Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/696
Karar No: 2019/367
Karar Tarihi: 28.03.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/696 Esas 2019/367 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/696 E.  ,  2019/367 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Diyarbakır 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 28.04.2011 tarihli, 2010/576 E., 2011/433 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 26.03.2013 tarihli, 2012/27021 E., 2013/7315 K. sayılı kararı ile;
    “...Davacı, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca zararların karşılaması için davalı idareye başvurduğunu, başvuru neticesinde taraflarınca imzalanan sulhnamenin düzenlendiğini, düzenlenen bu ilk sulhnamenin davalı tarafından tek taraflı iptal edilerek yeni bir sulhname düzenlendiğini ve ana paranın ikinci defa düzenlenen sulhnameye göre ödendiğini, tek taraflı fesih edilen sözleşme gereğince doğan alacağının muaccel olduğu tarihten itibaren doğan faiz alacağının tahsili için başlattığı icra takibine vaki itirazın iptaline karar verilmebini istemiştir.
    Davalı, davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.
    Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
    Davacı, 5233 sayılı kanundan doğan zararların karşılanması için davalı idareye başvurduğunu, idare ile sulhname düzenlediklerini, idare tarafından ilk sulhnamenin iptal edilerek ikinci bir sulhname düzenlendiğini, ancak ilk sulhnamenin düzenlenmesinden itibaren 3 ay içinde ödeme yapılması gerektiğinden bu sürenin dolmasından itibaren muaccel olan alacağından kaynaklanan faiz alacağının tahsili için başlattığı icra takibine vaki itirazın iptali istemi ile eldeki davayı açmıştır, davalı faiz alacağına yönelik itirazda bulunmuş, mahkemece sulhnamenin onaylandığı tarihinden itibaren 3 ay içinde belirlenen zararın karşılanması gerektiği, davalı idarenin 3 aylık sürenin sonunda temerrüte düştüğü, bu tarihten itibaren asıl alacağa faiz işleyeceğini gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. 5233 sayılı kanunun 13.maddesinde sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanacağı düzenlenmiştir. 5233 sayılı kanunun 13.maddesinde belirtilen bu süre düzenleyici bir süre olup alacağı muaccel hale getirir. Ancak davalının temerrüte düşmesi için BK 101.maddesi gereğince ayrıca temerrüt ihtarı gerekir. Davacı Borçlar Kanunu 101.maddeye göre davalıyı temerrüde düşürmemiştir.Buna göre BK.nun 101.maddesi hükmüne göre muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur. Davacı bu madde hükmüne göre davalıyı temerrüde düşürmediğinden, faiz alacağına ilişkin talebi yerinde değildir. O halde mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken aksi düşüncelerle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir...”
    gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.



    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava itirazın iptali istemine ilişkindir.
    Davacı vekili müvekkilinin terör olayları nedeniyle uğradığı zararların karşılanması yönündeki başvurusunun zarar tespit komisyonunca incelenip kabul edilmesi üzerine davalı idare ile müvekkili arasında 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun çerçevesinde sulhname imzalandığını, anılan Kanun’un 13. maddesinde sulhname ile belirlenen tazminatın üç ay içerisinde ödeneceğinin kararlaştırılmasına rağmen ödemenin daha geç yapılması nedeniyle doğan gecikme faizi alacaklarının tahsili yönünde başlattıkları takibe haksız şekilde itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı vekili sulhname çerçevesinde belirlenen tazminatın davacıya tümüyle ödendiğini, ödeme sırasında gecikme faizi ile ilgili herhangi bir ihtirazî kayıt ileri sürülmediğini, ifa gerçekleşmekle borç sona erdiğinden asıl borca bağlı istemlerin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 131. maddesi hükmüne göre aksi kararlaştırılmadığı takdirde istenmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle verilen ret kararlarının temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiğini, sulhnamede gecikme faizinin ödeneceğine dair herhangi bir hüküm bulunmadığını, sulhname hakkında valilik onayının alınmasını müteakip ilgili bakanlıktan ödenek talep edildiğini, ödenek geldiğinde de ödeme yapıldığını, icra takibinin haksız ve kötü niyetli olarak başlatıldığını savunarak davanın reddini istemiştir.
    Mahkemece 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinde öngörülen üç aylık süre içerisinde sulhnamede kararlaştırılan tazminatın ödenmediği çekişmesiz olan davada gecikme faizinin tahsili yönündeki icra takibinin haklı olduğunun bilirkişi raporu ile de tespit olunduğu, davacının banka hesabına yatan parayı çekerken gerçek iradesini yani faiz hakkını saklı tuttuğunu belirtmesinin imkân dâhilinde olmadığı, bu nedenle ihtirazî kayıt koyamasa bile faiz hakkını sonradan talep etmesinin mümkün olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne, itirazın iptaline, takibin aynı koşullarda devamına karar verilmiştir.
