Esas No: 2010/11-186
Karar No: 2010/181
Karar Tarihi: 31.3.2010
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2010/11-186 Esas 2010/181 Karar Sayılı İlamı
Hukuk Genel Kurulu 2010/11-186 E., 2010/181 K.
"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki "Fikri Haklara Tecavüzden Kaynaklanan Tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;İstanbul 1.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince davanın "kısmen kabulüne" dair verilen 9.11.2004 gün ve 1135-673 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 29.5.2006 gün ve 6390-6409 sayılı ilamı ile;
(…
…Davacı vekili, davalı televizyon kanalında yayınlanan ve diğer davalının seslendirdiği "Unut beni Kalbimdeki hicranla Yalnız Kalayım" adlı eserin söz yazarının müvekkili olduğu halde söz yazarının bir başkası olarak belirtildiğini, aynı anda yaptıkları uyarıya rağmen bu durumun düzeltilmediğini ileri sürerek, davalılardan ayrı ayrı 1.000.000.000.TL. maddi ve 4.000.000.000.TL. manevi tazminatın tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı D.. ... A.Ş. vekili, konser sırasında yayınlanan alt yazı bilgisinin yapımcı firmadan alındığını, bu şekilde yapılan yayında sorumlulukları bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre, davalı televizyon kanalında yayınlanan programda davacının eser sahibi olarak belirtilmemesinin davacının F.S.E.K.nun 15.maddesi kapsamında manevi hakların ihlali olduğu, maddi tazminat talebinin atiye terk edildiği gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile 4.000.000.000.ar TL. manevi tazminatın müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, davalı D.. A.Ş. vekili, ile davalı S.... C…
… A…
….. vekili temyiz etmiştir.
1-Dava ilk olarak Kadıköy 3.Asliye Ticaret Mahkemesinde açılmış olup, bu mahkemece 07.06.2002 tarihinde görevsizlik kararı verilerek dosyanın İstanbul Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, görevsizlik kararı taraflara tebliğ edilerek 15.09.2003 tarihinde kesinleştirilmiştir. Bu aşamadan sonra görevsizlik kararı veren mahkemenin dosyayı resen görevli mahkemeye gönderme yetkisi bulunmayıp, H.U.M.K.nun 193.maddesine göre karara karşı temyiz süresinin sona erdiği tarihten başlayarak 10 gün içerisinde davacının karşı tarafa görevli ve yetkili mahkemede tebligat yaptırması zorunludur. Aksi taktirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekecektir. Anılan süre hak düşürücü süre olup, mahkemece resen nazara alınacaktır.
Somut olayda dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi konusunda yasal sürede tahrik dilekçesi ve masraf verildiğini davacı vekilinin kanıtlamak zorunda olup, davacı vekili bu hususu kanıtlayamadığı gibi bu konuda dosyayı resen gönderdiği anlaşılan Ticaret Mahkemesinin yazısına da itibar edilemez.
O halde mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi, gerekirken yazılı olduğu şekilde işin esasına yönelik karar verilmesi doğru görülmemiştir.
2-Bozma sebep ve şekline göre mümeyyiz davalıların sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1 numaralı bentte açıklanan nedenlerle mümeyyiz davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün Bozulmasına, 2 numaralı bentte açıklanan nedenlerle mümeyyiz davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; fikri haklara tecavüz iddiasına dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Dava, davanın açıldığı tarihte bu tür uyuşmazlıklara ticaret veya asliye hukuk mahkemelerince bakıldığından, HUMK"un ilgili hükümlerine uygun olarak görevli ve yetkili Kadıköy Ticaret Mahkemesinde açılmıştır.
Ancak davanın devamı sırasında 04.04.2001 gün ve 24363 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 26/03/2001 gün 335 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararıyla, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 4630 sayılı Kanunla değişik 76. madde hükmü gereğince, bu kanunun düzenlendiği hukuki ilişkilerden doğan davalarda dava konusunun miktarına bakılmaksızın görevli ve yetkili mahkeme olarak İstanbul ilinde Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin, bu kanundan kaynaklanan hukuk davaları için ihtisas mahkemesi olarak belirlenmesi ve yargı çevresinin İstanbul ili mülki hudutları olarak tespit edilmiştir. Böylece, başlangıçta yasal olarak görevli ve yetkili olan mahkemece görevsizlik kararı verilmiş; dosya İstanbul 1.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir.
Anılan mahkemece; görevsizlik kararının davanın yanlış mahkemeye açılması nedeniyle değil, görevli mahkemenin görevinin yasayla kaldırılması nedeniyle yasal zorunluluk sonucu verildiği düşüncesi ile dosyanın esası incelenerek, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairece; yukarıda açıklanan gerekçe ile tahrik dilekçesi ve masraf verildiğini, davacı tarafın kanıtlamak zorunda olduğu; davacı tarafın bu hususu kanıtlayamadığı gibi dosyayı resen gönderdiği anlaşılan Ticaret Mahkemesinin yazısına da itibar edilemeyeceği, bu duruma göre, mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde işin esası hakkında karar verilmesinin doğru olmadığı, gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme kararında; davanın devamı sırasındaki yasal değişiklik nedeniyle mahkeme yasa gereği görevsiz ve yetkisiz duruma gelmesi ve yasayla görevlendirilen yeni mahkemeye dosyaları resen devrin zorunlu bulunmasına göre, burada 193. madde anlamında başından beri görevsiz mahkeme söz konusu olmadığından ve mahkemenin bu nitelikteki dosyalar için görevli olma durumu sona erdiğinden, tüm dosyaları görevli mahkemeye göndermesinin HUMK 193. maddesi anlamında bir görevsizlik kararı olmayıp, dosyaların resen devri durumu söz konusu olduğu için, davacının 10 günlük süre içinde tahrik dilekçesi göndermesine gerek bulunmadığı ve daire kararında sözü edilen HUMK 193. maddesinin davaya uygulama olanağının bulunmadığı düşüncesi ile önceki hükümde direnilmiştir.
Uyuşmazlık; yeni ihtisas mahkemesi kurulması nedeniyle zorunlu olarak mahkemece görevsizlik kararı verilmesi durumunda, yine de, HUMK m. 193"te öngörülen prosedürün uygulanmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 142. maddesine göre; mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir. Anayasanın kanuni hâkim güvencesi başlığını taşıyan 37. maddesi; "Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz." hükmünü öngörmektedir.
Bilimsel çevrelerde ve uygulamada, kanuni hâkim güvencesi, uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olması olarak kabul edilmektedir. 1982 Anayasasını kabul eden Danışma Meclisinin Anayasa Komisyonunun gerekçesinde; "bu suretle davanın olaydan sonra çıkarılacak bir kanunla yaratılan bir mahkeme önüne getirilmesi yasaklanmakta, yani kişiye yahut olaya göre kişiyi yahut olayı göz önünde tutarak mahkeme kurma imkânı ortadan kaldırılmaktadır. Bu ise tarafsız yargı merciinin ilk gereğidir." denilmektedir (Prof. Dr.Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Ankara 2005 Gözden Geçirilmiş 8. Baskı, s: 118-119).
Dikkat edilecek olursa Anayasadaki bu düzenleme hukuk ya da ceza davaları yönünden herhangi bir ayrım gözetmemiştir ve uyuşmazlığın doğduğu tarihte bu uyuşmazlığı çözecek olan mahkemenin belli olması durumunda, yargılama yapacak veya yargılamaya devam edecek mahkemeyi gösteren yasal bir düzenleme yapılmadığı takdirde, davanın, mutlaka bu mahkeme tarafından çözüme kavuşturulması Anayasa buyruğudur.
6762 Sayılı Türk Ticaret Kanununun 1. maddesi; bu kanunu, Türk Medeni Kanununun ayrılmaz bir cüzü (parçası) olarak kabul etmiştir. 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1.maddesinde de; "Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukuki sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır." denilmekte ve aynı Yasanın 3. maddesiyle de yasa ile öngörülen farklı düzenlemeler ayrık tutulmaktadır.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; uyuşmazlık konusunu teşkil eden her hukuki olay, meydana geldiği tarihteki yasal düzenlemelere tabidir ve olayın meydana geldiği zamanda mevcut olan mahkemeler tarafından çözümlenmelidir.
Yasa koyucu, Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemelerinin kuruluşunu sağlayan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 4630 sayılı Kanunla değişik 76. maddesinde, bu mahkemelerin faaliyete geçmesinden önce meydana gelen hadiselere (olaylara), Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemelerinin bakacağına dair bir düzenlemeye yer vermemiştir.
Açıklanan ilkeler gereğince; yeni bir mahkeme kurulurken o mahkemenin kuruluş yasasında zaman bakımından faaliyete geçme gününden önceki uyuşmazlıklara bakacak mahkemelerle ilgili özel bir düzenleme bulunmadığı takdirde, her uyuşmazlık, meydana geldiği tarihte bu işe bakacak olan mahkemece çözümlenecektir. Başka bir anlatımla her dava, açıldığı koşullara göre görülüp sonuçlandırılacaktır.
Dava konusu edilen hukuki uyuşmazlığın meydana geldiği tarihte yürürlükte olan yasalara göre kurulmuş bulunan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmesi ana kural olmakla birlikte, bazen yasal düzenlemelerle böyle bir uyuşmazlığın çözümü yeni kurulan mahkemelere de verilebilmektedir. Bu noktada 4787 Sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun geçici 1. maddesi; "Aile Mahkemesi kurulan yerlerde bu mahkemeler faaliyete geçtiğinde, yargı çevresinde ve görev alanına giren sonuçlanmamış dava ve işler, yetkili ve görevli aile mahkemelerine devredilir." hükmünü içermektedir. Anılan yasal düzenlemeye istinaden diğer mahkemeler, aile mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işleri bu mahkemelere devretmiştir.
Hâlbuki, Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemelerinin kuruluşunu sağlayan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 76. maddesini değiştiren 4630 sayılı Kanunda, eldeki dosyaların yeni kurulan fikri ve sınai haklar hukuk mahkemelerine devri ya da görevsizlikle gönderilmesi yönünde bir düzenleme mevcut değildir.
O halde, fikri ve sınai haklar hukuk mahkemelerinin faaliyete geçirildiği tarihten önceki olaylarla ilgili olarak asliye ticaret mahkemesinde açılmış olup derdest bulunan davaların, istek üzerine veya doğrudan doğruya, görevsizlik ya da gönderme kararı ile fikri ve sınai haklar hukuk mahkemelerine gönderilmesine olanak bulunmamaktadır.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu aynı durumdaki Denizcilik İhtisas Mahkemelerine ilişkin olarak verdiği kararlarında istikrarlı olarak bu hususları aynen vurgulamıştır. (19.04.2006 gün E:2007/11-58 K:2006/228; 22.11.2006 gün E:2006/11-720 K:2006/745; 04.04.2007 gün E:2007/11-189 K:2007/193; 20.06.2007 gün E:2007/11-440 K:2007/434; 26.03.2008 gün E:2008/11-277 K: 2008/280; 08.10.2008 gün E:2008/11-629 K:2008/610; 28.01.2008 gün E: 2009/11-9 K:2009/27 sayılı ilamları)
Somut olayda; dava 17.11.2000 tarihlerinde asliye ticaret mahkemesinde açılmış; dava görülmekte iken, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 76. maddesi 4630 sayılı Kanunla değiştirilerek, fikri ve sınai haklar hukuk mahkemesi kurularak, 04.04.2001 gün ve 24363 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 26/03/2001 gün 335 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararı uyarınca tarihinde faaliyete geçirilmiştir. Az yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde, taraflar arasındaki uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkeme, uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olan asliye ticaret mahkemesi olup, dava tarihinden sonra kurulan ve faaliyete geçirilen fikri ve sınaî haklar hukuk mahkemesinde davaya bakılması olanaklı değildir.
Ne var ki, asliye ticaret mahkemesince buna rağmen dosya görevsizlik ile fikri ve sınaî haklar hukuk mahkemesine gönderilmiştir.
Bu aşamada mahkemenin verdiği kararın niteliği üzerinde durmakta yarar bulunmaktadır. Bu kararın iş bölümü ayrımına ilişkin gönderme kararı mı, yoksa görevsizlik kararı mı olduğunun tespiti büyük önem taşımaktadır.
Burada öncelikle, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesi yararlı olacaktır.
Bilindiği üzere, ticaret mahkemelerinin iş sahasını düzenleyen 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu"nun 5.maddesinde aynen;
"Aksine hüküm olmadıkça, dava olunan şeyin değerine göre asliye hukuk veya sulh hukuk mahkemesi ticari davalara dahi bakmakla vazifelidir.
"Şu kadar ki; bir yerde ticaret mahkemesi varsa, asliye hukuk mahkemesinin vazifesi içinde bulunan ve bu kanunun 4 üncü maddesi hükmünce ticari sayılan davalarla hususi hükümler uyarınca ticaret mahkemesinde görülecek diğer işlere ticaret mahkemesinde bakılır.
"İkinci fıkrada yazılı hallerde, münhasıran iki tarafın arzularına tabi olmayan işler hariç olmak üzere, bir davanın ticari veya hukuki mahiyeti itibariyle mahkemenin iş sahasına girip girmediği yalnız iptidai itiraz şeklinde taraflarca dermeyan olunabilir. İtiraz varit görüldüğü takdirde dosya ilgili mahkemeye gönderilir; bu mahkeme davaya bakmaya mecburdur; ancak, davanın mahiyetine göre uygulanması gerekli usul ve kanun hükümlerini tatbik eder. Ticari bir davanın hukuk mahkemesi, ticari olmayan bir davanın ticaret mahkemesi tarafından görülmesi hükmün bozulması için yalnız başına kafi bir sebep teşkil etmez.
"Vazifesizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddi halinde yapılacak muamelelere ve bunların tabi oldukları müddetlere dair usul hükümleri, iş sahasına ait iptidai itirazın kabulü halinde de tatbik olunur."
hükmü yer almaktadır.
Ayrı ticaret mahkemesi bulunan yerlerdeki ticaret mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişki kural olarak, görev değil, işbölümü ilişkisidir. Ancak, bu işbölümü ilişkisi bir yerdeki birden fazla asliye hukuk mahkemesi arasındaki işbölümü ilişkisinden farklıdır. Zira, ticaret mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki yukarıda açıklanan yasa hükmüne dayanması yanında tarafların işbölümü itirazında bulunabilme özelliklerini taşımaktadır. Buradaki işbölümü itirazı yalnız ilk itiraz olarak ileri sürülebilir. İşbölümü itirazının kabulü halinde mahkemece verilecek karar bir gönderme kararı olup, bu karar ile dava sona ermeyip, davaya gönderilen mahkemede devam edilir. Nihai bir karardır ancak, diğer nihai kararlardan farklı olarak bu karar tek başına temyiz edilemez; verildiği anda kesin bir karar olmakla birlikte gönderilen mahkemenin esas hakkında verdiği hükümle birlikte temyiz edilebilir. Bu kararın yanlış olması ise, tek başına esas hükmün bozulmasına yeterli neden sayılmaz.
O yerdeki birden fazla ticaret mahkemeleri arasındaki ilişkiye gelince, bu ilişki yalnız bir iç ilişkidir. İşbölümü ilişkisi değildir.
Ayrı ticaret mahkemesi bulunan bir yerde, asliye hukuk mahkemesinde açılan davanın, ticaret mahkemesinin görev alanında olduğu yönündeki davalı itirazının (işbölümü itirazı), esasa cevap süresi içerisinde ve ilk itiraz olarak bildirilmesi gerekir. Davalı esasa cevap süresi içerisinde bu yolda bir ilk itirazda bulunmamış ise, artık o mahkemenin iş bölümüne itiraz edemez. Böyle bir durumda, (işbölümüne itiraz edilmeyen) mahkeme de, davaya bakmak zorundadır; resen gönderme kararı veremeyeceği gibi, süresinden sonra yapılan işbölümü itirazını da, karşı taraf buna muvafakat etse bile, süre aşımından dolayı reddetmekle yükümlüdür.
Hukuksal nitelikçe (Türk Ticaret Kanunu md.4 ve 5 uyarınca) ticari dava olduğu halde, o yerde ayrı bir ticaret mahkemesi bulunmadığı için, ticaret mahkemesi sıfatıyla görülmek üzere olsun veya olmasın, zorunlu olarak asliye hukuk mahkemesinde açılan bir davada, davalı tarafın esasa cevap süresi içerisinde ilk itiraz şeklinde işbölümü itirazında bulunması söz konusu olamaz. Zira, işbölümü, sadece ve ancak o yerde hem asliye hukuk ve hem de ticaret mahkemesinin mevcut olması halinde gündeme gelebilecek bir olgudur.
Böylesi (ayrı bir ticaret mahkemesinin bulunmaması nedeniyle, davalının esasa cevap süresi içerisinde asliye hukuk mahkemesinde işbölümü itirazında bulunamadığı) bir dava devam ederken, esasa cevap süresi geçtikten sonra, orada ayrı bir ticaret mahkemesi yada bu nitelikteki bir ihtisas mahkemesinin kurulması ve faaliyete geçmesi durumunda da, artık bu olguya dayalı olarak işbölümü itirazında bulunulamaz. O yerde sonradan ayrı bir ticaret mahkemesi yada bir kısım ticari işlere bakmakla görevli ihtisas mahkemesinin kurulması, esasa cevap süresi geçmiş olan bir davada, işbölümü itirazında bulunma konusunda davalıya yeni ve ayrı bir hak tanıyan bir olgu değildir. Dolayısıyla, böyle bir durumda, asliye hukuk mahkemesi davaya devam etmekle yükümlüdür; taraflar o yolda talepte bulunmuş olsalar bile, gönderme kararı veremez.
Buna rağmen asliye hukuk mahkemesi, resen veya talep üzerine gönderme kararı verirse, gönderilen mahkeme, dosyayı gönderen mahkemeye geri gönderebilir. Dahası, Türk Ticaret Kanunu"nun 5/4. maddesindeki, "Vazifesizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddi halinde yapılacak muamelelere ve bunların tabi oldukları müddetlere dair usul hükümleri, iş sahasına ait iptidai itirazın kabulü halinde de tatbik olunur." hükmünün uygulama yeri olamaz.
O nedenle de, böylesi bir durumda, davacı tarafın, gönderilen mahkemeye Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 193. maddesinde öngörülen 10 günlük süre içerisinde başvurması gereğinden söz edilemez (Prof. Dr. B.... Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, İstanbul 2001; Cilt: 1, sayfa: 51-61 arası; 675-721; Hukuk Genel Kurulunun 7.6.2006 gün ve E:2006/19-300, K: 2006/342 sayılı ilamı).
Açıklanan bu hukuki ve maddi olgular karşısında somut olay irdelendiğinde; yukarıda da ifade edildiği üzere, taraflar arasındaki uyuşmazlığı yargılayacak ve çözecek olan mahkeme, uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli olan asliye ticaret mahkemesi olup, dava tarihinden sonra kurulan ve faaliyete geçirilen fikri ve sınaî haklar hukuk mahkemesinde davaya bakılması olanaklı değildir.
Ne var ki, asliye ticaret mahkemesince buna rağmen dosya görevsizlik ile fikri ve sınaî haklar hukuk mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiş ve dosya fikri ve sınai haklar hukuk mahkemesine gönderilmiştir. Bu karar henüz kesinleşmeden temyiz edilse idi, görev konusuna girilebilir ve yeni kurulan mahkemenin az önce açıklanan ilkeler gereğince görevsiz olduğundan karar bozulabilirdi. Bu itibarla, mahkeme kararındaki niteleme gönderme kararı olmayıp görevsizlik kararı olduğundan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193. maddesinde açıklanan yasal prosedürün uygulanması ve davacının süresi içinde mahkemeye başvurarak tebligat masrafı yatırması veya tahrik dilekçesi vermesi gereklidir.
Davacı tarafından süresi içerisinde bu prosedürün yerine getirildiği usulünce ispatlanamadığından yerel mahkemece kendiliğinden davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.
Hukuk Genel Kurulu"nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Dairenin bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 31.3.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.