
Esas No: 2015/1891
Karar No: 2019/316
Karar Tarihi: 19.03.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/1891 Esas 2019/316 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “hizmet tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Antalya 4.İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 19.01.2012 tarihli ve 2011/99 E., 2012/49 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 18.03.2013 tarihli ve 2012/8199 E., 2013/5145 K. sayılı kararı ile;
"…Davanın yasal dayanağı olan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu"nun; “Sigortalı Sayılanlar” başlığını taşıyan 2"nci maddesinde, bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların bu Kanuna göre sigortalı sayılacakları belirtilmiş, “Sigortalı Sayılmıyanlar” başlıklı 3"üncü maddesinde, bu Kanunun uygulanmasında sigortalı sayılmayan ve/veya haklarında bazı sigorta kolları uygulanmayan kimseler sıralanmış, “Sigortalılığın başlangıcı ve mecburi oluşu” başlığını taşıyan 6"ncı maddesinde; çalıştırılanların, işe alınmalarıyla kendiliğinden “sigortalı” olacakları, sigortalılar ile bunların işverenleri hakkında sigorta hak ve yükümlerinin, sigortalının işe alındığı tarihten başlayacağı, bu suretle sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği, sözleşmelere, sosyal sigorta yardım ve yükümlerini azaltmak veya başkasına devretmek yolunda hükümler konulamayacağı açıklanmış, “Prim belgeleri” başlıklı 79"uncu maddesinde; yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca belirlenmeyen sigortalıların, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile kanıtlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayılarının dikkate alınacağı bildirilmiş, “Sigortalılık süresi” başlığını taşıyan 108"inci maddesinde, malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 Sayılı Kanunlara veya bu Kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarih olduğu hüküm altına alınmıştır.
Sigortalı statüsünde bulunmayan, sigortalı niteliği taşımayan bir kimsenin sigortalılık süresinden söz etme olanağı bulunmamaktadır. Olağan olarak sigortalılık niteliği, taraflar arasında hizmet akdi (iş sözleşmesi) ilişkisinin kurulması ve çalışmaya/çalıştırılmaya başlanması ile kazanılmakta olup, yazılı olarak düzenlenen veya sözlü olarak benimsenen hizmet akdi ile birlikte, sigortalılığın oluşumu yönünden eylemli (fiili = gerçek) çalışma olgusunun varlığının da kanıtlanması gerekmektedir. Kuruma verilen ve çalışmayı (hizmeti) ortaya koyabilecek belgeler; gerek 506 Sayılı Kanunda, gerek 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda, gerekse anılan Kanunlara dayanılarak hazırlanan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği (SSİY)"nde açıklanmıştır. Bunlar arasında; çalışmaya başlayan ve/veya çalışması sona eren sigortalıların durumlarının işveren/işveren vekili tarafından Kuruma bildirilmesi amacıyla kullanılan “Sigortalı İşe Giriş Bildirgesi” (506/9. madde, 5510/8. madde, SSİY"nin ilgili maddeleri) ile “Sigortalı İşten Ayrılış Bildirgesi” (5510/9. madde, SSİY"nin ilgili maddeleri), çalışmaya başlayan sigortalıların kendilerini bildirmeleri amacıyla kullanılan “Sigortalı Bildirim Belgesi” (5510/8. madde, SSİY"nin ilgili maddeleri), çalıştırılan sigortalıların ve sosyal güvenlik destek primine tabi sigortalıların kimlik bilgilerini, hesaplanacak prime esas kazançlarını, prim ödeme gün sayıları ile prim tutarlarını gösteren, 01.05.2004 tarihine kadarki dönem yönünden “Aylık Sigorta Primleri Bildirgesi” ve “Dönemsel Sigorta Primleri Bordrosu” (506/79. madde, SSİY"nin ilgili maddeleri), 01.05.2004 gününden itibaren ise “Aylık Prim Ve Hizmet Belgesi” (506/79. madde, 5510/86. madde, SSİY"nin ilgili maddeleri) yer almaktadır.
