararı, kooperatife sadece yapacağı geri ödemeleri 3 yıla kadar geciktirme hakkı verir ise de, alacağın muacceliyet tarihini etkilemez. Bu erteleme süresinin sonunda ortak, yaptığı ödemelerin iadesini, yine anılan 17/1. maddesi ile anasözleşmenin 15/1. maddesi uyarınca, ayrıldığı yılın bilançosunu kabul ederek kesinleştiren genel kurulu izleyen bir ayın sonundan itibaren faiziyle birlikte geri isteyebilir. Ancak, davacıya yapılacak geri ödeme, kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşürecekse, dolayısıyla erteleme kararı geçerli ise ve dava, erteleme süresi dolmadan açılmışsa, zamanından önce açılan davanın reddi gerekecektir. Davacı, istifasından sonraki yılda genel kurulda erteleme kararı alınmışsa, genel kurula katılma ve iptal davası açma hakkı bulunmadığı ve bu kararın kendisine tebliği gerekmediği gibi, erteleme kararının yerinde olup olmadığı dava sırasında denetleneceği için dava açarken davasının erken dava olup olmadığını dahi bilebilecek durumda değildir. Davacının, daha az karar ve ilam harcı yatırarak, davasının erken olup olmadığını anlamak için kısmi dava açmakta hukuki yararı vardır.
    Somut olayda, istifa iradesini içeren ihtarnamenin 2012 yılında davalı kooperatife ulaştığının kabulü halinde 2012 yılı bilançosunun görüşüldüğü 05.05.2013 tarihli genel kurulun 13. maddesinde, aidatlarından, kişi başı yönetim gideri düşülerek, 36 eşit taksitte ödenmesine ilişkin karar, kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşüreceği gerekçesiyle 36 ay sonra ödeme yapılmasına ya da ödemenin 36 ay geciktirilmesine, diğer anlatımla bu gerekçe ile ödeme yapılmamasına veya ödemenin ertelenmesine ilişkin değil, ödeme yapılmasına yönelik olup, anılan gerekçeye yer verilmemiş ve çıkma payının ödenmesi benimsenmiş olmakla, Kooperatifler Kanunu`nun 17/2. maddesine uygun bir erteleme kararı değildir. Çıkma payı alacağı anılan genel kurulu izleyen bir ayın sonunda muaccel olduğunda, usulüne uygun bir erteleme kararı alınmamış ya da alınıp da yargılama sırasında alınan bilirkişi raporu ile bu kararın koşullarının oluşmadığı anlaşılmış ise, kooperatif çıkma payını taksitlere bölmeden derhal ve def"aten ödemek zorundadır. Çıkma payının 3 yılı aşmamak üzere belli bir süre ödenmemesine karar verilmesi ve bunun haklılığının saptanması halinde, ödemeleri erteleme hakkı doğru kullanılmış olacaktır. Kooperatif ya çıkma payını genel kurulu izleyen bir ayın sonunda def"aten ve derhal ödemek zorundadır ya da koşulları gerçekleşmişse 3 yılı aşmamak üzere belli bir süre hiç ödeme yapmama hakkını kullanabilecektir. Bu hususlar, yargılamada tartışılacağından dava açılırken, davacının bilebileceği hususlardan değildir. Somut olayda, ihtarnamenin 2012 yılı içerisinde ulaşmadığının kabulü halinde ise, davacı üyenin çıkma payı alacağı henüz muaccel olmadan 05.05.2013 tarihli genel kurulda genel gider payı düşülerek aidatların geri ödenmesi hususunda karar alınmıştır. Her iki durumda da, usulüne uygun bir erteleme kararı alınmayıp, tam tersine davacı üyeye genel gider düşülerek yapılacak ödemeler davalı kooperatifçe benimsendiğinden, yapılacak ödemenin kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşürüp düşürmeyeceğinin araştırılmasına gerek bulunmamaktadır. Davacı 15.05.2012 tarihli ihtarnamede toplam aidat ödemelerinin 75.600,00 TL olduğunu açıklamış, dava dilekçesinde de ödeme tutarlarını belirtmiştir. Davacı tarafın yaptığı ödeme miktarından genel gider payı düşülerek çıkma payı alacağının belirlenmesi gerekeceğinden, davacı açısından çıkma payı alacağı belirlenebilir, bilinebilir ve hesap edilebilir değildir. Zira, davacının istifasından diğer anlatımla üyelik bağının sona ermesinden sonra yapılan yıl sonu bilançosunda yer alan ve ertesi yıl yapılan genel kurulda bilançonun onaylanması ile
    kesinleşen genel gider payının davacı tarafça bilinmesi mümkün değildir. İstifa ettiği için genel kurul kararının iptalini dava etme hakkı da bulunmamakta olup, davacının iptal davası açmadığından ve kararı benimsediğinden bahisle alacağın çekişmesiz hale geldiğinden de söz edilemez. Aidatların tamamı üzerinden dava açması halinde, genel gider payı kadar dava redde gidecek ve aleyhine vekalet ücretine hükmedileceğinden, mahkemenin gerekçesinde de belirtildiği üzere
    davacının aleyhine vekalet ücreti ve yargılama gideri hükmedilmemesi için kısmi dava açmakta hukuki yararı bulunduğunun kabulü gerekir. Davacı, yatırdığı aidatların ne kadarını geri alabileceğini bilemediğinden, çıkma payı alacağı belirli değildir. Davalı vekilinin savunmasına, temyiz dilekçesine ve mahkemenin kabulüne göre, aidat miktarında bir çekişme yok ise de, çıkma payının hesabına etkili olan genel gider payı çekişmelidir.
