23. Hukuk Dairesi 2014/6500 E. , 2015/6269 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 09/04/2014
NUMARASI : 2014/2-2014/110
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
- K A R A R -
Davacı vekili, davalı idare ile müvekkili şirket arasında Genel Temizlik Hizmeti Alımı sözleşmesi imzalandığını, edimin yerini getirildiğini, ancak davalı tarafından 5510 sayılı Yasa 81/1-ı maddesine dayanılarak hak edişten haksız kesinti yapıldığını, bu kesintilerin iadesi için yapılan ihtara olumsuz cevap verilmesi üzerine de davalı hakkında 14.489,46 TL asıl alacak ve 6.636,97 TL işlemiş faizin tahsili için icra takibi başlatıldığını, ancak davalının itirazı neticesinde takibin durduğunu ileri sürerek, itirazın iptali ile %20 icra inkar tazminatının tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, talebin zamanaşımına uğradığını, mevzuata ve sözleşmeye uygun işlem yapıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma, ve tüm dosya kapsamına göre; yürürlükteki yasa hükmünün aksine bir tebliğ hükmünün uygulama imkânı olamayacağı, bu sebeple yapılan kesintinin iadesinin gerektiği, davacı tarafça kesintilerin iadesine yönelik olarak davalıya ihtarname gönderildiği, ancak ihtarname tarihi itibariyle yürürlükte olan 6762 sayılı TTK"nın 20/3 maddesi gereğince davalının temerrüde düşürülmesi için ihtarnamenin noter vasıtası ile veya iadeli taahhütlü bir mektupla ya da telgrafla yapılması gerektiği, davacı tarafça ihtarnamenin normal tebligat yolu ile davalı tarafa tebliğ edildiği, bu sebeple söz konusu ihtarnamenin davalıyı temerrüde düşürmeyeceği, alacağın niteliğine göre, davanın TBK"nın 146. madde hükmü uyarınca 10 yıllık zamanaşımı süresine tâbi olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile takibin 14.489,46 TL asıl alacak ile asıl alacağa icra takip tarihinden itibaren hesaplanacak reeskont faizi ile birlikte devamına, % 20 icra inkâr tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Taraflar arasındaki hizmet alım sözleşmesinin temyiz dilekçesinde dayanılan 15. maddesi hükmü, bu sözleşmede düzenlenen asgari ücret değişikliği fiyat farkları ile sigorta primi alt sınırı değişikliği ve prim oranlarının değişikliği sebebiyle doğacak farklara ilişkin hazinece yapılan ödemelere yönelik olup, 5510 Sayılı Kanun"un 81/1-ı maddesindeki sigorta primini düzenli olarak ödeyen özel sektör işverenlerine destek sağlama amacıyla getirilen
teşvik niteliğindeki indirimden davalının sorumlu tutulamayacağı anlamına gelen bir ifadeye bu maddede ve sözleşmenin diğer maddelerinde yer verilmemiştir. Diğer anlatımla, bu madde hükmü davacının dava konusu alacağını talep etmesine engel olan, aksi yönde tarafları bağlayan bir hüküm niteliğinde değildir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi"nin 03.04.2013 tarih ve 2012/22280 E., 2013/8536 K. sayılı ilamı ile Dairemizin 07.09.2015 tarih ve 2014/9969 E., 2015/5634 K. sayılı ilamı bu yöndedir.
Öte yandan, davalı vekilinin zamanaşımı def"ine yönelik temyiz itirazlarına gelince;
YHGK"nın 06.04.2011 tarih ve 2010/3-727 E. ve 2011/75 K; Dairemizin 12.03.2014 tarih ve 2013/8037 E., 2014/1827 K., sayılı ilamında açıklandığı üzere;
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ve 818 sayılı Borçlar Kanunu"ndaki sebepsiz zenginleşmeye ilişkin maddelerdeki düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır.
Öte yandan, hukuki işlemin borç doğurmasının nedeni irade açıklamasıdır. Sebepsiz zenginleşmenin borç doğurmasının nedeni kişinin iradesi dışında malvarlığında bir eksilmenin meydana gelmesidir. Bunun sonucu olarak, taraflar arasında malvarlıkları arasındaki değişim bir sözleşmeye, tarafların açıkladıkları iradeye dayanırsa, sebepsizlikten ve sebepsiz zenginleşmeden sözedilemez.
Hukuki işlemlerden ve bunun en yaygın türü olan sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder.
Bütün bu açıklamalara göre, sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikinci derecede (tali nitelikte) bir dava hakkı temin eder. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez.
Nitekim, sözleşmeden doğan bir hukuki ilişkinin bulunduğu hallerde taraflar sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunamazlar.
Hizmet sözleşmesi, 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 313. maddesinde; "hizmet akdi bir mukaveledir ki onunla işçi muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi, iş sahibi dahi bir ücret vermeyi taahhüt eder." şeklinde; 6098 sayılı TBK"nın 393/1. maddesinde, "Hizmet sözleşmesi, işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi ve işverenin de ona zamana veya yapılan işe göre ücret ödemeyi üslendiği sözleşmedir." şeklinde tanımlanmıştır. Hizmet akdinin satış, kira gibi akitlerden ayırımında bir zorluk bulunmamasına karşılık, vekalet, istisna gibi akitlerden ayrılmasında büyük güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Bu yüzden de hizmet akdi tarifinin, diğer akitlerden ayırıcı unsurları ihtiva etmesi gereklidir. BK"nın 313. maddesindeki tariften, akdi karakterize eden unsurların bir iş ifası, ücret ve muayyen-gayri muayyen bir çalışma süresi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak hizmet akdini esaslı olarak diğer akitlerden ayıran asıl kıstas, tabiiyet rabıtasıdır. Bu nedenle hizmet akdini şu şekilde tarif etmek mümkündür. " Hizmet akdi öyle bir akittir ki, işçi bir ivaz mukabilinde muayyen veya gayri muayyen bir zaman için iş gücünü işverenin emrine tahsis ve onun direktifi altında işi ifa etmeyi taahhüt eder (Seza Reisoğlu, Hizmet Akdi-Mahiyeti, Unsurları-Hükümleri-, Ankara 1968, s. 38-39).
Hizmet sözleşmesinin unsurlarını; hizmetin belirli veya belirli olmayan bir zaman içinde görülmesi, hizmet akdinin konusu olan edimin işverene ait işyerinde yerine getirilmesi, edimin ifası sırasında işverenin denetim ve gözetimi altında bulunması, edimin ücret karşılığında yapılması ve ücretin zaman esası üzerinden saptanması şeklinde belirlemek mümkündür. Ücret zaman itibariyle olmayıp yapılan işe göre verildiği takdirde dahi belirli ya da belirli olmayan bir zaman için alınmış veya çalışılmış oldukça hizmet akdi yine mevcuttur.
Diğer taraftan hiçbir gruba girmeyen akitler Borçlar Kanunu"nun genel hükümleri, iyiniyet kuralları ve teamüllere göre çözümlenmelidir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Somut olayda anlaşmazlık; davacının hakedişlerinden kesinti yapılmasından kaynaklanmakta olup, hizmetin görülmesi amaçlanmakla, taraflar arasında hizmet temini sözleşmesi bulunmaktadır. Hizmet temini sözleşmelerinde hizmet veren taraf işçi veya hükmi şahıs olabilir. Her işveren gibi kamu kuruluşları da işyerlerinde görülen kimi işleri veya işyerinin bir bölümünü başka işverenlere devredebilirler. Ancak böyle bir devir durumunda işçi çalıştıran işverenin emir ve talimat verme hakkı tamamen kendisine ait olmalıdır. Bu durumda hizmet temini sözleşmesinden bahsedilebilir. Gerçekten, hizmet temini sözleşmelerinde işçilerin işe alınması, çalışma şartları ve biçimi, işçi sayısı gibi işverenin yönetim hakkına giren konularda davalının davacının hak ve yetkilerini sınırladığı görülmektedir.
Diğer taraftan hizmet sözleşmesi ile hizmet temini sözleşmeleri birbirlerinden farklılık arz etmektedir. Hizmet sözleşmesinin tarafları işçi ve işveren iken, hizmet temini sözleşmelerinde işçi hükmi şahıs da olabilir. Kendine has özellikleri olan akitler için ise dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Borçlar Kanunu"nun genel hükümleri uygulanmalıdır.
Zamanaşımına ilişkin genel hüküm ise "On Yıllık Zamanaşımı" başlıklı 146. maddesinde yer almakta; anılan madde: " Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir." hükmünü içermektedir.
Somut olayda, dava, sözleşme ile yüklendiği edimini ifa eden davacının hak edişlerinden yapılan kesintinin akde aykırı olduğu iddiasıyla iadesine ilişkindir.
Dava dilekçesi ve ekindeki belgeler ile yine yargılama sırasında verilen belgelerden, taraflar arasındaki bu sözleşme ilişkisine işaret edildiği anlaşılmaktadır.
Şu durumda; davacının, davalı ile arasında kurulan bu sözleşme ilişkisine dayanarak ve akde aykırılık iddiasıyla hak edişlerinden yapılan kesintinin iadesini talep ettiğinin kabulü gerekir.
Eldeki davada taraflar arasındaki ilişki hukuki nitelikçe “hizmet temini (alım) sözleşmesi” olup; kendine has özellikleri olan bu sözleşme türü için zamanaşımı süresini düzenleyen ayrık bir hüküm de bulunmadığından, zamanaşımı konusundaki genel hükmü olan 146. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulanmalıdır. Mahkemece, anılan madde hükmüne dayalı olarak zamanaşımı def"inin reddine karar verilmesi doğru olmuştur.
Bu açıklamalara ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.