Abaküs Yazılım
23. Hukuk Dairesi
Esas No: 2014/10666
Karar No: 2015/6828
Karar Tarihi: 23.10.2015

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi 2014/10666 Esas 2015/6828 Karar Sayılı İlamı

23. Hukuk Dairesi         2014/10666 E.  ,  2015/6828 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

    Davacı tarafından açılan iflasın ertelenmesi davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hüküm süresi içinde müdahil vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmiştir.
    Temyize konu karar niteliği gereği duruşmaya tâbi olmadığından duruşma isteminin reddiyle incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten ve iflas ve iflas erteleme kararlarında temyiz süresi İİK"nın 164. maddesi uyarınca 10 gündür. Ancak mahkemece verilen kararda temyiz süresinin 15 gün olduğu belirtilmiştir. HMK"nın 297/1-ç maddesinde ""kararlarda başvurulacak kanun yolu ve süresinin"" belirlenmesi zorunludur. Anayasa mahkemesince ""mahkemece belirlenen süreye itibar edilmesine rağmen temyiz talebinin süresinde olmadığının kabul edilmesi halinin hak ihlali olduğuna ilşkin tespiti de nazara alınarak temyiz talebinin süreside olduğunun kabulüne karar verilerek bu şekilde temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
    - K A R A R -
    Davacı vekili, 2003 yılından bu yana faaliyet gösteren davacı şirketin mülkiyeti Belediye"ye ait taşınmaz üzerinde toplam 6.000.000,00 TL civarında yatırım yaparak, canlı müzik işletme tesisi kurduğunu, şirket kurucu ortağı ..."in 2011 yılında aniden vefatından sonra borcu olmamasına rağmen müdahil ... Belediye Başkanlığı tarafından taşınmazdan tahliye edilmek istendiğini, davacı şirketin tahliyesi halinde tesisten sökülecek malzeme ve demirbaşların başka bir yerde kullanılamayacağından ,ekonomik değerinin düşeceğini ve davacı şirketin malvarlığından 3.000.000,00 TL"nin eksileceğinden .. ve Vergi Dairelerine olan borçların ödenmesinin imkansızlaşacağını ve davacının iflas etme durumunun ortaya çıkacağını, oysa işletmenin tahliye edilmemesi ve iyileştirme projesinin uygulanması durumunda iflastan kurtulabileceğini ileri sürerek, davacının iflasının bir yıl ertelenmesini ve davacının tahliyesi için başlatılan icra takibinin tedbiren durdurulmasını talep etmiştir.
    Müdahil vekili, davacı aleyhine başlattıkları ... İcra Müdürlüğü"nün 2012/12622 nolu takip dosyasında yürüttüğü takibin tedbir kararıyla durdurulduğunu, davacıdan kira alacaklarının devam ettiğini savunarak, ihtiyati tedbir kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
    Mahkemece, iddia, müdahil beyanı, benimsenen bilirkişi ve kayyım raporlarına göre; borca batık durumda olan davacı şirketçe sunulan iyileştirme projesinin gerçekçi ve inandırıcı olup, iyileştirme tedbirlerinin uygulanması durumunda borca batıklık hallerinin ortadan kaldırılarak mali durumunun iyileşebileceği gerekçesiyle, davanın kabulüne ve davacının iflasının bir yıl ertelenmesine karar verilmiştir.
    Kararı, müdahil vekili temyiz etmiştir.
    1-Dava, iflas erteleme istemine ilişkindir.
    Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, müdahil vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
    2-Ticari şirketlerin ve kooperatiflerin iflas erteleme talebinde bulunabilmeleri için bilançolarına göre borca batık durumda olmaları ve iyileştirme projelerinin ciddi ve inandırıcı olması gerekir.
    Dosyadaki mevcut bilirkişi raporlarından davacı şirketin borca batık olduğu hususu kesin bir şekilde tespit edilememiştir. Mahkemece alınan üç adet bilirkişi raporu bu hususta birbiriyle çelişkili olduğu gibi, alınan en eski tarihli bilirkişi raporunda davacı şirketin borca batık olmadığı belirtilmiştir.
    Mahkemece bu durumda konusunda uzman yeni bir bilirkişi heyeti oluşturularak, TTK"nın 376. maddesi de göz önüne alınarak davacı şirketin kaydi değerleri dışında aktif ve pasifinin reel değerlerinin tespit edilmek suretiyle, davacı şirketin bilançosunun borca batık olup olmadığı kesin olarak belirlenmeli, bu belirlemelere göre davacı şirket borca batık halde ise bu kez de iyileştirme projesinin ciddi ve inandırıcı olup olmadığı,,projenin uygulanması halinde şirketin borca batıklıktan kurtulup kurtulamayacağı belirlenmelidir.
    Yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda davacı şirketin borca batıklığının tespit edilmesi halinde dahi, davacı şirketin belediyeden kiraladığı yer üzerinden tahliyesi, Encümen kararı ve mahkeme ilamıyla sabit olmasına rağmen davacının iyileştirme projesinde aynı işi bir başka yerde yapabileceğine ilişkin bir öngörüsü bulunmadığına göre, sunduğu iyileştirme projesinin ciddi ve inandırıcı olmaktan uzak olduğunun da kabulü gerektiğinin düşünülmemesi doğru değildir.
    3- Kabule göre de, iflas erteleme davası açıldığının ve yargılama sonucunda verilen iflas erteleme kararı ve davacı şirkete kayyım atanmasına ilişkin hüküm kısmının İİK"nın 166. maddesinde gösterilen usulde ilan edilmemiş olması da doğru olmamıştır.
    SONUÇ ;Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, müdahil vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, müdahil vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, müdahil yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.10.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

