Ceza Genel Kurulu 2013/791 E. , 2016/435 K.
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 4. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Günü : 26.12.2007
Sayısı : 68-922
Sanık ..."ın görevi yaptırmamak için direnme suçundan 5237 sayılı TCK"nun 265/1, 62, 53, 58 ve 63. maddeleri uyarınca 5 ay hapis, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı alenen hakaret suçundan aynı kanunun 125/1, 125/3-a, 125/4, 43/2, 62, 53, 58 ve 63. maddeleri uyarınca 14 ay 17 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba ilişkin, Sakarya (Adapazarı) 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 26.12.2007 gün ve 68-922 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 20.06.2012 gün ve 14656-15085 sayı ile;
“Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1-Sanığın, olay sırasında yanında .... ve .... isimli şahısların bulunduğunu, görevliler tarafından dövüldüğünü ve buna ilişkin doktor raporu olduğunu savunması karşısında; isimlerini bildirdiği kişiler tanık olarak dinlenip, suçun oluştuğunun kabulü durumunda tahrik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı da tartışılarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile hüküm kurulması,
2- Mahkemenin kabulüne göre,
a- Görevliye hakaret suçunda sonuç cezanın 1 yıl 2 ay 17 gün yerine 14 ay 7 gün olarak eksik belirlenmesi,
b- Görevi yaptırmamak suçunun birden fazla görevliye karşı gerçekleştiği ve TCK"nun 43/2. maddesinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi" isabetsizliklerinden, ceza miktarları bakımından kazanılmış hakkı saklı kalmak kaydıyla bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 27.09.2012 gün ve 182699 sayı ile;
“1) Görevliye hakaret suçunda sonuç cezanın 1 yıl 2 ay 17 gün yerine 14 ay 7 gün olarak eksik belirlenmesi ve görevi yaptırmamak suçunun birden fazla görevliye karşı gerçekleştiği halde ve TCK"nun 43/2. maddesinin uygulanmaması suretiyle sanık hakkında eksik cezaya hükmolunması karşı temyiz bulunmadığından ayrıca bozma nedeni olarak değerlendirilmemelidir.
Esasen ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.11.1998 gün 282-348, 23.03.2004 gün 41-70 ve 04.03.2008 gün 47-43 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, sanığın; yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan, ikinci kez mahkûmiyetin sonuçlarını da kapsayacak şekilde yararlandırılmasını sağlayacak, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açacak bir durum da somut olayda bulunmamaktadır.
2) Somut olayda TCK"nun 29. maddesinde tanımlı haksız tahrikin koşulları gerçekleşmemiştir.
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11.10.2011 gün 2011/1-175 E. ve 2011/210 K.,14.02.2012 gün ve 2011/1-453 E. ve 2011/36 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere; "Haksız tahrik", 5237 sayılı TCK’nun 29. maddesinde; "Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir" şeklinde, ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenmiştir. 5237 sayılı Yasada tahrikle ilgili olarak, 765 sayılı TCK’nda yer alan ağır tahrik-hafif tahrik ayırımına son verilmiş ve tahriki oluşturan fiilin, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilmesi ve sanığın iradesi üzerindeki etkisi göz önüne alınarak maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda indirim yapılması şeklinde bir düzenlemeye gidilmiştir.
Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik; kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu halde fail suç işleme yönünde önceden bir karar vermeksizin, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısında meydana getirdiği karışıklığın bir sonucu olarak suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan bir nedendir. Başka bir anlatımla haksız tahrik halinde failin iradesi üzerinde bir zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmış bulunmaktadır.
Haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a) Tahriki oluşturan bir fiil bulunmalı,
b) Bu fiil haksız olmalı,
c) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
d) Failin işlediği suç, bu ruhi durumun tepkisi olmalı,
f) Haksız tahrik teşkil eden eylem, mağdurdan sadır olmalıdır.