    Davalı vekilinin temyiz itirazları üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle bozulmuştur.
    Bozma kararına karışı Yerel Mahkeme ilk karar gerekçeleri ve benzer dosyalarda verilen kabul kararlarının temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiği açıklamasıyla direnme kararı vermiş, direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık 5233 sayılı Kanun çerçevesinde sulhnameye bağlanan tazminat ödemesinin anılan Kanun’da öngörülen üç aylık süreden sonra yapılmış olması nedeniyle davacının işlemiş faiz talebinde bulunulabilmesi için temerrüt ihtarının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
    İşin esasının değerlendirilmesinden önce uyuşmazlığın adli yargı mercilerinde mi, idari yargı mercileri önünde mi çözümlenmesi gerektiği ön sorun olarak tartışılmış; 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Kanunu çerçevesinde taraflar arasında “sulhname” adı altında düzenlenen protokol sonrasında ve bu protokolde kararlaştırılan tazminatın ifa tarzından doğan çekişmenin artık idare hukuku kuralları çerçevesinde çözümlenemeyeceği, davada adli yargı mercilerinin görevli olduğu, bu nedenle ön sorunun söz konusu olmadığına oy çokluğu ile karar verilerek uyuşmazlığın incelenmesine geçilmiştir.
    Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle “ifa zamanı” kavramına kısaca değinilmelidir.
    İfa zamanı alacaklının borçludan edimin ifasını isteyebileceği, gerektiğinde bu amaçla dava açabileceği, borçlunun da edimin ifa zorunda olduğu zamanı (borcun muacceliyeti) ifade ettiği gibi, bir başka yönden de borcun borçlu tarafından ifa edilebileceği anı (borcun ifa edilebilirliği) gösterir.
    Yürürlük tarihi itibariyle uyuşmazlıkta uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) “Ecel meşrut olmadığı veya işin mahiyetinden anlaşılmadığı takdirde borcun heman ifa ve derhal icrası talep olunabilir.” şeklindeki 74. maddesine göre, kural olarak borcun doğar doğmaz, hemen, ifası istenebilir. Buradaki “hemen” sözünün zaman yönünden anlamı, borçlunun edimi yerine getirmek için dürüstlük kuralına göre ihtiyaç duyduğu zamanın göz önünde tutulması ve buna göre belirlenmesidir (Eren, F.: Borçlar Hukuk Genel Hükümler, İstanbul 2003, 8.b., s.907).
    Kural bu iken, aynı madde içeriğinde istisna da düzenlenmiştir. Buna göre, borç bir vade veya süreye bağlanmışsa, edim bu vadede veya süre içinde ifa edilmelidir. Süreye bağlı borçlarda ifa zamanı ya tarafların anlaşmalarına ya da hâl ve şartlara yahut bir kanun hükmüne göre belirlenir. Yeri gelmişken; vade ifa fiilinin gerçekleştirileceği belirli bir zaman birimi veya kesiti olarak tanımlanırken, sürenin belirli bir zaman aralığını ifade eden bir kavram olduğunu belirtmekte de fayda vardır.
    İfa zamanını mutlak veya nispi olarak tayin edilebilir. İfa zamanının mutlak olarak tayini belli bir zaman ölçüsüne dayanır ve bir tarih, bir takvim günü esas alınır. İfanın nispi tayininde ise bunun aksine kesin bir gün tespit edilmez, daha çok bir olay veya durum göz önünde bulundurulur.
    Vade ile ilgili bir başka ayrım olağan vade, belirli vade ve kesin vade kavramları arasında söz konusudur. Belirli vade, borcun muaccel olduğu zamanı ve bunun yanında borcun ifa edilmemesi hâlinde alacaklının ihtarına gerek olmaksızın mütemerrit duruma düşeceği zamanı ifade ederken, kesin vade söz konusu olduğunda borçlu ihtara gerek olmaksızın mütemerrit olur. Olağan vade ise, borcun muaccel olduğu, alacaklının edimini talep edebildiği, borçlunun da bunu ifa etmek zorunda olduğu tarihi anlatan bir kavramdır ve bu tür vadeye bağlı işlemler “ihbara bağlı olan işlemler” olarak adlandırılır. Burada borçlu vadenin gelmesiyle kendiliğinden mütemerrit olmaz.
    Temerrüt kavramı ise, en kısa tanımıyla, alacaklı tarafından talep edilebilir (muaccel) hâle gelmiş bir borcun ifasındaki gecikmedir ve kural olarak, bu tür (muaccel) bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile temerrüde düşer. Bu husus BK’nın 101. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş olup ikinci fıkra hükmüne göre ise “Borcun ifa edileceği gün müttefikan tayin edilmiş veya muhafaza edilen bir hakka istinaden iki taraftan birisi bunu usulen bir ihbarda bulunmak suretiyle tesbit etmiş ise, mücerret bugünün hitamı ile” borçlu mütemerrit olacaktır.
    Temerrüt için aranan ihtar hukuki işlem benzeri fiil mahiyetinde olup, alacaklının alacak miktarını belirterek borçludan borcun ifasını istemesi, ifayı kabule hazır olduğunu bildirmesi anlamına gelir. İhtar kural olarak şekle tabi olmayıp, yapılmadığı itirazı vaki olursa aksinin ispatı, niteliği gereği alacaklıdan beklenir.
    Somut uyuşmazlıkta ... Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Tespiti Komisyonu Başkanlığı ile davacı arasındaki “Sulhname” başlıklı belgede ödenmesi kararlaştırılan tazminat için herhangi bir ifa zamanı belirlenmemiş, “5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun gereğince karşılanması ve ifa tarzını sulhen kabul ederim” denilmek suretiyle söz konusu özel kanuna atıf yapılmakla yetinilmiştir.
    Bu noktada 5233 sayılı Kanun’un yukarıda yapılan açıklamalar ışığında teknik anlamıyla bir ödeme günü belirleyip belirlemediği tartışılmalıdır.
    Anılan Kanun’un 13. maddesi “Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” şeklindedir.
    Bu düzenlemeye göre ödemenin yapılması için öncelikle sulhnamelerin imzalanması, sonrasında sulhun valilikçe uygun görülüp onaylanması ve devamında tazminat tutarlarınca bu amaçla Bakanlık ödeneği oluşturulması gerekli olup bu koşulların gerçekleşmesini takip eden üç ay içerisinde tazminatların ödeneceği hükme bağlanmıştır.
    Görüldüğü üzere kanun koyucu ödeme ile ilgili olarak kesin bir vade öngörmemiştir. Zira sulh sonrası valilik onayının ne zaman gerçekleşeceği, ödeneğin ne kadar süre içerisinde oluşturulacağı belirli değildir.
    Davacı vekili davalıya hitaben yazdığı dilekçelerde sulhname ile kararlaştırılan tazminatın (miktarı belirtilmeksizin) işlemiş faizi ile ödenmesi talebini iletmiş olduğundan, tazminatın tahsili sırasında ayrıca faize yönelik ihtirazî kayıt ileri sürmüş olması aranmayacak ise de; sulhname ile atıf yapılan Kanun’da yukarıda izah edildiği üzere belirli bir vade öngörülmediğinden davalı borçlunun alacaklı davacının ihtarı ile temerrüde düşürülmesi gereklidir.
    Somut olayda alacaklı tarafından bu neticeyi sağlamaya uygun bir ihtarda bulunulmadığı gözetildiğinde borçlunun temerrüdünden, dolayısıyla temerrüt faizi borcu bulunduğundan söz edilemez.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında 5233 sayılı Kanun’da öngörülen sürenin alacaklının ihtarına gerek olmaksızın temerrüt sonucunu doğur mahiyet arz ettiği, davacı alacaklının uyuşmazlığın safahatı boyunca işlemiş faiz hakkını saklı tuttuğu, bu nedenle direnme kararının yerinde olduğu, direnme noktası dışında kalan hususlara ilişkin itirazların incelenmesi için dosyanın Özel Daire’ye gönderilmesi gerektiği yönünde ileri sürülen görüş, yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
    Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
    S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 28.03.2019 tarihinde oy çokluğuyla ve kesin olarak karar verildi.



    KARŞI OY

    Dava, faiz alacağına ilişkin olup uyuşmazlık, 5233 sayılı Kanun un 13. maddesinde belirtilen 3 aylık sürenin kesin vade olup olmadığı ve belirlenen tazminatın ihtirazi kayıt konulmadan tahsil edilmesi karşısında bu davanın dinlenip dinlenemeyeceği hususunda toplanmaktadır.
    5233 sayılı Kanun"un 13. maddesinde ""Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.
    Bakanlık, ellibin Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya nakdî ödemelerin Bakan onayı ile yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her yıl 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298"inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılır.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
    Bu şekilde belirtilen sürenin 09.05.1956 gün ve 1953/11 E, 1956/5 K sayılı İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu kararının gerekçesinden de esinlenilerek kesin vade olduğunu savunanlar varsa da bu sürenin düzenleyici süre olduğu dolayısıyla borçlunun ayrıca temerrüde düşürülmesi gerekeceği kabul edilmelidir.
    Ne var ki somut olayda davacı gerek zarar tespit komisyonu gerekse Valiliğe hitaben yazdığı dilekçelerinde faiz istediğine ve faiz hakkını saklı tuttuğuna göre ana parayı tahsil ederken ayrıca faiz hususunda ihtirazi kayıt koymasına gerek yoktur. Davacı 5233 sayılı Kanun"un 13. maddesinde belirtilen 3 aylık süre geçtikten sonra davalıyı temerrüde düşürdüğünü iddia etmesine (mahkemenin de bu şekilde kabulü olmasına) göre bu iddia üzerinde durulmadan sonuca gidilemeyeceğinden sayın çoğunluk kararına katılamıyorum.






    KARŞI OY


    Dava, 5233 sayılı yasa gereğince ödenmesi gereken tazminatın zamanında ödenmemesi nedeniyle gecikme faizi alacağının tahsili amacıyla girişilen icra takibine itirazın iptaline ilişkindir.
    Davacı, ödemenin taraflar arasında kararlaştırılan sulh sözleşmesi gereğince zamanında ödenmediğini bu nedenle gecikme faizi alacağı doğduğunu ileri sürmüş,
    Davalı ise, tazminatın tahsili sırasında itirazi kayıt ileri sürülmediğini, sulhnamede gecikme faizi ödeneceğine dair bir hüküm bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
    Yerel mahkemece, tazminatın sulhname gereğince süresinde ödenmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Özel Dairece, borçlunun temerrüde düşürülmediği, bu nedenle davanın reddi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuş, Yerel Mahkemece önceki kararda ısrar edilmiştir.
    Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında düzenlenen sulhname gereğince tazminatın süresinde ödenip ödenmediği, tazminatı bankadan tahsil eden davacının ihtirazi kayıt koymaması nedeniyle gecikme faizi isteyip isteyemeyeceği, ayrıca borçlunun temerrüde düşürülmesine gerek bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Taraflar arasında düzenlenen 12.01.2009 tarihli “sulhname” başlıklı sözleşme ile bütün maddi zararların “...5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun gereğince karşılanmasını ve ifa tarzını sulhen kabul ederim.” şeklindeki beyan ile ödeminin neye göre ve ne zaman yapılacağı belirlenmiştir.
    5233 sayılı yasanın Zararın Karşılanması başlıklı 13. maddesi “Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” şeklindedir.
    Ödemenin sulhnamenin imzalanmasından sonra üç ay içerisinde yapılacağı açıkça kanunla hüküm altına alınmıştır. Sulhnameyle taraflar bu ödeme süresini kabul etmişlerdir. Kanun metninde sulhnameden sonra “konulacak” ödenekten değil, “konulan” ödenekten bahsedilmektedir. Yasanın bu yazım şeklinden, bu tür zararlar için Bakanlık bütçesine bu amaçla ödenek konulduğu ve zararların konulan bu ödenekten ödeneceği açıkça anlaşılmaktadır. Aksi olsaydı Kanun Koyucu “konulan ödenekten” değil “üç ay içerisinde bu amaçla konulacak ödenekten” bahsetmesi gerekirdi.
    Karşılıklı imza altına alınmış sözleşme ile açıkça ödemenin ne zaman yapılacağı belirlenmiştir. Bu tarih sözleşmenin imzalanmasından itibaren en geç üç aydır. Sözleşme 12.01.2009 tarihinde imzalandığına göre ödeme en geç 12.04.2009 tarihinde yapılmalıdır.
    Alacaklı tarafından borçlunun temerrüde düşürülmesine gerek bulunup bulunmadığı tartışmasına gelince; somut olaya işlem tarihinde yürürlükte bulunan ve uygulanacak olan 818 sayılı Borçlar Kanunu 101. maddesi (TBK 117.m) “...Borcun ifa edileceği gün müttefikan tayin edilmiş...mücerret bu günün hitamı ile borçlu mütemerrit olur.” demektedir.
    Faiz hakkının saklı tutulmadığı savunmasına gelince; davacı tazminatı bankadan almıştır. Bankadan ödemeyi alırken fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması mümkün değildir. Uygulama ve yerleşmiş Yargıtay içtihatları da bu yöndedir.
    Somut olaya döndüğümüzde; Davacının tazminat alacağı, taraflarca kararlaştırılan günde ödenmemiştir. Ödeme günü sulhname ve burada yapılan atıfla 5233 sayılı Yasanın 13. maddesi ile açıkça bellidir. Ödeme günü birlikte tayin edildiğine göre ayrıca temerrrüde gerek bulunmamaktadır. Asıl alacağın tahsili sırasında “muhafaza kaydı” koymakta fiilen mümkün değildir.
    Açıklanan bu nedenlerle direnme uygundur. Ancak hüküm altına alınacak gecikme faizi miktarının doğru olup olmadığını denetleme makamının Özel Daire olması nedeniyle bu açıdan dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir. Bu gerekçelerle sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılmıyoruz.










    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi