Taraflar arasındaki “kira tespiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çankırı Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 15.10.2008 gün ve 2008/971 E., 1309 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 15.9.2009 gün ve 2009/6779 E., 13830 K. sayılı ilamı ile,
(...Davacı kiracı tarafından; kira sözleşmesi uyarınca her yıl TÜFE oranında artırılan kiranın 1.5.2007 tarihinden başlayan dönem için TÜFE nazara alınmaksızın (6.500,00 YTL iken 14.900,00 YTL"ye ) artırılması istendiğinden, yeni dönemde sözleşmeye göre 2006 yılı kirasının 511,55 YTL artırılarak (7.011,55 YTL olarak ) kira parasının tespiti istenmiştir.
Davalı (kiralayan); açılan davanın hukuki dayanaktan yoksun bulunduğunu, çünkü kira sözleşmesinin 3. maddesi gereğince, kira artışlarının DİE tarafından belirlenen TÜFE artış oranlarından az olmamak kaydı kararlaştırılacağını, talep edilen kiranın da bu hükme uygun olduğunu ifade etmiştir.
Mahkemece, bilirkişi raporu yetersiz görülmekle davalı tarafından sunulan emsal kira sözleşmesi nazara alınarak res"en hak ve nesafet kurallarına göre aylık kiranın 14.000,00 YTL olarak tespitine karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmiştir.
Kural olarak; koşulları oluştuğu takdirde kiracının da, kira tespit davası açmaya hakkı vardır. Ne var ki, kiralayan tarafından önerilen kira parasını kiracının mutlaka ödeme yükümlülüğü bulunmadığından, bu aşamada kira tespit davasını açmasında hukuksal yarar bulunmamaktadır. Zira davacının hukuksal ilişkinin hemen tespitinde hukuksal yararının bulunması tespit davalarının önemli ve vazgeçilmez şartıdır.
Açılan bir tespit davasında hukuksal ilişki ve hukuksal yarar şartının bulunup bulunmadığı, davanın her safhasında res"en araştırılır. Tarafların bu şartların mevcut olmadığına ilişkin bir itirazda bulunmamaları ve hatta buna rıza göstermeleri halinde bile her iki şart bulunmadığı müddetçe tespit davası dinlenemez.
Mahkemece, somut olayda hukuksal yarar (dava şartının) bulunmadığı gerekçesi ile davanın mesmu olmadığından dolayı reddedilmesi gerekirken esas hakkında karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Taraf vekilleri
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kira tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemenin, davanın kabulüne dair verdiği karar, hükmün taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Hükmü taraf vekilleri, temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu"nun önüne gelen uyuşmazlık; davacı kiracının, davalı kiralayan tarafından 1.5.2007 tarihinden başlayan kira döneminde ödenmesini istediği kira bedelinin fahiş olarak arttırıldığı iddiasıyla, eldeki kira tespit davasını açmasında hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle hukuk yargılamasının amacı ve davada menfaat kavramları hakkında açıklama yapılmasında yarar görülmüştür.
Maddi anlamda yargılama faaliyeti genel olarak, objektif (pozitif) hukuk kurallarının bağımsız mahkemelerce, somut olaya uygulanarak bir karar verilmesi şeklinde tanımlanmaktadır(Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 1995, s.52).
Günümüzde, hukuk yargılamasının amacının, doğru, adaletli karar vermek olduğu kabul edilmektedir. Kararın adaletli olması ise, kararın, davanın tarafları arasındaki uyuşmazlığı, tarafları tatmin eder biçimde ortadan kaldırılmasının yanında ve ondan çok daha önemli olarak, toplum barışını sağlamaya yönelik olması demek olduğu; bunun için de, kararın maddi gerçeği yansıtması ve yapılan yargılamanın ucuz, basit ve çabuk olması gerekir (Yılmaz, Ejder:Medeni Yargılama Hukukunda Islah, Ankara 1982, s.6-7).
Medeni usul hukukunda hukuksal yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır(Arslan, Ramazan; aktaran:Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).
Öte yandan, bu hukuksal yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir(Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).
Öğreti, dava açarken menfaatin bulunması gereğini, "dava şartı" olarak kabul etmiştir. Bu şart, "dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri" olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan "olumlu dava şartları" arasında sayılmaktadır. Bu nedenle, menfaate, "davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı" da denilmektedir(Hanağası, Emel: a.g.e., s.19, 20,21, dipnot 73, 85, 86 ve 87"de belirtilen yazarlar).
Nitekim, aynı görüş, Hukuk Genel Kurulu"nun 24.11.1982 gün ve 1982/7-1874 E.-914 K.; 5.6.1996 gün ve 1996/18-337 E.-542 K.; 10.11.1999 gün ve 1999/1-937 E.-946 K.; 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E.-458 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.
Bir davada, menfaat ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesi, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu ilkeden hareketle, davada menfaatin varlığı, mahkemece, taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede, iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)"nin 6.maddesi ve 1982 Anayasası"nın 36.maddesinde düzenlenen "hak arama özgürlüğü”nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanmaktadır. Dolayısıyla haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence olduğu da, söylenebilir.
Bilindiği üzere, davacı ya da davacıların dava haklarına sahip olmaları yeterli değildir. Bundan başka, davanın açılmasında hukuki bir yararın bulunması da gerekir. Buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır(H.G.K."nun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E.-394 K.; 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E.-458 K. sayılı ilamları).
Yukarıdaki ilkeler çerçevesinde tespit davasında menfaat kavramının yansıması da irdelenmelidir:
Tespit davalarının konusu hukuki ilişkilerdir. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesidir.
Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin bulunması gerekir. Tespit davasında, eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın ancak tespit davası ile giderilebileceğini doğrulamalıdır. Çünkü tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıkmıştır.
İşte davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatin varlığı, öncelikle, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmelidir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar.
Söz konusu bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır (Hanağası, Emel: a.g.e., s.133 vd).
Kural olarak kiracı, kira parasının indirilmesini hedef tutan tespit davası açabilirse de, ihtarname ile muaraza (çekişme) çıkarılması halinde de, kiracının kira parasının arttırılmasını esas alan tespit davasını açmasında hukuki yararı bulunduğunun kabulü gerekir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı (kiralayan) ile davacı (kiracı) arasındaki sözleşmede kira parasının nasıl arttılacağı düzenlenmiş olmasına rağmen, bu hüküm taraflar açısından net olmaktan uzaktır. Davalı (kiralayan), beş(5) yıl süreli kira sözleşmesinin ilk dört(4) yılı için daha önceki kira artış uygulamasının tersine iki katı üzerinde belirlediği kira parasını, 1.5.2007 tarihinden başlayan dönem için ödenmesi amacıyla dava tarihinden önce çektiği ihtarname istediği belirgindir.
Görüldüğü üzere, davalı (kiralayan) çektiği ihtarname ile 1.5.2007 tarihinden başlayan dönem için ödenecek kira bedeli konusunda muaraza (çekişme) çıkarmıştır. Bu durum, davacının ödeyeceği kira parasının öngörülenin üzerinde artış yapılması karşısında, kira parasının hangi miktarda olacağı ve ödeneceği konusunda ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu tehdit nedeniyle, davacı ödeyeceği kira parasının miktarı konusunda tereddüt içinde kalmıştır. Bu nedenle kira bedeli konusunda uzlaşma isteyen dilekçesine süresinde olumlu cevap alamaması nedeniyle, kendisine zarar verebilecek nitelikteki bu duruma son vermek, hukuki durumunu tereddüt içinde olmaktan kurtarmak için eldeki davayı açmıştır.
Dolayısıyla, görülmekte olan kira tespit davası açmasında davacı kiracının, menfaati bulunmaktadır.
O halde, Özel Dairenin davacının (kiracının) kira tespit davası açmasında hukuki yararının bulunmadığı yönündeki bozma kararına, yerel mahkemece direnilmesi usul ve yasaya uygundur.
Ne var ki, Özel Dairece işin esasına yönelik temyiz itirazları bozma nedenine göre incelenmemiş olup, dosyanın temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, direnme uygun bulunduğundan işin esasına yönelik taraf vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 3. HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 17.03.2010 gününde oyçokluğuyla karar verildi.