8. Hukuk Dairesi 2018/6832 E. , 2020/7754 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Elatmanın Önlenmesi
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
KARAR
Davacı vekili, vekil edeninin dava konusu 63 parsel sayılı taşınmazın maliki olduğunu davalıların taşınmazın 100 m2 lik alanına bahçe yapmak suretiyle el attıklarını belirterek, dava konusu taşınmaza davalılar tarafından yapılan müdahalenin önlenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalılar duruşmada alınan beyanlarında, davacının kendisine ait yerin duvar çekmek sureti ile sınırlarını belirlediğini, geri kalan kısmının kendilerine bırakıldığını beyan ederek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece; davalıların, davaya konu taşınmaza müdahalesi olduğu tespit edilen taşınmazda hissedar olmadıkları gerekçesi ile davanın husumetten reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.
Tüm dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu 63 parsel sayılı taşınmazın 6/7 hissesinin davacı ... adına tapuda kayıtlı olduğu, davalıların dava konusu taşınmazda kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir haklarının olmadığı, Mahkemece yapılan keşif sonrası alınan bilirkişi raporunda, davaya konu olan ve davalılar tarafından işgal edildiği söylenen A harfli 102,00 m2 lik kısmın 63 nolu parsel sınırları içinde, B harfi ile gösterilen 25,00 m2 lik kısmının 62 nolu parsel sınırları içinde kaldığının tespit edildiği anlaşılmaktadır.
04.06.1958 tarihli ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı gereğince, maddi olayları açıklamak taraflara; ileri sürülen olayları hukuken nitelemek, uygulanacak Kanun hükümlerini tesbit etmek ve uygulamak görevi hakime aittir. Nitekim 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesinde hâkimin, Türk Hukuku"nu resen uygulayacağı belirtilmiştir. Bu ilke gereği açılan davayı nitelemek ve açılmış bir dava hakkında doğru hukuk kurallarını bulup uygulamak hâkime düşen bir görevdir.
İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, davalılar tarafından davacıya ait taşınmaza yapılan müdahalenin önlenmesi isteğine ilişkindir. Öncelikle uyuşmazlığın çözümü için taraf sıfatı kavramı üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen (nitelendirilen) kişiler, şeklen (biçimsel açıdan) o davanın taraflarıdır. Ancak mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar dahi, bu kişilerden birinin o davada gerçekten davacı veya davalı olmak sıfatı yoksa dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verilemez. Dava sıfat yokluğundan reddedilir.
Hemen belirtmek gerekir ki, usul kanununda “husumet” olarak ifade edilen hukuki bir terim de bulunmamaktadır. Bir subjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bu nedenle, o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine aittir. Meselâ, bir alacak davasında davacı olma sıfatı o alacağın alacaklısına aittir. Alacak davası, o alacağın alacaklısından başka bir (üçüncü) kişi tarafından açılırsa, dava, davacı sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan) dolayı reddedilir (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 234; Yılmaz, Ejder; Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012, s. 530).
Bir subjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek olan kişi, o hakka uymakla yükümlü (borçlu) olan kişidir (davalı sıfatı). Mesela, bir alacak davasında davalı olma sıfatı o alacağın borçlusuna aittir. Alacak davası, o alacağın borçlusundan başka bir (üçüncü) kişiye karşı açılırsa, davalının davalı (borçlu) sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan) dolayı reddedilir.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, bir subjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü olan kişinin kimler olduğu (yani bir davada, davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu) tamamen maddî hukuka göre belirlenir. Bu nedenle, bir kişinin belli bir davada gerçekten davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı hususu, usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu (subjektif) hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur.
Sıfatın usul hukuku bakımından önemi (usul hukukunu ilgilendiren yönü) şudur: Bir davanın tarafları (veya taraflardan biri) o davada gerçekten (davacı veya davalı olarak) taraf sıfatına sahip değilse mahkeme, dava konusu hakkın esası (mevcut olup olmadığı) hakkında inceleme yapıp karar veremez. Mahkeme, davanın sıfat yokluğundan reddine karar verir. Bu karar, davanın görülebilir olmadığına (dinlenemeyeceğine) ilişkin bir karar olmayıp, davanın esasına ilişkin bir karardır (taraf olarak gösterilenlerden birinin taraf sıfatının bulunmadığını tespit eden bir karardır).
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 683. maddesi uyarınca bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir. Burada dikkat edilecek husus aktif husumet açısından davacının malik olması arandığı halde, pasif husumet ehliyeti yani haksız el atan davalının malik olmasının gerekmemekte olduğudur.
Somut olayda, Mahkemece davalıların davaya konu taşınmaza müdahalesi olduğu tespit edilen 62 parsel sayılı taşınmazda hissedar olmadığı gerekçesi ile davanın husumetten reddine karar verilmiş ise de bu görüşe katılma olanağı bulunmamaktadır. Şöyle ki, haksız el atma için malik olmaya gerek olmadığı gibi taşınmaza malik olmayan kişilerin, malik olan kişinin taşınmazına veya korunması gereken üstün haklarına el atmasına engel bir durum mevcut değildir. O halde, iddia edildiği üzere davalıların el atma olgusuna yönelik taraf sıfatından davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Bu durumda, Mahkemece yapılacak iş, toplanmış deliller çerçevesinde, davanın esası hakkında bir karar vermek olmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle 6100 sayılı HMK"nin geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK"un 428. maddesi uyarınca usul ve yasaya aykırı kararın BOZULMASINA, HUMK"un 440/III-1, 2, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 01.12.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.