"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki "borca itiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2.İcra Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 15.11.2006 gün ve 2006/712-1406 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesi"nin 12.04.2007 gün ve 2007/3449-7124 sayılı ilamıyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiş; davacılar vekilinin temyizi üzerine direnme kararı Hukuk Genel Kurulu"nun 17.09.2008 gün ve 2008/12-530-517 sayılı ilamıyla usulüne uygun hüküm fıkrası oluşturulmaması nedeniyle usulden bozulmuş; Mahkeme Hukuk Genel Kurulu kararına uymasına karşın bu kez direnme kararından dönerek özel daire bozma ilamına da uymuştur.
TEMYİZ EDEN : Davalı/alacaklı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu"nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, borca itiraza ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine dair verilen ilk karar Özel Dairece bozulmuş; mahkeme önceki kararında direnmiştir.
Davacılar vekilinin temyizi üzerine direnme kararı Hukuk Genel Kurulu"nun 17.09.2008 gün ve 2008/12-530-517 sayılı ilamıyla;
"Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 388.maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural HUMK.nun 389.maddesinde de tekrarlanmış; HUMK.nun 381.maddesinde ise "Kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur" hükmüne yer verilmiştir. Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava Içinden davalar doğar ve hükmün hedefine ulaşması engellenir. Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Ayrıca, bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği de aşikardır.
Nitekim, Yargıtay"ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir (Hukuk Genel Kurulu"nun 19.6.1991 gün 323/391 sayılı;10.9.1991 gün 281-415 sayılı; 25.9.1991 gün 355-440 sayılı; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981/936 sayılı; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29/4 sayılı kararları).
Ceza Genel Kurulu"nca da önceleri C.M.U.K.nun benzer hükümleri taşıyan 261 ve 268 maddelerinin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun yürürlüğe girmesi ile birlikte de bu kanunun 34, 223, 230,231,232 maddelerinin uygulanmasında bozulan kararın geçerliliğini ve yerine getirilme yeteneğini yitirdiğinden "önceki hükümde direnilmesine" denilmekle yetinilerek ve atıf suretiyle hüküm kurulamayacağı kabul edilmiştir (Ceza Genel Kurulu"nun 2.2.1976 gün 1/22-25 sayılı; 12.05.1998 gün ve 1998/6-104-171 sayılı; 05.02.2002 gün ve 2001/1-417-2002/153 sayılı kararları).
Somut olayda da aslolan kısa ve gerekçeli kararda, hüküm fıkrası oluşturulmamış; yalnızca "önceki kararda direnilmesine" denilmekle yetinilmiştir. O itibarla mahkemece HUMK.nun 388.maddesinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır."
Gerekçesiyle usulden bozulmuş; bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Mahkeme bu bozma üzerine yeniden yapılan yargılama sırasında 19.02.2009 tarihli celsede Hukuk Genel Kurulu bozma ilamına uyulmasına karar vermesine karşın bu karar gereğini yerine getirmeyerek araştırmaya girişmiş ve 14.10.2009 tarihli kararıyla da direndiği önceki kararının aksine davanın kabulüne karar vermiştir.
Hükmü davalı vekili temyize getirmiş; 12.Hukuk Dairesinin 27.04.2010 gün ve 2009/28453-2010/10306 sayılı kararıyla dosya Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir.
Öncelikle, temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunun görevi içinde olduğuna karar verildikten sonra diğer yönlerin incelenmesine geçilmiştir.
Uyuşmazlık; Az yukarıda açıklandığı üzere yerel mahkemenin "önceki kararda direnilmesine" şeklinde oluşturduğu kısa kararın Yargıtay Hukuku Genel Kurulunca, HUMK.nun 381. ve 388.maddelerine aykırılık gerekçesiyle bozulmasından sonra, mahkemece bozma doğrultusunda anılan maddelere uygun şekilde usulünce hüküm oluşturulması gerekirken, yeniden topladığı kanıt ve yapılan incelemelere dayanarak karar vermesinin hukuken mümkün olup olmadığının belirlenmesinde toplanmaktadır.
Öncelikle belirtelim ki, yerel mahkemelerin direnme kararları (HUMK. Md. 429/II) bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Direnme kararı ile mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur. Bu aşamada yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararın direnme doğrultusunda yazılmasından ibarettir. Bu bakımdan direnme kararından dönme (rücu) mümkün değildir. Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardandır. Nitekim bu kurala yasa koyucu HUMK. Md. 381. ve 388.maddeleriyle hayatiyet kazandırmıştır.
Gerçekten de, HUMK.nun 381. ve 388. maddeleri emredici hükümlerden olup kamu düzeni amacı ile vazedilmişlerdir. Bu maddeler hükmünce kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Karar tefhim edildikten sonra bundan dönülerek yeni bir hüküm kurulamaz. Aksinin kabulü mahkemelere güveni sarsacağı için hiçbir suretle üstün görülemez.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E; ve 1992/4 K. Sayılı ve 10.4.1992 günlü tevhidi içtihadı da HUMK.nun 381. ve 388.maddelerindeki emredici hükümlerinin ihmalini önerir bir sonucu kabul etmemiş, tersine aynen "T.C.Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir. Bunun anlamı yargılama açık olacak, yargılamanın sonunda mahkemece verilen karar da açıkça belirtilecektir. Sonradan yazılan gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güven sarsılmış olacaktır. Bu hukuki esasın doğal sonucu gerekçeli karar kısa karara uygun değilse kararın bozulması icabedecektir." Gerekçesini getirerek anılan Yasa maddelerinin vazgeçilmez önemini oybirliği ile kabul etmiştir.
Diğer taraftan, usulün 381. ve 388.maddeleri emredici kurallardan olmalarına rağmen hükmün, yokluğunu ortaya koyacak esaslı kaidelerden değillerdir. Bu maddelerin bir mahkemenin kararını geçersiz kıldığına dair usul hukukunda bir hüküm mevcut değildir. Bu durumda sadece temyiz sebeplerinin varlığından söz edilecektir. Hükmün yok sayılabilmesi için taraflara tebliğ edilen hükmün mahiyeti, son duruşma zaptında belirtilmemiş olmalıdır. Son duruşma tutanağına hükmün mahiyeti geçirilerek tefhim edilmişse artık ortadan hukuken bağlayıcı bir hükmün varlığının kabulünde duraksama olmamalıdır.
Bunların yanında Mahkemece direnme kararı verilmekle taraflar yönünden usulü kazanılmış hakkın doğduğunda kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Bu karardan dönülerek daire bozmasına uyulması yasal olmadığı gibi, HUMK.nun 429/son maddesi gereğince mahkemeleri bağlayıcı nitelikte bulunan Hukuk Genel Kurulunun usule ilişkin bozma ilamına aykırı karar verilmesi de usul ve yasaya aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulunun bozması doğrultusunda işlem yapılmak ve direnme olarak açıklanmış olan hüküm de gözetilerek HUMK.nun 381-388.maddelerine uygun karar yazılmak üzere yerel mahkemenin 14.10.2009 gün ve 2008/1725-2009/2126 sayılı kararının bozulması gerekir.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Hukuk Genel Kurulu"nun 17.09.2008 gün ve 2008/12-530 E, 2008/517 K. sayılı bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.06.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.