5237 sayılı Yasada, 765 sayılı TCK’nda yer alan ağır tahrik-hafif tahrik ayırımına son verilmiş ve tahriki oluşturan fiilin, somut olayın özelliklerine göre hakim tarafından değerlendirilmesi yapılıp, sanığın iradesine olan etkisi göz önüne alınarak maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda indirim yapılması şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
Yerleşmiş yargısal kararlarda kabul edildiği üzere, karşılıklı haksız davranışlarda bulunulması halinde, tahrik uygulamasında kural olarak, fail haksız bir eylem ile karşılaştığı tepkiden dolayı tahrik altında kaldığını ileri süremez. Ancak maruz kaldığı tepki, kendi gerçekleştirdiği eylemle karşılaştırıldığında aşırı bir hal almışsa, başka bir deyişle tepkide açık bir oransızlık varsa, bu tepkinin artık başlı başına haksız bir nitelik alması nedeniyle fail bakımından haksız tahrik oluşturduğu kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; görevlilere direnme ve sövme suçunun tüm kurucu unsurlarının somut olayda gerçekleştiği tartışmasızdır. Tartışılması gereken husus, cezaya etki eden bir neden olarak tahrik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağıdır. Soruşturma evresinde sanık hakkında tanzim edilen 01.08.2006 tarihli ve 30367 protokol numaralı adli raporda özetle, "…Genel durumu iyi… 180 promil alkol, dirsekte hafif ödem, göğüs ve sırtta hafif ekimozlar mevcut. Dengesiz konuşma ve davranışları abartılı boyutta olan kişinin hayati tehlikesi yoktur…" hususlarına yer verilmiştir. Olay sonrası kolluk görevlilerince tutulan 01.08.2006 tarihli tutanakta, sanığın aracı kaçırmak istemesi üzerine durdurulduğu, bu sırada sanığın direndiği ve hakaret ettiği belirtilmiştir. Kovuşturma evresinde dinlenen tutanak düzenleyici kolluk memurlarının anlatımında; "sanığın araçtan inmemek için direndiği, kendisini yere attığı, hastanede ise kendisini duvarlara çarptığı" ifade edilmiştir. Dosya kapsamına, doktor raporu ve tutanak düzenleyicilerin anlatımlarına göre, sanığın kolluk görevlilerince dövülmediği, vücudundaki ekimozların hangi sebepten kaynaklandığı açık değildir. Esasen mevzuat hükümlerine müsteniden kolluk görevlilerince orantısız güç kullanıldığına matuf dosyada mevcut bir kanıt da bulunmamaktadır. Aksi durumun kabulü halinde bu nevi suçların işleniş şekilleri de nazara alındığında sanıkların mesnetsiz ve bir delile de dayanmayan soyut savunmalarına itibar edilmesi durumunda, kolluk görevlilerinin kanundan kaynaklanan görevlerinin yerine getirilmesinde bir zaafiyet olması sonucu doğabilecek, bundan da kamu düzeni ve otoritesi zarar görecektir.
3) Savunma tanıklarının dinlenilmesi talebi oluşa göre savunma hakkının suistimali kapsamında değerlendirilmelidir.
Sanık soruşturma evresindeki 01.08.2006 tarihli savcılık ifadesinde, alkollü olduğunu, kimseden şikayetçi olmadığını belirtmiş olmasına karşın, savunma tanığı olarak bir isim zikretmemiştir. Öte yandan kovuşturma evresinde sanığın savunmasında belirttiği .... ve .... isimli şahısların gerçek anlamda var olup olmadıkları belirgin olmadığı gibi sanığa atılı suçun nesnel kurucu unsurlarının sübutu bakımında da maddi gerçekliğin ortaya çıkartılması bakımından sonuca etkili olmadığı değerlendirilmektedir. Esasen sanığın olayın başından beri hiç belirtmediği halde savunma aşamasında bu isimlere yer vermesi, yargılama sürecinin uzatılmasına matuf savunma hakkının suiistimali kapsamında değerlendirilebilecek bir yaklaşımdır." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince 24.10.2013 gün ve 31572-26511 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı görevi yaptırmamak için direnme ve kamu görevlisine karşı görevinden dolayı alenen hakaret suçlarının sübutu ve haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının değerlendirilmesi bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliği"nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, her iki suç yönünden dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nun 66. maddesinde, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, maddenin birinci fıkrasının (e) bendinde de beş yıldan fazla olmamak üzere hapis ya da adli para cezasını gerektiren suçlarda bu sürenin sekiz yıl olacağı hüküm altına alınmıştır. Aynı kanunun 67. maddesinin 3 ve 4. fıkraları uyarınca kesen bir nedenin bulunması halinde zamanaşımı, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak ve ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.
Ceza Genel Kurulunun 26.06.2012 gün ve 978-250 ile 23.01.2007 gün ve 254-5 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da açıkça vurgulandığı gibi, yargılama yapılmasına engel olup, davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığa atılı görevi yaptırmamak için direnme suçunun yaptırımı 5237 sayılı TCK"nun 265/1. maddesinde altı aydan üç yıla kadar hapis, hakaret suçunun yaptırımı ise aynı kanunun 125/1. maddesinde üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası olarak düzenlenmiş, 125/3-a maddesi uyarınca hakaret suçunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi durumunda cezanın alt sınırının bir yıldan az olamayacağı, alenen işlenmesi halinde ise aynı maddenin 4. fıkrası gereğince cezanın altıda biri oranında arttırılacağı belirtilmiştir. Buna göre, TCK"nun 66/1-e maddesi uyarınca bu suçların asli dava zamanaşımı süresi sekiz yıl, 67/4. maddesi göz önüne alındığında kesintili dava zamanaşımı süresi ise oniki yıldır.
Daha ağır cezayı gerektiren başka suçları oluşturma ihtimali bulunmayan ve 01.08.2006 tarihinde gerçekleştirdiği iddia edilen eylemlerle ilgili olarak, sanık hakkında dava zamanaşımını kesen en son işlem 26.12.2007 tarihli mahkûmiyet hükmü olup, bu tarihten sonra dava zamanaşımını kesen veya durduran başkaca bir neden olmadığı gözetildiğinde, TCK"nun 66/1-e maddesindeki sekiz yıllık asli dava zamanaşımı süresi, Ceza Genel Kurulunun inceleme tarihinden önce 26.12.2015 günü dolmuş bulunmaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulü ile Özel Daire kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına, ancak yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 20.06.2012 gün ve 14656-15085 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Sakarya 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 26.12.2007 gün ve 68-922 sayılı hükmünün, gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle BOZULMASINA,
Ancak, yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesine göre karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davalarının 5237 sayılı TCK"nun 66/1-e, 66/3, 67/3 ve 5271 sayılı CMK"nun 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 22.11.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.