    MUHALEFET ŞERHİ

    Dava, İİK"nın 179. maddesi hükmü uyarınca, davacı şirketin iflasının ertelenmesi istemine ilişkindir.
    İİK"nın 181. Maddesi, ""159, 160, 164, 165 ve 166. maddeleri bu fasıl hükmüne göre vukua gelen iflaslara da tatbik olunur."" hükmünü, aynı Kanun"un 164/2. maddesi, ""Bu kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir."" hükmünü içermektedir.
    Anayasa Mahkemesi"nin 26.06.2014 tarih ve 2012/855 Başvuru sayılı kararında,
    ""36. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodriguez Valîn/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
    37. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/îtalya, B. No: 36534/97,11/7/2002, §§ 36-40).
    38. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil yargılanma hakkının ihlâli olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa’da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93, 22095/93; 22/10/1996, §51).
    48. AİHM, süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise, mahkemeye erişim hakk kapsamında o yorumlardan birinin
    davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerektiğini ifade etmiştir. (Bkz. Beles/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, § 51; Tricard/Fransa, B. No: 40472/98, 10/7/2001, § 33.)"" hususları açıklandıktan sonra, mahkemenin davaya hangi sıfatla baktığını dava boyunca belirtilmemesi, tevhim edilen kararda da kanun yolu ve süresinin gösterilmemesi ve Yargıtay"ca da oluşan hukuki belirsizlik dikkate alınmaksızın başvurusunun temyiz talebini süre yönünden reddetmesi sebebiyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlâl edildiğine karar verilmiştir.
    Anayasa Mahkemesi"nin 26.02.2015 tarih ve 2013/3954 Başvuru sayılı kararında ise ,
    ""34. Mahkemeye erişim hakkı adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biridir. Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlâl edildiğinin kabulü gerekir (B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).
    35. Mahkemeye etkili erişim hakkı, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirmektedir. Özellikle hukuki belirsizlikler ya da uygulamadaki belirsizlikler, kişilerin mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilmektedir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). Bu nedenle, mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar. (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Walvhli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2006, §
    59. 1086 sayılı mülga Kanun’da harca tabi olan temyiz isteğinin, harcın yatırıldığı tarihte yapılmış sayılacağı düzenlemesine yer verilirken, Yönetmelikle ise kanun yolu başvurusunun, dilekçenin kaydedildiği tarihte yapılmış sayılacağı, kayıt işleminin ise, harca tabi olan işlerde ancak harç ödendikten sonra yapılabileceği düzenlemesine yer verilmiştir. Buna göre temyiz tarihi olarak Kanun’da harcın yatırıldığı tarih, Yönetmelik’te ise dilekçenin kaydedildiği tarihin esas alındığı görülmektedir. Bu çerçevede, belirtilen iki düzenleyici metin arasında, kanun yoluna başvuru tarihinin belirlenmesinde esas alınacak işlem bakımından da bir uyumsuzluk olduğu göze çarpmaktadır.
    60. Sonuç itibarıyla, temyiz başvurusuna ilişkin mevzuattaki eksik ve kendi içinde uyumsuzluk arz eden düzenlemelerin neden olduğu belirsizlik somut uygulamaya da yansımış olup, bu çerçevede, başvurucunun temyiz talebinin reddedilmesinin, mahkemeye erişim hakkı bakımından öngörülebilir ve dolayısıyla kanuni bir müdahale olduğunun kabulü mümkün değildir."" gerekçesiyle başvurusunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
    Anayasa Mahkemesi"nin özetlenen kararlarında belirtildiği üzere, kanun yoluna başvuru için yasada öngörülen süre hukuki belirlilik ilkesinin gereğidir ve erişim hakkına aykırılık oluşturmaz.
    Somut olayda, davanın niteliği ve buna göre ilgili yasa maddesinde temyiz yoluna başvuru süresinin 10 gün olarak belirtilmiş olması karşısında, mahkemece gerekçeli kararda temyiz süresinin 15 gün olarak yazılmış olmasının maddi hataya dayalı olduğu açık olup, Anayasa Mahkemesi"nin yukarıda özetlenen kararlarındaki mevzuat ve uygulama yönünden bir belirsizlik sözkonusu değildir.
    AİHM"nin yukarıda özetlenen Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtilen, Walahli/Fransa, B. No: 35787/03, 26.07.2007, Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17.09.20103 tarihli kararlarında belirtildiği üzere, ""Bu nedenle, mahkemeler, usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılama hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da, yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdır.""
    Bu durumda Dairemizce, aksinin kabulünün, bu defa müdahilin Yasa"da açıkça yazılı temyiz süresi içerisinde hükmü temyiz etmemesiyle davacı lehine oluşan usulü kazanılmış hakların ihlâli sonucunu doğuracağı gözetilerek, mahkemece iflâsın ertelenmesi talebi hakkında verilen hükmün temyiz eden müdahil vekiline 17.07.2014 günü tebliğ edildiği, müdahil vekilince tebliğin usulsüzlüğü hakkında bir iddia da ileri sürülmediği, temyiz dilekçesinin İİK"nın 164. maddesinde öngörülen 10 günlük yasal süre geçirildikten sonra 01.08.2014 tarihinde verildiği, süresinden sonra yapılan temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 01.06.1990 gün ve 1989/3 Esas, 1990/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında Yargıtay tarafından da karar verilebileceği kabul edilmiş olduğu gerekçesiyle, müdahil vekilinin temyiz isteminin süre yönünden reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun görüşüne muhalifim.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi