Taraflar arasındaki “Kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Araklı Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 02.03.2006 gün ve 2005/97 E. 2006/29 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 14.11.2006 gün ve 2006/12252 E-12142 K. sayılı ilamı ile;
(...Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece el atma tarihinden itibaren 20 yıllık hak düşürücü sürenin dolmuş olduğu belirtilerek davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava konusu 09.01.1992 tarihli 4 ve 5 nolu, sırası ile 4700 metrekare ile 10600 metrekarelik taşınmazlar 1991 yılında kesinleşen mahkeme kararı ile tapuya tescil edildikleri gibi dava tarihinde yol olduğu için tescil kararı verilemeyen 5200 metrekarelik kısmında zilyetliğinin davacıya ait olduğuna hükmedildiğine göre mülkiyet hakkının doğduğu tarih; kararın kesinleştiği 1991 yılı olduğundan 20 yıllık hak düşürücü sürenin bu tarihten başlayacağı gözetilerek işin esasına girilerek hüküm kurulması gerekirken davanın reddine karar verilmesi,
Doğru görülmemiştir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu"nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili 21.04.2005 tarihli dilekçesinde; davalı idarenin, tapuda müvekkili adına hükmen tescil edilen taşınmazların 5200 m2 lik bölümünden ve kamulaştırma kapsamında kalan (dava dışı) 1571 m2 lik bölümden 1977 yılında yol geçirdiğini, taşınmazın arta kalan bölümünün de kullanılamaz hale geldiğini, kamulaştırılan 1571 m2 lik bölümün kamulaştırma bedelinin müvekkiline ödenmiş olmasına karşın, kamulaştırmasız el konulan diğer kısımların bedelinin müvekkiline ödenmediğini ileri sürerek; idarece yol yapılarak işgal edilen 5200 m2 bölüm bedeli ile arta kalan ve kullanılamaz durumda bulunan 4700 m2 lik kısmın bedelinin ve ecrimisilin davalı idareden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; davanın süreden ve görev nedeniyle reddi gerektiğini savunmuştur.
Yerel Mahkeme, kamulaştırma kararının verildiği 1978 yılını fiilen el koyma tarihi olarak benimsemek suretiyle ve “1978 fiilen el koyma tarihi ile, dava ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 38. maddesinin iptali yönünde Anayasa Mahkemesince verilen kararın yayınlandığı 04.11.2003 tarihi arasında 20 yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği” gerekçesiyle “davanın reddine” dair verdiği karar, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Tapuda 09.01.1992 tarih, 4 ve 5 sıra numarası ile kayıtlı bulunan 4700 m2 ve 10600 m2 yüzölçümündeki taşınmazların, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 639. maddesi uyarınca Araklı Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 08.01.1999 tarih ve 1990/137 Esas 1991/72 Karar sayılı kararına dayanılarak davacı adına tescil edildiği, ayrıca söz konusu ilamda dava tarihinde yol olduğu için tescil kararı verilemeyen 5200 metrekarelik kısmın da zilyetliğinin davacıya ait olduğuna hükmedildiği; davalı idarece 10.02.1978 tarihinde alınan kamu yararı kararına dayanılarak, eldeki davanın konusu olmayan ve 18.12.1947 tarih 52 nolu davacı tapusu içerisinde kalan 1571 m2 lik bölümün kamulaştırılarak bedelinin ödendiği hususları uyuşmazlık dışı olup; hükmen tescilden sonra diğer kısımların kamulaştırmasız el koyma karşılığının tahsili için 21.04.2005 tarihinde görülmekte olan dava açılmıştır.
Uyuşmazlık; kamulaştırmasız el koyma olgusuna dayanılarak açılmış bulunan davada, davacının aktif husumet ehliyetinin, ancak mülkiyet hakkının hukuken kazanılması koşuluna bağlı olup olmadığı; bu itibarla, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 38. maddesinde öngörülen 20 yıllık hak düşürücü sürenin başlangıcına, mülkiyetin mahkeme kararıyla tespit ve tescil tarihinin mi, yoksa daha önceki fiilen el koyma tarihinin mi esas alınması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, bir davada taraf sıfatı, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Dolayısıyla davacı sıfatı (aktif husumet) dava konusu hakkın sahibine; davalı sıfatı (pasif husumet) o hakka uymakla yükümlü olan kişiye aittir.
Bu noktada, mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir.
Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir.
Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur. Bu nedenle taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def"i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.
Bu genel açıklamalardan sonra; kamulaştırmasız el koyma kavramı ve kamulaştırmasız el koymaya karşı açılabilecek davalarda taraf sıfatının irdelenmesinde yarar vardır:
Özel kişilerin mülkiyetinde bulunan bir mala kamu hizmeti için gereksinme duyan idare, kamu yararı bulunduğu durumlarda, Anayasa’nın 46.maddesindeki koşullara uyarak ve parasını peşin vermek suretiyle taşınmaz malı kamulaştırabilir. Kamulaştırma işleminin nasıl yapılacağı ve bu konuda çıkan anlaşmazlıkların nasıl çözüleceği 2942 sayılı Kamulaştırma Yasası ile düzenlenmiştir. İşte idare Anayasa ve yasalara uygun bir işlem oluşturmaksızın, bir kimsenin taşınmaz malına el koyar onun üzerinde bir tesis veya bina yapar yahut ta o taşınmaz malı bir hizmete tahsis ederek mal sahibinin taşınmazı üzerinde dilediği gibi kullanma hakkına karşı herhangi bir girişimde bulunursa, taşınmaz mala kamulaştırmasız el koymuş sayılır.
Kamulaştırmasız el koyan idareye karşı mal sahibinin açacağı davada seçimlik hak tanınmıştır. Bu konuda her türlü sorunu çözümleyen 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı Içtihadı Birleştirme Kararında, usulü dairesinde verilmiş bir kamulaştırma kararı olmadan ve bedeli ödenmeden taşınmazına el konulan kimsenin, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, değer karşılığının verilmesini de isteyebileceği, hükme bağlanmıştır.
Türleri gösterilen davalardan hangisi olursa olsun, ister, el atmanın önlenmesi, ister bedel davası açılsın; dava açmanın ilk şartı, o yerin tapu ile maliki veya mirasçısı olmaktır (Y.H.G.K 18.04.2007 gün ve E: 2007/5-233 K: 2007/221).
Nitekim; 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 38. maddesinde yer alan, “Kamulaştırma yapılmış, ancak işlemler tamamlanmamış veya kamulaştırma hiç yapılmamış iken kamu hizmetine ayrılarak veya kamu yararına yönelik bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmaz malın malik zilyed veya mirasçılarının bu taşınmaz mal ile ilgili her türlü dava hakkı yirmi yıl geçmekle düşer” hükmü ile de kanun koyucunun, aktif husumet ehliyetini mülkiyet hakkına sahip veya zilyedin bu hakkı hukuken kazanmış olması koşuluna bağladığı kuşkusuzdur.
Burada önemle değinilmesi ve üzerinde durulması gereken diğer bir nokta; somut olayda olduğu gibi, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla taşınmaz edinilmesi durumunda, taşınmaz malikinin aktif husumet ehliyetini ne zaman kazandığı hususudur.
Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla taşınmaz edinilmesi 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’un 713. (743 sayılı Türk Kanunu Medeni’sinin 639.) maddesinde düzenlenmiştir. Tapuda kayıtlı olmayan bir taşınmazı fasılasız ve nizasız 20 sene müddetle malik sıfatı ile elinde bulunduran ve zilyedi olan kişi, taşınmazın kendi mülkü olmak üzere adına tescilini talep edebilir.
Tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlarda, Türk Medeni Kanunu’nun 713. maddesinin koyduğu 20 senelik süre taşınmazın mülkiyetinin kazanılması içindir. Kanunun öngördüğü koşullara sahip olan kişinin tescil talebinde bulunabilmesinin, hakkın doğmuş olması koşuluna bağlı olduğu şüphesizdir. Kişinin talebi üzerine mahkemece yapılacak işlem, koşulların mevcut olduğunun tespiti halinde, tescile karar vermekten ibarettir.
Bu noktada, tescil kararının hukuki niteliği konusunda kanunlarımızda açık hüküm bulunmamaktadır.
Anayasanın 35. maddesine göre; mahkemelerce verilen tescil kararı ile yasal olarak korunmakta olan eylemli durumu gösteren zilyetlik, mülkiyet hakkına dönüşmekte ve anayasal olarak temel insan hakkı niteliği ile korunmaktadır.
Diğer yandan mülkiyet hakkı ayni bir hak olup, tapu kütüğüne tescili gerekir. Taşınmaz mallardaki mülkiyet hakkı kural olarak tescille doğar (TMK.m.705/1, 1008/1).
O halde kazandırıcı zamanaşımı koşullarının oluşması ile taşınmaz üzerindeki zilyetlik kendiliğinden mülkiyet hakkına dönüşmeyip; zilyet yararına "tescili talep hakkı" doğmaktadır. Bu husus Medeni Kanun"un 713/1. maddesinde zilyedin tescil talebinde bulunabileceği şeklinde ifade edilmiştir. Bu nedenle, hakimin tescil kararı ile yeni bir hukuki durum ortaya çıkar ve bu karar kesinleştiği tarihten ileriye yönelik olarak sonuç doğurur.
Burada hemen belirtilmelidir ki; yerleşmiş ve sapma göstermeyen uygulamaya göre, zilyetlik olgusuna dayanılarak açılan kamulaştırmasız el koyma nedeniyle bedel davalarında, dava hakkının (aktif husumet ehliyetinin) varlığı hemen kabul edilmemekte, taşınmaz malın mülkiyet hakkını kazandığına ilişkin dava açarak alacağı ilamı ibraz etmesi için davacıya önel verilmektedir (Y.H.G.K 02.04.1997 gün ve E: 1997/5-5 K: 1997/274).
Şu hale göre; mahkemelerce verilen tescil kararı ile yasal olarak korunmakta olan eylemli durumu gösteren “zilyetlik”, mülkiyet hakkına dönüştüğünden ve mülkiyet hakkı ayni bir hak olup tapu kütüğüne tescille doğduğundan; kamulaştırmasız el koyma nedenine dayalı olarak açılmış bulunan tazminat ve el atmanın önlenmesi davalarında, aktif husumet ehliyetinin, ancak mülkiyet hakkının tespit edilmesi ile kazanılabileceğinin ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 38. maddesinde öngörülen 20 yıllık hak düşürücü sürenin de bu tarihten itibaren işlemeye başlayacağının kabulü zorunludur.
Nitekim aynı ilke, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.02.2000 gün ve E: 2000/568, 2000/81 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
Somut olayda, davacının mülkiyet hakkı 09.09.1991 tarihinde kesinleşen mahkeme kararı ile tespit edilmiş olduğuna ve davacı anılan tarihte aktif husumet ehliyetini kazandığına göre, 21.04.2005 dava tarihi itibariyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesinde öngörülen 20 yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmediği, eş söyleyişle davanın süresinde açıldığı belirgindir.
Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddi yönündeki önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı HUMK nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 27.10.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.