1. Hukuk Dairesi 2015/2970 E. , 2017/5670 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ, TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptal, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, ölünceye kadar bakım akdine aykırılık hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, maliki olduğu taşınmazları ölünceye kadar bakma akdi karşılığı davalı oğluna temlik ettiğini, yaşlılığından faydalanıp davalının kendisini kandırdığını, bakım borcunun yerine getirmediğini ileri sürerek davalıya devredilen taşınmazların tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, bakım borcunu yerine getirdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddianın sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacının kayden paydaşı olduğu 59, 78, 146, 214, 59, 19, 286, 287 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını 24.02.2012 tarihinde davalı oğluna ölünceye kadar bakma akdiyle devrettiği ettiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı HMK’nın 33. maddesi hükmü uyarınca vakıaları bildirmek taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak Hakime aittir.
İddianın ileri sürülüş biçimi ve tüm dosya içeriğine göre; davanın 6098 sayılı TBK"nun 617. maddesine dayalı ölünceye kadar bakma sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olduğu açıktır.
Bilindiği gibi, ölünceye kadar bakıp gözetmek sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen, bazı yönleri itibarıyla talih ve tesadüfe, ayrıca şekle bağlı bir sözleşme şeklinde tanımlanabilir. Nitekim, söz konusu sözleşme 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 611. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) 511.) maddesinde, “Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşmedir.” olarak tarif edilmiştir.
Anılan yasanın bu ve devamı maddelerinin açık hükümlerin de belirtildiği gibi ölünceye kadar bakım sözleşmesi ile, bakım alacaklısı sözleşmeye konu olan mamelek veya bazı mallarının mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme, bakım borçlusu da kural olarak bakım alacaklısını kendi ailesi içerisine alıp, ona özenle ölünceye kadar bakıp gözetmek yükümlülüğü altına girer. Hemen belirtmek gerekir ki, bakım borçlusunun bakıp gözetmek yükümlülüğü, aksi kararlaştırılmadığı sürece bakım alacaklısını ailesi içerisine alıp, ikametini temin etme yanında, besleme giydirme hastalığında hekime götürüp, gerekli ihtimamı gösterme, manevi yönden her türlü yardım ve desteği sağlama gibi ödevleri de içerisine alır. Kuşkusuz bakım borçlusu yükümlülüklerini yerine getirirken, aldığı malların kıymetine, bakım alacaklısının önceden sahip olduğu sosyal konumuna ve hakkaniyet kurallarına göre hareket etmek zorundadır. Öte yandan, yükümlülüklerin yerine getirilmemesinin sonuçları TBK"nin 617 (BK"nin 517.) maddesinde açıklanmış sözleşmeden doğan ödevlere aykırılık yüzünden ilişki çekilmez olmuşsa, ya da başka önemli nedenlerle ilişkinin sürdürülmesi aşırı ölçüde güçleşmiş veya olanaksız hale gelmişse taraflardan her birinin tek yanlı olarak sözleşmeyi fesh etme, verdiği şeyi geri alma hatta karşı tarafın kusurlu olması halinde tazminat isteme hakkı tanınmıştır. O halde, yükümlülüklerini yerine getirmeyen bakım borçlusuna karşı bakım alacaklısı her zaman fesih hakkını kullanabilmekte, fesih geçmişe etkili (makable şamil) olmak üzere sözleşmeyi sona erdirdiğinden verdiği şeyi de geri isteyebilmektedir.
Öte yandan, TBK"nin 617/son maddesi hükmüne göre; “Hâkim, sözleşmenin önel verilmeksizin feshini yerinde bulabileceği gibi, taraflardan birinin istemiyle veya kendiliğinden, aile topluluğu içinde yaşamalarına son vererek, bakım alacaklısına ömür boyu gelir (kaydı hayat ile bir irat) bağlayabilir.”
Uyuşmazlığın değinilen hüküm (TBK"nin 617/son maddesi) uyarınca çözüme bağlanması; bakım yükümlülüğünün bir arada yaşamak suretiyle yerine getirilmesi imkanlarının ortadan kalktığı yada büyük ölçüde sınırlandığı haller için düşünülmelidir. Bunun yanı sıra, takdir edilecek gelir, yanların özel ve ekonomik durumlarına uygun ve adil olmalıdır.
Bilindiği üzere, tanıklık, taraflar dışındaki kişilerin dava ile ilgili bir vakıa hakkında, dava dışında bizzat edinmiş oldukları bilgiyi mahkemeye bildirmeleridir.
Tanık delili, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 240 ile 266. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Tanıkların davet edilmesini düzenleyen 243. maddesinde açıkça; ""(1) Tanık davetiye ile çağrılır. Ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık da dinlenir. Şu kadar ki, tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün belirlendiği hâllerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf, o duruşmada hazır bulundurursa tanıklar dinlenir. (2) Davetiyenin duruşma gününden en az bir hafta önce tebliğ edilmiş olması gerekir. Acele hâllerde tanığın daha önce gelmesine karar verilebilir. (3)Tanığı davet, gerektiğinde telefon, faks, elektronik posta gibi araçlardan yararlanılmak suretiyle de yapılabilir. Ancak, davete rağmen gelmemeye bağlanan sonuçlar, bu durumda uygulanmaz” hükmüne yer verilmiştir. Aynı Kanunun 245. maddesinde ise; ""(1) Kanunda gösterilen hükümler saklı kalmak üzere, tanıklık için çağrılan herkes gelmek zorundadır. Usulüne uygun olarak çağrıldığı hâlde mazeret bildirmeksizin gelmeyen tanık zorla getirtilir, gelmemesinin sebep olduğu giderlere ve beşyüz Türk Lirasına kadar disiplin para cezasına hükmolunur. Zorla getirtilen tanık, evvelce gelmemesini haklı gösterecek sebepleri sonradan bildirirse, aleyhine hükmedilen giderler ve disiplin para cezası kaldırılır.
Hemen belirtmek gerekir ki; tanıkların taraflarca hazır edilmesini zorunlu kılan bir kural yoktur. Bunun aksinin kabulü, adil yargılanma hakkı (TC. Anayasası 36. madde) kapsamında olan iddia ve savunma hakkının (6100 s. HMK"nın 27., 1086 sayılı HUMK"un 78. maddeleri) kısıtlanması ve eksik inceleme sonucunu doğurur.
Somut olayda, davalının 27.12.2012 tarihili cevap dilekçesi ile süre uzatım talebinde bulunduğu, mahkemece bu hususta herhangi bir karar verilmediği, ardından davalının 24.01.2013 tarihli dilekçe ile tanıklarını bildirdiği, mahkemece davalı tanıkları dinlenilmeden, dava konusu taşınmazlara ait tüm resmi akitler celp edilmeden ve yukarıda belirtilen ilkeler ışığından eksiksiz bir şekilde araştırma ve inceleme yapılmadan sonuca gidildiği anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilke ve olguları kapsar biçimde araştırma ve inceleme yapılması, resmi akitlerin celp edilmesi, iddia ve savunma doğrultusunda tarafların dayandıkları tüm delilerin eksiksiz bir şekilde toplanması, davalı tanıkları da dinlendikten sonra hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Kabule göre de, taşınmazların keşfen saptanan değerleri üzerinden alınması gereken harca hükmedilmesi gerekirken dava dilekçesinde gösterilen değer üzerinden harca hükmedilmesi ve yargılama sonunda tahkikatın bittiği tefhim edilmeden ve sözlü yargılama aşamasını uygulayıp taraflara son sözleri sorulmadan sonuca gidilmiş olması da doğru değildir.
Davalının temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.10.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.