Taraflar arasındaki “değer artış payı alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 11. Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 20.09.2007 gün ve 2006/1035-834 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 14.4.2009 gün ve 2008/1618-7105 sayılı ilamı ile ;
(“Olayları açıklamak taraflara hukuki nitelendirme hakime aittir. (HUMK.md.76) Taraflar arasındaki boşanma davası 25.11.2005 tarihinde açılmış, verilen boşanma hükmü 20.03.2007 tarihinde kesinleşmiştir. Davalıya ait taşınmazlar 1.1.2002 tarihinden önce alınmıştır. Dava, Türk Medeni Kanununun 227. maddesine dayalı değer artış payından kaynaklanan alacağa ilişkindir.Mahkemece taraf delillerinin toplanıp, değerlendirilerek sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanlış nitelenme ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.” )
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, değer artış payı alacağı istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalının çalışmadığını, işi ve gelirinin olmadığını, katkı payı sebebiyle davalı adına kayıtlı taşınmazların tapu kayıtlarının iptalini, mümkün olmazsa bedellerinin müvekkile ödenmesini istemiştir.
Davalı vekili, dava konusu taşınmazların 01.01.2002 tarihinden önce edinilip, mal ayrılığı rejimine tabi olduğunu, mal paylaşımına konu olamayacağını, davalının evlendiği yıldan itibaren evlere temizliğe gidip, bulaşıkçılık, halı yatak yıkama gibi işler yaparak kazandığı ve biriktirdiği paralarla evi satın aldığını ifadeyle davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece “,,,davacının isteminin katkı payı değil, kendisine miras yoluyla intikal eden taşınmazları davacıya vermiş olması nedeniyle tapu iptali olduğu, iddianın içeriği itibariyle dava konusu taşınmazların davacı tarafından davalıya bağışlandığı, bu taşınmazların edinilmesi sebebiyle davalıdan katkı payı istenemeyeceği, bağışlamadan dönme iradesi açıklanmadığı gibi bu şekilde açık talep haline de getirilmediği,” gerekçesi ile istemin reddine karar verilmiştir.
Özel dairece, dava, Türk Medeni Kanununun 227. maddesine dayalı değer artış payından kaynaklanan alacak davası olarak kabul edilmiş kabule göre de taraf delillerinin toplanıp, değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanlış nitelenme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmeyerek mahkeme kararı bozulmuştur.
Bozma üzerine HMUK 429/2 maddesi gereğince taraflar duruşmaya çağrılmış ve bozma ilamına karşı görüşleri sorulmuştur. Davacı vekili “bozmaya uyulmasını”, davalı vekili ise “eksik incelemeye dayalı olan bozma ilamına uyulmasını ve eksiklikler giderildikten sonra davanın reddine karar verilmesini” istemiş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nda işin esası görüşülmezden evvel tarafların bozmaya karşı beyanlarının kapsamına göre mahkemece direnme kararı verilip verilemeyeceği ve ortada usulüne uygun direnme kararının bulunup bulunmadığı öncelikle ön sorun olarak ele alınmıştır.
Yapılan görüşme sırasında azınlıkta kalan bir kısım üyeler; mahkeme kararının ve Özel Dairenin bozma kararının gerekçeleri, davalının bozmaya karşı beyanı dikkate alındığında, direnme kararının doğru olduğu yönünde görüş bildirmişlerdir.
Buna karşılık, çoğunluk görüşüne gelince;
Çekişmeli yargıda taraflarca hazırlama prensibi geçerli olup, hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. Hâkim, talepte bulunan tarafların iddia ettiği olaylar ve ileri sürdüğü delillerle yetinmek zorundadır. Kendiliğinden araştırma yetkisine ve yükümlülüğüne sahip değildir.
Bilindiği gibi çekişmeli yargıda, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi hükmüne göre hâkim, Yargıtay’ın bozma kararı üzerine tarafları duruşmaya çağırıp dinledikten sonra bozma ilamına uyulup uyulmayacağına karar verir.
Görülüyor ki hâkim, kural olarak Yargıtay bozma kararına uyup uymamak konusunda tarafların düşünce ve istekleriyle bağlı olmayıp, bu yönden serbest davranmak, uyma ya da direnme kararı vermek yetkisine sahiptir.
Ancak bu genel kurala ayrık olmak üzere, çekişmeli yargıda eğer bozma kararına karşı diyecekleri sorulan tarafların bozma kararına uyulmasını istemeleri, bozma nedenleri bakımından bozma kararına uyulmasını isteyen tarafı bağlayabilecek ve davayı karşı taraf yararına sona erdirebilecek bir nitelik taşıyorsa böyle bir durumda hâkimin artık direnme kararı vermesi olanağı bulunduğundan söz edilemez (H.G.K 14.6.1978 gün, 1978/3-59E. 665K.).
Bir başka söyleyişle, bozma nedenlerinin kamu düzenine ilişkin ve dolayısı ile hâkimin kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurması gereken sebeplerden olmaması halinde taraflar veya vekilleri, bozma kararına uyulmasını istemişlerse, artık mahkeme önceki kararında direnemez.
Somut olay incelendiğinde; eldeki dava 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 227 maddesine dayalı değer artış payı alacağı istemiyle açılmış, çekişmeli yargıya ilişkin bir davadır. Kamu düzenini ilgilendiren bir olgunun varlığından söz edilmesi imkanı bulunmamaktadır
O halde, kamu düzenine ilişkin olmayan ve dolayısı ile hâkimin kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurması gerekmeyen temyize konu dava, taraf iradelerinin hukuki sonuç doğurabileceği niteliktedir.
Bu noktada sorunun çözümü, somut olaydaki gibi; istemin “değer artış payı alacağı” olduğuna işaret eden bozma ilamına uyulmasını talep eden davalı vekilinin bu beyanının, bozma kararı lehine olan davacı yararına bir usulü kazanılmış hak oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesiyle mümkündür.
Bir davada, mahkemenin veya tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine, diğeri aleyhine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakka, usule ilişkin kazanılmış hak denir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda anılan müesseseye ilişkin açık bir hüküm mevcut olmayıp, Yargıtay İnançları ile kabul edilmiş usul hukukunun ana ilkelerindendir ve kamu düzeni ile ilgilidir.
Bu itibarla, bir ara kararıyla taraflardan biri yararına usulü kazanılmış hak doğmuş ise, mahkemenin artık bu ara kararından dönmesine olanak bulunmadığı gibi; taraflardan birinin yaptığı usul işlemi ile diğer taraf lehine usule ilişkin kazanılmış hak doğmuş ise, mahkemenin bu taraf lehine husule gelen kazanılmış hakkı gözetmesi gerektiği kuşku ve duraksamadan uzaktır.
Hemen ifade etmek gerekir ki, Yargıtay bozma kararı üzerine taraflardan birinin bozma kararına uyulmasını istemesi, usul hukuku anlamında bozma hükümlerinin yerine getirilmesi istemine yönelik olduğundan; diğer taraf yararına bir hak meydana getiriyorsa, usule ilişkin kazanılmış bir hakkın varlığı söz konusudur.
Bu bağlamda, aleyhine verilen bozma kararını benimsemek suretiyle bozma kararına uyulmasını isteyen tarafın bu kabulü, hukuki sonuç doğuracak nitelikte olup; bozma hükümlerinin yerine getirilmesi konusunda, bozma kararı lehine olan taraf yararına usule ilişkin kazanılmış hak oluştuğunun kabulü gerekir.
Böyle bir durumda mahkemenin, bozmayı kabul yönündeki bu irade açıklamasını nazara almadan, kazanılmış hakkı ihlal ederek direnme kararı vermesi olanaklı değildir.
Kamu düzenine ilişkin olmayan ve dolayısı ile hakimin kendiliğinden (re’sen) göz önünde bulundurması gerekmeyen temyize konu davada, mahkemece davanın yapılan işlemin “bağışlama olduğu” kabul edilerek tapu iptali olarak ele alınıp, istemin “reddine” dair verilen kararın, Özel Dairece yine genel olarak istemin “değer artış payı alacağı” olarak nitelendirilmesi ve kararın bozulmasını takiben, davalı vekili 10.09.2009 tarihli oturumda bozma ilamına uyulmasını istemiştir. Bir başka deyişle, davalı da uyuşmazlığın hukuki nitelemesinin değer artış payı olduğu hususunu kabul etmiştir.
Az yukarıda açıklanan esaslar gereğince; davalı vekilinin aleyhe verilen bozmayı kabul yönündeki bu irade açıklaması ile davacı yararına usulü kazanılmış hak oluştuğundan, artık mahkemece kazanılmış hak ihlal edilerek direnme kararı verilemez.
Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu değişik nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.10.2010 gününde yapılan görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.