    Öte yandan, karar tarihinden sonra, 11.04.2015 tarihinde yürürlüğe giren 6644 sayılı Kanun"un 4. maddesi ile 6100 sayılı HMK"nın 109/2. fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
    Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 12.06.2013 tarih ve 8-1013 E., 816 K., 25.12.2013 tarih ve 10-436 E., 1748 K. sayılı ilamlarında açıklandığı üzere;
    Bilindiği üzere, usul hukuku alanında geçerli temel ilke; yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise, usul kanunu hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olması, yeni hükümlerin daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.
    Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında, derhal uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken diğer bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili “usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı”dır.
    Hemen belirtilmelidir ki, dava; dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden, çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bir davayı bütün olarak değerlendirip, bu konuda yeni kanunun etkili olup olmayacağı söylenemez. Yargılama sırasında yapılan bir usul işlemi ve kesiti tamamlanmış ise, artık yeni kanun o usul işlemi hakkında etkili olmayacak, dolayısıyla da uygulanmayacaktır.
    Eğer bir usul işlemi, yargılama sırasında yapılmaya başlanıp, tamamlandıktan sonra, yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse, söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir deyişle, tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise, yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü, usule ilişkin kanunlar -aksine bir kural benimsenmediği takdirde- genel olarak hemen etkili olup, uygulanırlar (Üstündağ, Saim:Medeni Yargılama Hukuku, Cilt:I-II, 6.Bası, İstanbul 1997, sahife:73-78; Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet:Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku 11.Bası, Ankara 2011, sahife:61-66;YİBK."nın 08.07.1942 gün ve 13 E, 19 K; Hukuk Genel Kurulu"nun 23.09.1964 gün ve 7-1139 E, 575 K; 09.03.1988 gün ve 860 E, 232 K 23.11.1988 gün ve 1-825 E, 964 K; 22.02.2012 gün ve 2011/2-723 E, 2012/87 K sayılı ilamları).
    Bir işlem tamamlanmış ise, artık bu işlem bozulamaz; aksini düşünmek gereksiz yere bu işlemin bozularak tekrarlanması gibi zaman ve emek kaybına neden olacaktır (Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet: age. s. 62, 63).
    01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)"nun “Zaman Bakımından Uygulanma” başlığını taşıyan 448/1.maddesi de yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak;
    “(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermektedir.
    Bu madde hükmüne göre, kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde, yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır. Buna karşın, tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır.
    Aynı hususlar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 22.02.2011 gün ve 2011/19-735 E., 2012/93 K. ile 22.02.2012 gün ve 2011/2-733 E., 2012/87 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
    Bu durumda, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesi ve gerekli harçların yatırılması ile tamamlanan dava açılması işleminde, diğer bir ifade ile davanın açıldığı 08.07.2013 tarihinde yürürlükte bulunan mülga HMK"nın 109/2. maddesi hükmünün tartışılması gerektiği, diğer anlatımla karar tarihinden sonra yürürlüğe giren yasa değişikliğinin, somut olayda derhal uygulanmasının gerekmediği, davacının anılan madde hükmü koşulları oluşmadığından kısmi dava açabileceği gözetilmelidir. Davalı vekilinin aksi yöndeki temyiz itirazları isabetsizdir.
    Bu açıklamalara ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin taktirinden bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
    2-Çıkma payı alacağı, anılan genel kurulu izleyen bir ayın sonunda 06.06.2013 tarihinde muaccel olup, davalı aleyhine 03.06.2013 tarihinden faiz yürütülmesine karar verilmesi doğru olmadığı gibi, 08.07.2013 olan dava tarihinin gerekçeli karar başlığında 11.07.2013 olarak belirtilmesi de doğru olmamıştır.
    SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, davacı vekili yönünden kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık, davalı yönünden karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 09.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için destek@ictihatlar.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi