
Esas No: 2016/1013
Karar No: 2016/460
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2016/1013 Esas 2016/460 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Yargıtay Dairesi : 10. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık ..."ın TCK"nun 188/3, 188/4, 43/1, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 12 yıl 12 ay hapis ve 24.000 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına, taksitlendirmeye, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye ilişkin, Kozan Ağır Ceza Mahkemesince verilen 13.06.2014 gün ve 43-160 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 02.07.2015 gün ve 9886-32049 sayı ile;
"Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin yargılama sonuçlarına uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre, diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, sanığın dosyanın diğer sanığı ..."da 19.07.2013 tarihinde ele geçirilen eroinin sahibi olduğu ve suç konusu eroinin satışa arz edilmek üzere sanığa götürüldüğü sabit ise de; dosyanın diğer sanıkları ...., ..., .... ve .... ...."a daha önce sattığı kabul edilen maddelerin ele geçmemesi nedeniyle uyuşturucu veya uyarıcı madde olarak kabul edilemeyeceği, ancak diğer sanık ..."ın 10.07.2013 tarihinde 9 gram eroinle yakalanmasına ilişkin Kozan Cumhuriyet Savcılığı"nın 2013/2759 soruşturma sırasında yürütülen soruşturma ile sanık ..."ın 13.07.2013 tarihinde 0,4 gram eroinle yakalanması olayına ilişkin aynı savcılığın 2013/2784 soruşturma sırasında yürütüldüğü anlaşılan soruşturma evrakının akıbetleri araştırılarak, dava açılmış ve derdest ise davaların birleştirilmesi, davalar neticelenmiş ise dosyaların getirtilerek bu dosya arasına alınması ve tüm delillerin birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş,
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda Kozan Ağır Ceza Mahkemesince 16.10.2015 gün ve 222-220 sayı ile; sanığın 5237 sayılı TCK"nun 188/3, 188/4, 52/2-4, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 9 yıl hapis ve 18.000 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına, taksitlendirmeye, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiştir.
Hükmün sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 31.03.2016 gün ve 5850-1072 sayı ile;
"Sanık hakkında TCK"nın 188/3-4. maddeleri uyarınca belirlenen 9 yıl 9 ay hapis cezasının, hüküm fıkrasının 6. bendinde "neticeten 9 yıl hapis" olarak eksik tayini, karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır." eleştirisiyle, TCK’nun 53. maddesi yönünden düzeltilerek onanmasına oyçokluğuyla karar verilmiş,
Daire üyesi ...; "Sanık hakkında, uyuşmazlığa konu hüküm fıkrasının ilgili bölümü aynen aşağıdaki gibidir:
"Ab-1) Sanık ...’ın üzerine atılı uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği sabit olmakla eylemine uyan 5237 sayılı TCK"nın 188/3. maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi, işlenmesindeki özellikler, suç yeri, suç konusunun ele geçiriliş şekli ve miktarı ile kastının yoğunluğu nazara alınarak takdiren alt sınırdan uzaklaşmak suretiyle 6 yıl 6 ay hapis ve suçun işleniş özelliklerine göre takdiren 600 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına,
2-) Suça konu uyuşturucunun eroin olduğu anlaşılmakla TCK"nın 188/4. maddesi gereğince sanığın cezasında 1/2 oranında artırım yapılarak 9 yıl 9 ay hapis ve 900 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına,
3-) Koşulları bulunmadığından sanık hakkında TCK"nın 43. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına,
4-) Sanığın atılı suçu işlemesindeki kişilik özellikleri ile pişmanlık göstermeyen davranışları nazara alınarak TCK"nın 62. maddesi gereğince cezasında takdiri indirim yapılmasına yer olmadığına,
5-) Sanığa verilen 900 gün birim sayısı kadar adli para cezasının, sanığın ekonomik ve diğer şahsi halleri nazara alınarak TCK’nın 52/2. maddesi gereğince takdiren bir gün karşılığı 20,00 Liradan hesap edilmek suretiyle sanığın toplam 18.000,00 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına,
6-) Sanığın "neticeten 9 yıl hapis ve 18.000,00 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına..."
Görüldüğü üzere, hükmün 2. bendinde "9 yıl 9 ay hapis ve 900 gün adli para" cezasına hükmedildikten sonra, hükmün 3. ve 4. bentlerinde TCK"nın 43. ve 62. maddelerinin uygulanmadığının belirtildiği, hükmün 5. bendinde gün adli para cezasının "18.000,00 Lira adli para cezasına" çevrildiği ve böylece ceza miktarları üzerindeki uygulamaların sonuçlandığı dikkate alınmadan, herhangi bir indirim veya artırım maddesi tatbik edilmediği ve hapis cezası üzerinde de hiç bir değişiklik yapılmamasına rağmen, hükmün 6. bendinde lüzumsuz tekrar yapılarak: "neticeten 9 yıl hapis ve 18.000,00 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına..." denilmek suretiyle, hapis cezası yönünden, hükmün 2. bendi ile 6. bendi arasında çelişkiye düşülerek, hapis cezanın ne kadar olduğu hususunda tereddüt oluşturulmuş ve hüküm karıştırılmıştır.
Hükmün karıştırılması hallerinde hangi hükme üstünlük tanınacağı, hangi hükmün inceleneceği belli olmadığı için kazanılmış haktan söz edilemez. Aksi takdirde daha büyük hatalarda da sanık lehine olanı kabul etmek zorunda kalabilir, mahkeme iradesini yok sayabiliriz. Somut olayımızdan yola çıkacak olursak, burada "9 yıl 9 ay hapis" yerine neticeten "9 ay hapis" de yazılmış olabilirdi. Kazanılmış hak mı kabul edecektik? Bunun bir ilkeye bağlanması gerekir. Sorunun en iyi çözüm yolu, hükmün karıştırılması sebebiyle bozulmasıyla mümkündür.
Anlatılan nedenlerle;
Mahkemenin iradesini belirtmesi ve hükümdeki karışıklığı gidermesini teminen hükmün bozulması gerektiği kanısını taşıdığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum." görüşüyle karşıoy kullanmıştır.
Yargıtay C. Başsavcılığı ise 16.05.2016 gün ve 389574 sayı ile;
"Aleyhe bozma yasağı; "temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında, hükümde, yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir deyişle, aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın, sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması" şeklinde tanımlanmaktadır.
Öğreti ve uygulamada, "lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, aleyhe bozma yasağı, aleyhe bozmama zorunluluğu, yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe yasağı, yaptırımı ve sonuçlarını ağırlaştıramama kuralı" olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine de bozulabileceğini düşünen sanığın, bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Bu kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin 4. fıkrasında; "hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz" şeklinde yasal düzenlemeye kavuşturulmuştur. Ceza muhakeme hukukumuzda bu madde dışında yaptırım ve cezayı aleyhe değiştirme yasağını düzenleyen başka bir hüküm de bulunmamaktadır. Buna göre ceza hukukunda genel anlamda kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK’nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek bir "cezayı aleyhe değiştirememe ilkesi" veya "aleyhe düzeltme yasağı"nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde de; "hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz" düzenlemesine yer verilmek suretiyle, aleyhe bozmama ilkesi korunmuştur.
Kanunun açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere; yaptırım ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza ve yaptırım miktarı ile sınırlıdır. Kanun koyucu suçun niteliği veya adı yönünden sanık yararına kazanılmış bir hak tanımamıştır.
Ceza miktarı yönünden kazanılmış hak ise; sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen cezanın ve sonucun önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olmamasıdır.
Temyize konu yerel mahkeme hükmü incelendiğinde; yerel mahkemenin hürriyeti bağlayıcı cezayı ikinci paragrafta 9 yıl 9 ay olarak tesis ettiği ve takip eden paragraflarda belirlenen hürriyeti bağlayıcı ceza miktarına dair herhangi bir tasarrufta bulunulmadığı, takip eden paragraflarda TCK 43. ve 62. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına ve TCK 52/2 maddesi ile gün adli para cezasının günlüğü 20,00 Liradan 18.000,00 Lira adli para cezasına çevrilmesine karar verildiği, bu aşamada hüküm bitmiş iken yerel mahkemenin 6. paragrafı açıp "neticeten 9 yıl hapis ve 18.000,00 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına..." demek suretiyle herhangi bir hukuki sonuç doğurmayan, yasa maddesi içermeyen fazlalık bir yazımda bulunduğu anlaşılmıştır.
Yerel mahkeme hükmü hiç temyiz edilmese idi infaz savcısı mahkemesine müracaatla yazım hatasının giderilmesini isteyecek, yerel mahkeme de 6. paragraftaki maddi hatayı giderebilecekti. Ancak Yüksek Yargıtay 10. Ceza Dairesi"nin itiraza konu kararında yer alan "cezanın...eksik tayini karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır" kabulü yerel mahkemenin hiç bir hukuki sonuç doğurmayacak, hüküm fıkrasında hukuki dayanaktan yoksun fazlalık olduğu anlaşılan yazım hatasını yerel mahkemenin düzeltebilmesi olanağını ortadan kaldırmaktadır. Yukarıda da açıklandığı gibi "usuli kazanılmış hak" aleyhe bozma yasağıdır. Yerel mahkemece mahallinde düzeltilebilecek maddi hatalar usuli kazanılmış hak kavramının koruma alanına dahil değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz mercii Yüksek Yargıtay 10. Ceza Dairesi yüksek heyetinin hükmün 6. paragrafının hukuki dayanaktan yoksun fazlalık olduğunu ve mahallinde ek karar ile hükümden çıkartılabilmesi olanağının mevcut olduğunu tespitle yetinmesi gerekirken "karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır" kabulü usul ve yasalara aykırıdır.
...Açıklanan nedenlerle Yüksek Dairenizin itiraza konu 31.03.2016 tarih ve 1072 karar sayılı kararına yönelik itirazımızın kabulü ile itiraza konu ilamınızın birinci paragrafında yer alan "karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır" kabulünün ilamınızdan çıkartılarak yerine yerel mahkeme hükmünün hüküm fıkrasında yer alan "6-) Sanığın neticeten 9 yıl hapis ve 18.000,00 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına..." ibaresinin hukuki dayanaktan yoksun fazlalık olduğu ve mahallinde mahkemesince her daim ek karar ile hükümden çıkartılabileceği tespitinde bulunulması gerekmektedir." düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 10. Ceza Dairesince 03.06.2016 gün 2119-1748 sayı ve oyçokluğuyla; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık ... hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma ve kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçları ile sanıklar .... .... ve .... hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleri ve bozma üzerine sanık ... hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan kurulan davanın reddine dair hüküm temyiz edilmeksizin, bozma üzerine sanıklar ... ve ... hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları da itiraz edilmeksizin kesinleşmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme, sanık ... hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine karar verilen, suçun sübutu ile fiilin vasıflandırılmasında bir uyuşmazlık ve bu kabulde de dosya muhtevası itibarıyla herhangi bir hukuka aykırılık bulunmayan somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünde; 5237 sayılı TCK"nun 188/3 ve 188/4. maddeleri gereğince hürriyeti bağlayıcı ceza “9 yıl 9 ay” şeklinde doğru olarak belirlenip başka artırım ya da indirim maddesi uygulanmadığı halde, sonraki bentte bu cezanın “netice olarak 9 yıl hapis” olarak yazılması ve aleyhe temyiz bulunmaması nazara alındığında, bu hatanın cezanın doğru olarak hesaplanmış haliyle infaz edilmesini engellemeyecek yazım hatası olarak mı kabul edilmesi gerektiği, yoksa cezayı aleyhe düzeltme yasağı kapsamında mı kaldığı hususunun belirlenmesine ilişkindir.
Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre “karar” kelimesinin anlamı; bir iş veya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargıdır. Aynı sözlükte, hukukta karar; herhangi bir durum için tartışılarak verilen kesin yargı, hüküm, olarak ifade edilmiştir. Yine, karar kelimesinin ifade ettiği farklı bir anlam olarak; kesin yargıyı bildiren belge belirtildikten sonra, karar; değişmeyen, düzenli durum, düzenlilik, yöntemlilik ve değişmez olma olarak da tarif edilmiştir. Bu tanımlardan yola çıkıldığında, yargısal karar; bir yargılama işlemi sonunda belli bir yönteme bağlı olarak verilmiş, kesin yargıyı ifade eden belge olarak tanımlanabilir. Bu durumda kararın en önemli özelliği olarak, “kesinlik” karşımıza çıkmaktadır. Kesinlik kelimesinin sözlük anlamı; bir bilginin, bir kanaatin şüpheye düşmeden onaylanması durumudur.
5271 sayılı CMK"nun "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlıklı 223. maddesinin birinci fıkrası; "Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür",
"Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" başlıklı 231. maddesinin birinci fıkrası; "Duruşma sonunda, 232 nci maddede belirtilen esaslara göre duruşma tutanağına geçirilen hüküm fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır.",
"Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar" başlıklı 232. maddesinin üçüncü fıkrası; "Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.",
Aynı maddenin altıncı fıkrası ise; "Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir." hükümlerini içermektedir.
Anılan bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, duruşmanın bittiği bildirildikten sonra 5271 sayılı CMK"nun 223. maddesinin birinci fıkrası uyarınca hüküm verilmesi zorunludur. Bu hükümde gerekçeye yer verilmese dahi, anılan kanunun 232. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme imkânının bulunup bulunmadığının, başvuru imkânı varsa süresi ve merciinin tereddüde mahal bırakmayacak şekilde mutlaka belirtilmesi gerekmektedir. Uygulamada bu şekilde gerekçesi açıklanmadan hüküm verilmesine kısa karar denilmektedir. Kısa karar olarak adlandırılan bu hüküm fıkrasının tümüyle duruşma tutanağına geçirilmesi, akabinde okunarak, gerekçesinin ana hatlarıyla anlatılması gerekmekte olup kısa karar yani hüküm bu şekilde açıklandıktan sonra geçerlilik kazanacaktır.
Gerekçeye yer verilmeden sadece kısa karar olarak adlandırılan "hüküm-sonuç" bölümünün açıklanmasından sonra, maddi olayın açıklandığı "sorun" bölümü ile delillerle sonuç arasındaki bağın, yani neden bu sonuca ulaşıldığının anlatıldığı ve hukuki nitelendirmenin yer aldığı "gerekçe" bölümünün hüküm fıkrasına da yer verilmek suretiyle, kısa kararın açıklanmasından itibaren on beş gün içinde yazılması gerekmektedir. Bu şekilde sorun, gerekçe ve hüküm-sonuç bölümünden oluşan karara ise uygulama da gerekçeli karar denilmektedir.
Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş uygulama ve kabullerine göre, hükmün esasını kısa karar oluşturmaktadır. Tutanağa geçirilmesi ve açıklanması suretiyle hukuken geçerlilik kazanmış kısa kararın/hükmün önemine binaen mahkemelerin kısa karar oluştururken son derece dikkatli ve ciddi davranmaları gerekmektedir. Ancak hüküm kurulurken çeşitli hatalar yapılabildiği, örneğin nitelikli haller nedeniyle ceza artırılırken artırım oranlarında, bazen de sonuçlarında hatalar yapılabildiği gibi indirim nedeninin uygulanması sırasında da hesap hatası yapılarak daha az ceza tayin edildiği, hatta nitelikli hal nedeniyle cezanın artırılması yerine indirilmesi yoluna gidildiği, ilgili kanun maddesinde suç için hapis cezası ile birlikte para cezası da öngörüldüğü halde, yalnızca hapis ya da para cezasına hükmedildiği, öngörülmüş cezanın alt sınırının da altında olacak şekilde bir ceza tayin edildiği veya belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması sırasında işlem hataları yapıldığı görülmektedir.
Uygulamada hükmün kurulması sırasında yapılan hatalar, "uygulama hatası", "hesaplama hatası", "yazım hatası" şeklinde tasniflere tabi tutulmaktadır. Uygulama hatası; yargılama araçlarının belirli biçimde hatalı takdir edilmelerinden kaynaklanan hukuki yanılgılardır. Hesaplama hatası, cezanın artırımı veya eksiltimi sırasında yapılan matematiksel işlem hatalarıdır. Yazım hataları ise, olağan bir dikkat ve özenin gösterilmesi halinde gerçekleşmeyecek olan isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasıdır. Esasen hesaplama ve yazım hataları da uygulama neticesinde ortaya çıkmış hatalar olduğundan sonuç itibarıyla birer uygulama hatasıdır. Kaldı ki bazen yapılan yanlışlığın ne tür bir hata olduğu da tam belirlenememektedir.
Mahkemenin hata yapıldığından bahisle, kısa kararda yer verilmeyen hususlara gerekçeli kararda yer vermesi veya kısa kararı sonradan değiştirmesi usul ve kanuna aykırı olacaktır. Bu konuda öğretide, "Gerekçe ile birlikte hüküm fıkrası tekrar yazılırken, duruşmada yazılıp, okunmuş olan hüküm fıkrasında, yani kısa kararda hiçbir değişiklik yapılamaz. Esas olan, duruşmada okunmuş bulunan hüküm fıkrasıdır." (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 2013, 10. Baskı, s. 714) şeklinde görüşler bulunmaktadır. Ancak yerleşmiş uygulama ve kabullere göre, uygulama ve hesap hataları dışında kalan ve sonuç ceza üzerinde değişikliğe yol açmayan maddi yazım hatalarının yöntem ve zaman sınırlamasına tabi bulunmaksızın, bizzat bu hatayı yapan merci tarafından kendiliğinden veya denetim muhakemesi sonunda verilen bir karardaki uyarı üzerine düzeltilmesi mümkündür.
Temyize tabi kararlar temyiz edilmemesi veya temyizen onanması halinde, kesin nitelikteki kararlar ise verildikleri anda kesinleşmiş olacaktır. Kesinleşen kararda olağanüstü kanun yolları hariç artık hükmün değişme imkânı bulunmamaktadır. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun 4. maddesinde de vurgulandığı üzere, mahkûmiyet hükümlerinin infazı için hükmün kanun gereği kesin ya da kesinleşmiş olması gerekir.
Yargı makamlarınca verilen hükümlerin kesin ya da kesinleşmiş olması bireylerin güven içinde yaşamaları için zorunludur. Her yargılamada gerçeğe, adalet ve hakkaniyete ulaşılması çabası bulunsa da ceza muhakemesinin de bir sonu olmalıdır. Aksi halde ceza muhakemesinin amaçları arasında olan toplumsal barış ve güven sağlanamaz; sürekli bir çekişme ve belirsizlik ortamı varlığını korur. (Veli Özer Özbek, İnfaz Hukuku, Ankara 2015, Seçkin Yayıncılık, 7. baskı, s. 70)
Kesin hükmün bağlayıcı olması nedeniyle bu kararlar değiştirilemez, yerine getirilmesi geciktirilemez. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98. maddesinin 1. fıkrasında; “Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir” hükmüne yer verilmiştir. Görüleceği üzere infaz sırasında, mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği konusunda ya da hükümlü lehine bir kanun yürürlüğe girmesi halinde ancak hükmü veren mahkemeden karar isteneceği belirtilmiş olup kesinleşmiş hükümdeki ceza miktarının hesap hatası yapıldığından bahisle ya da başka bir nedene dayalı olarak artırılamayacağı, değiştirilemeyeceği açıktır.
Uyuşmazlık konusu ile bağlantılı olarak, ilk derece mahkemelerince verilen ve içerisinde hata barındıran hükümlerin temyiz incelemesine konu edilmesi halinde "aleyhe değiştirmeme zorunluluğu" ya da "aleyhe düzeltme yasağı" kavramlarına değinilerek uyuşmazlık çözüme kavuşturulmalıdır.
Cezayı aleyhe değiştirememe yasağı öğreti ve uygulamada; "temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında hükümde yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir anlatımla aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması" şeklinde tanımlanmaktadır.
Cezayı aleyhe değiştirememe yasağı, hükmün temyiz incelemesine başlarken, bakış açısını belirleyen bir usul kuralı olduğu gibi, bozmadan sonraki aşamada da ceza miktarının sınırını belirleyen bir yargılama ilkesidir. Bu sebeple temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilip, inceleme buna göre yapılmalı ve sanık lehine tecelli eden bir hatanın doğuracağı hukuki neticeler aleyhte başvuru bulunmadıkça değiştirilmemelidir.
Latince "reformatio in pejus" olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, "lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme, aleyhe bozmama zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, yaptırım ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe ya da ağırlaştıramama kuralı, aleyhe bozma yasağı" olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine bozulabileceğini düşünen sanığın bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin 4. fıkrasında; "Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz" şeklinde kanuni düzenlemeye dönüştürülmüştür. Buna göre ceza hukukumuzda genel anlamda bir kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK"nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek olan "cezayı aleyhe değiştirememe" veya "aleyhte düzeltme yasağı"nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu kuralla ilgili olarak 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde ise; "Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz" düzenlemesine yer verilmiştir.
Kanundaki açık düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere; yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza miktarı ile sınırlı olacak, sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen ceza ve sonuç önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olamayacaktır.
Gerek bozma ilamında, gerekse yerel mahkemece bozmadan sonra kurulan hükümde yaptırım ve sonuçları aleyhe değiştirme yasağına aykırılığın söz konusu olup olmadığı önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir.
Ceza Genel Kurulunun 20.06.2006 gün ve 124-165 sayılı kararında; istinaf ve temyiz kanun yolları bakımından pozitif hukukumuzda yer alan “cezanın aleyhe değiştirilmemesi” ilkesinin, ceza muhakemesinin mutlak ve vazgeçilemez değerleri arasında yer alan ve evrensel hukukun benimsediği bir ilke olmadığı, kanunun düzenleniş biçimi ve amacı itibarıyla, asıl ceza yargılamasında verilen kararlara karşı kesin hükme kadar masumiyet karinesinden yararlanma hakkı bulunan sanığın temyiz kanun yoluna başvurudan çekinmemesini temine yönelik bir prensip olduğu açıklanmıştır.
Belirtildiği üzere aleyhe değiştirme yasağı münhasıran “cezalar” ile ilgili ve sınırlı olup, fiilin nitelendirilmesinde ve suç adının belirlenmesinde geçerli değildir. Cezalar 5237 sayılı TCK"nun 45. maddesinde; hapis ve adli para cezaları olarak sayıldığından, cezalar arasında sayılmayan güvenlik tedbirleri ile diğer müesseselerin bu yasak kapsamında değerlendirilemeyeceği Ceza Genel Kurulunca duraksamasız olarak kabul edilegelmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı şekilde çözüme kavuşturulması açısından hatalı oluşturulan hükmün yalnız sanık lehine temyiz edilmesi halinde aleyhe değiştirmeme zorunluluğu ya da aleyhe düzeltme yasağı kuralı çerçevesinde sonuç cezanın kanun yoluna başvuruda önemi ve Yargıtay ilgili dairesinin ne şekilde karar vereceği hususuna da değinmek gerekecektir.
5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 305. maddesi göz önüne alındığında, ceza mahkemelerince verilen hükümlerin temyize tâbi olmaları kural, temyiz edilememeleri ise istisnadır.
14.04.2011 gün ve 27905 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 23. maddesi ile 5271 sayılı CMK"nun 272. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde; “Hapis cezasından çevrilen adlî para cezaları hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen 3.000 Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf yasa yoluna başvurulamayacağı” şeklinde yapılan değişiklik ve aynı kanunun 26. maddesi ile 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanuna eklenen; “Bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz” şeklindeki geçici 2. madde göz önünde bulundurulduğunda, 14.04.2011 tarihinden sonra, doğrudan hükmolunan 3.000 Türk Lirası ve daha az miktardaki mahkûmiyet hükümlerinin temyizi mümkün değildir.
Temyize getirilen bu istisnadan anlaşılacağı üzere kısa karardaki ve dolayısıyla hükümdeki sonuç cezanın kanun yollarına başvuruda belirleyici bir unsur olduğu açıktır.
Ceza Genel Kurulunun 11.03.2014 gün ve 532-126, 12.03.2013 gün ve 1515-202 ile 21.12.2010 gün ve 230-264 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı gibi, kesin nitelikteki hükümler ancak kesinlik sınırını aşar nitelikte yaptırım içermek şartıyla suç vasfına yönelik ya da suç niteliği doğru belirlenmesine rağmen yanılgılı bir uygulama ile kesinlik sınırı içinde kalan cezaların verildiği hükümlere karşı yapılan aleyhe başvuru üzerine temyiz denetimine konu olabilecektir. Yani doğru uygulama yapıldığında kesinlik sınırı içinde kalmayacak bir hükmün, hatalı uygulama (hesap hatası, uygulama hatası gibi) neticesinde -ortaya çıkan sonuç ceza itibarıyla- kesinlik sınırı içindeyse aleyhe temyiz bulunmadığı durumda temyize konu olması mümkün değildir.
1412 sayılı CMUK"nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 320. maddesinde; “Yargıtay, temyiz dilekçesi ile layihasında irad olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz dilekçesinde bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder”,
321. maddesinde; “Yargıtay, aleyhine itiraz olunan hükmü hangi cihetten kanuna muhalif görmüşse o cihetten bozar.
Hükmün bozulmasına sebep olan kanuna muhalefet keyfiyeti, bu hükme esas olarak tespit edilen vakıalarda olmuş ise bu muameleler dahi aynı zamanda bozulur”,
322. maddesinde ise; "Hükme esas olarak tespit edilen vakıalara tatbikinde kanuna muhalefet edilmesinden dolayı o hüküm bozulmuş ise Yargıtay aşağıda yazılı olan hallerde kendisi davasının esasına hükmeder.
1. Vakıanın daha ziyade aydınlanması gerekmeden beraete veya davanın düşmesine yahut aşağı - yukarı haddi olmayan sabit bir cezaya hükmolunması icabederse,
2. Yargıtay Başsavcılığının iddiasına uygun olarak suçluya kanunda yazılı cezanın en aşağı derecesini uygulamayı uygun görürse,
3. Mahkemece sabit görülen suçun unsurları ve vasfı ve cezası hükümde doğru gösterilmiş olduğu halde sadece kanunun madde numarası yanlış yazılmış ise,
4. Hükümden sonra yürürlüğe giren kanun suçun cezasını azaltmış ve mahkemece suçluya ceza tayininde artırma sebebi kabul edilmemiş veya yeni bir kanun ile fiil suç sayılmamış olmaktan dolayı birinci halde daha az bir cezanın hükmü ve ikinci halde hiç ceza hükmolunmaması gerekirse,
5. Açıkca tespit edilmiş olan suçlunun doğum ve suç tarihlerine göre ceza tayininde gerekli indirme yapılmamış veya yanlış olarak indirme yapılmış ise,
6. Arttırma veya indirme sonu ceza müddeti veya miktarını tayinde maddi hata yapılmış ise,
7. Hükmedilmiş olan ceza yerine Ceza Kanununun 29 uncu maddesince adli tevbih kararı verilmesi icabederse,
8. Ceza Kanununun 29 uncu maddesindeki tertibin gözetilmemesi yüzünden eksik veya fazla ceza verilmiş ise,
9. Harçlar Kanunu ile yargılama giderlerine ilişkin hükümlere ve Avukatlık Kanununa göre düzenlenen ücret tarifesine aykırılık yapılmışsa.
Sair hallerde Temyiz Mahkemesi işi yeniden tetkik ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan mahkemeye veya o derecede diğer civar bir mahkemeye gönderir." hükümleri yer almaktadır.
Temyiz yargılama makamı olan Yargıtay"ın görevi, kural olarak, denetimini yaptığı hükümde hukuka aykırılık bulunup bulunmamasına göre hükmü bozmak veya onamaktır. Temyiz incelemesi sırasında Yargıtay, temyiz nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığı çözecek nitelikte bir karar verecektir. Temyiz edilen hükümde hukuka aykırılık bulunmaması halinde hüküm onanacak, hukuka aykırılık bulunması halinde ise karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken CMUK"nun 321. maddesine göre hüküm bozulacak ya da bozulan hüküm yerine aynı kanunun 322. maddesine göre Yargıtay"ca davanın esasına hükmedilecektir. Buna göre; Yargıtay temyiz dilekçesinde ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın son karara etkili olan tüm kanuna aykırılıkları inceleyip, aykırılık saptaması halinde de bozma kararı verme hak ve yetkisine sahiptir. Bu konuyla ilgili olarak getirilen sınırlamalar, 1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin son fıkrasında yer alan, “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” kuralı ile 05.03.1941 gün ve 50-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, katılanın münhasıran kendi şahsi haklarına hasrettiği temyiz istemi üzerine, sanık lehine bozma yapılamamasıdır. Bu iki istisna dışında, Yargıtay"ca incelenen ve kanuna aykırılık taşıdığı belirlenen bir hükmün, temyiz edenin sıfatı nazara alınarak, sanık lehine veya aleyhine bozulmasına bir engel bulunmamaktadır.
Temyiz nedenini oluşturacak hukuka aykırılıklar kanunun 307 ve 308. maddelerinde gösterilmiştir. CMUK"nun 307. maddesinin 1. fıkrasında, "Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur" denildikten sonra 2. fıkrasında, "Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesi" kanuna muhalefet olarak belirtilmiş, 308. maddesinde ise sekiz bent halinde gösterilen hususlarda kanuna "mutlaka muhalefet" edilmiş sayılacağı kabul edilmiştir.
Bu maddelere göre, Yargıtay temyiz nedenleriyle bağlı olmaksızın, temyiz dilekçesinde ileri sürülsün veya sürülmesin son karara etkili olan tüm hukuka aykırılıkları kendiliğinden inceleyip hükmü bozabilecektir. Yargıtay"ca yapılacak denetimde, mevcut delillerin yerel mahkemece yanlış değerlendirildiği ve bu nedenle somut olaya ilişkin hukuki nitelemenin yanlış yapıldığı sonucuna varılırsa, karar esastan bozulmakla birlikte, uygulanması gereken hukuki kurallar da gösterilmelidir. Lehe temyiz davasında ise, suç niteliğinin belirlenmesinde yanılgıya düşüldüğü belirlenirse, cezanın tür ve miktarı yönünden önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacağı şartı ile kanuna aykırı olan hükmün bozulmasına karar verilmeli, suç niteliği dışındaki sair hallerde ise, yol göstermek ve uygulamada birliği sağlamak amacıyla eleştiri ile yetinilerek, aleyhe temyiz olmadığı vurgulanmak suretiyle hüküm onanmalıdır.
Buna göre eleştiri, temyiz mahkemesince aleyhe temyiz bulunmaması veya sonuca etkili olmaması nedeniyle mutlak bozma sebebi teşkil etmeyen bir hukuka aykırılığa uyarıcı, öğretici ve yol gösterici nitelikte işaret edilmesi olup, kural olarak “onama” kararlarında söz konusudur. Hükmün sanık lehine belirlenen hukuka aykırılıklar veya zorunluluklar nedeniyle bozulması durumunda sanığın aleyhine tespit edilen hukuka aykırılıklar da bozma sebebi yapılmalı ve hükmün lehe-aleyhe bozulmasına karar verilmelidir. Aksi takdirde sanığın; önceki yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan, ikinci kez mahkûmiyetin sonuçlarını da kapsayacak şekilde yararlandırılmasını sağlayacak, sanığa daha önce bir kez tanınmış olan atıfet genişletilmek suretiyle, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açılmış olacaktır.
Bu genel açıklamalardan sonra temyiz incelemesi sırasında hükümdeki uygulama, hesaplama ve maddi (yazım) hatalarının aleyhe temyiz olmaması halinde nasıl değerlendirilmesi gerektiği tartışılmalıdır.
Hükümdeki isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasından kaynaklanan maddi (yazım) hataları aleyhte değiştirme yasağı kapsamında olmadığından Yargıtay"ca düzeltilebileceği aşikardır.
Kanun maddesinin yanlış yorumlanmasının söz konusu olduğu, hâkimin takdirine bağlı ve bilinçli uygulamalardaki hata ve aykırılıkların yani uygulama hatalarının aleyhte değiştirme yasağı kapsamında kalacağı, suç tarihi, sanığın ismi, yaşı vb. şekildeki yazım hatalarının ise bu yasak kapsamında değerlendirilemeyeceği konusunda da tereddüt bulunmamaktadır.
Hesap hatalarının ise bu yasak kapsamında kalıp kalmadığı konusunun, hesap hatasının sonuç cezaya etkisi gözetilerek çözümlenmesi gerekmektedir. Çünkü 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek olan "cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı"nın konusunu temel ceza ya da indirim-artırım sırasındaki ara ceza miktarı değil sonuç ceza oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, cezanın belirlenmesi aşamasında artırım ya da indirim yapılırken hesap veya yazım hatası yapılıp bir sonraki hesaplamanın yapıldığı ya da sonuç cezanın açıklandığı fıkrada bu hatadan dönülerek doğru sonuca ulaşılmış, dolayısıyla aradaki hesap ya da yazım hatası sonuca etkili olmamış ise, yapılan hesap ya da yazım hatası "cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı" kapsamında kalmayacak, aksi halde, yani yapılan hesap yada yazım hatası, sanığın daha az ceza almasına yol açacak şekilde sonuç cezanın belirlenmesine yol açmış ve hüküm bu sonuç üzerine kurulmuş ise, hatalı da olsa açıklanan ve hükmedilen bu ceza miktarı anılan kurala konu olacaktır. Aleyhe temyiz bulunmadığı halde sonuç cezanın hesap hatası, yazım hatası denilerek düzeltilmesi veya kazanılmış hak saklı tutulmadan bozmaya konu edilmesi 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nun 326/4. maddesindeki amir kurala aykırı olacaktır.
Nitekim Ceza Genel Kurulu da çeşitli kararları ile, hesap hatası yapılan hükme ilişkin lehe temyiz davasında aleyhe düzeltmeme zorunluluğuna açıklık getirmiş ve ‘temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilerek, incelemenin buna göre yapılması gerektiği, sanık lehine tecelli edecek bir hatanın tazammun edeceği hukuki neticelerin aleyhte tevessülatta bulunmadıkça değiştirilemeyeceği’ (31.01.1949 gün ve 171-35),‘ilk hüküm sanık tarafından temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olsaydı durum ne olacak idiyse, lehe temyizin bu durumu değiştirmemesi gerektiği’ (19.06.1967 gün ve 114-162, 13.04.1964 gün ve 154-167), ‘hesap hatası sonucunda eksik tayin edilen hapis cezasının ceza miktarı yönünden kazanılmış hak oluşturacağı’ (07.10.2008 gün ve 198-211, 15.12.2015 gün ve 602-509) vurgulamıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Mahkemece sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 5237 sayılı TCK"nun 188/3 ve 188/4. maddelerinin uygulanması sırasında yapılan hesaplama sonucu, ceza 9 yıl 9 ay hapis ve 900 gün adli para cezası olarak doğru şekilde belirlenmiş, hükmün 5. bendinde münhasıran adli para cezasının hesaplanması yoluna gidilmiş ve TCK"nun 52/2. maddesi uyarınca bir gün karşılığı 20 Liradan hesaplanarak adli para cezası 18.000 Lira olarak tespit edildikten sonra, sanık hakkında başkaca bir artırım veya indirim maddesi uygulanmadığı halde, hüküm fıkrasının 6. bendinde sonuç olarak sanığın "9 yıl hapis ve 18000 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına" karar verildiği belirtilmiştir. Yazım hatası sonucunda hürriyeti bağlayıcı cezanın 9 ay eksik tayin edilmesinin basit bir maddi hata olarak görülmesi, kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi durumunda infaz sırasında mahkemenin 9 yıl hapis cezasını doğrudan 9 yıl 9 aya çıkarmasını kabul etmek anlamına da gelecektir. Somut uyuşmazlıkta, yerel mahkemece sanık hakkında 5237 sayılı TCK"nun 188/3 ve 188/4. maddelerinin uygulanması sırasında hürriyeti bağlayıcı cezanın "9 yıl 9 ay" olarak doğru bir şekilde
belirlenmesine rağmen, sonraki bentte "neticeten" ibaresi ile vurgulanmak suretiyle "9 yıl hapis cezası" olarak sanık müdafiine tefhim edilmesi karşısında; yargısal kararın önemi ve belirliliği, Anayasa ile güvence altına alınan kişi hürriyeti ve hukukî güvenliğinin korunması ilkeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, tefhim olunan sonuç cezanın mahkemenin gerçek iradesini yansıttığının kabul edilmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla hükmün yalnız sanık ve müdafii tarafından temyiz edildiği dikkate alındığında, sanık hakkındaki hürriyeti bağlayıcı sonuç cezanın 9 ay eksik şekilde belirlenmesi hususunda, Özel Dairece aleyhe düzeltme yasağına uygun olarak eleştiri yapılması ile yetinilmesi usul ve yasaya uygundur.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Ceza Genel Kurulu Üyesi; "itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.11.2016 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için destek@ictihatlar.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.