506 Sayılı Kanunun 108"inci maddesi gereğince sigortalılık başlangıç tarihinin belirlenmesine ilişkin açılan her dava, sigortalılığın saptanması istemini de içerdiğinden, bu Kanunun 79"uncu maddesinin onuncu fıkrasına dayalı olan ve “hizmet tespiti davası” olarak nitelendirilen bir görünüm arz etmekte olup, bunun doğal sonucu olarak da söz konusu 1 günlük çalışmanın belirlenmesi talepli davada, hizmet tespiti davalarındaki kanıtlama yöntem ve ilkeleri benimsenip uygulanmalı, başka bir anlatımla, sigortalılıktan söz edilebilmesi için, çalışmanın varlığı, hizmet tespiti davaları yönünden kabul edilen yöntem ve ilkelere uygun biçimde saptanmalıdır. Aksine düşünce, özellikle yaşlılık aylığının kabulü için öngörülen sigortalılık süresi yönünden çalışanlar ile çalışmayanlar arasında haksız ve adaletsiz bir durumun oluşmasına yol açabilecektir. Yöntemince düzenlenerek yasal hak düşürücü süre içerisinde ..."na verilen sigortalı işe giriş bildirgesi, ilgilinin işe alındığını gösteren yazılı delil niteliğinde ise de, sigortalılığın kabulü açısından kuşkusuz tek başına yeterli kabul edilemez ve bu kapsamda çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli başka kanıtlar aranmalıdır. Bu tür davalar kamu düzeni ile ilgili olduğundan özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri zorunlu olup, mahkemece, tarafların gösterdiği/sunduğu deliller ile yetinilmemeli, 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun ilgili hükümleri esas alınarak kendiliğindenaraştırmailkesi benimsenmeli, sigortalılığın kabulü ve hüküm altına alınabilmesi için mutlak koşul niteliğindeki hizmet akdinin ve eylemli çalışmanın varlığı ortaya konulmalıdır.
Bu amaçla; sigortalı işe giriş bildirgesinin Kuruma veriliş tarihi, bildirgedeki kimlik bilgilerinin, varsa imza ve fotoğrafın davacıya ait olup olmadığı, davacıya verilen sigorta sicil numarasının hangi yılın serilerinden olup sonraki dönemde gerçekleşen hizmetlerinde kullanılıp kullanılmadığı saptanmalı, yukarıda belirtilen ve hizmeti ortaya koyabilecek belgeler, çalışmanın gerçekleştiği ileri sürülen işyerinin Kurum nezdinde bulunan dosyası, işverence hazırlanması gerekli ücret ödeme bordroları, puantaj kayıtları ve diğer kayıtlar, Kurum görevlileri tarafından düzenlenen rapor ve tutanaklar getirtilmeli, dönemsel sigorta primleri bordrosuyla veya aylık prim ve hizmet belgesiyle bildirimleri yapılan sigortalılar tanık sıfatıyla dinlenilmeli, böylelikle iddianın somut ve inandırıcı bilgilere dayalı biçimde kanıtlanıp kanıtlanmadığı değerlendirilmelidir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun; 29.06.2005 gün ve 2005/21-409 E. - 413 K. sayılı, 22.03.2006 gün ve 2006/21-43 E. - 2006/98 K sayılı, 12.03.2008 gün ve 2008/21-242 E. - 2008/251 K. sayılı, 23.12.2009 gün ve 2009/10-581 E. - 619 K. sayılı, 10.02.2010 gün ve 2010/10-72 E. - 2010/72 K. sayılı, 21.09.2011 gün ve 2011/10-527 E. – 2011/552 K. sayılı kararlarında da aynı görüş ve yaklaşım benimsenmiştir.
Mahkemece, yukarıda açıklanan esaslar doğrultusunda inceleme yapılarak elde edilecek sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…"
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin 01.05.1956 ile 31.09.1990 tarihleri arasında davalı ...’nün Kaş Orman İşletme Şefliği bünyesinde mevsimlik işçi sıfatı ile her yıl Mayıs ayından Eylül ayına kadar 5 ay çalıştığını, ancak işveren tarafından çalışmalarının Kuruma bildirilmeyerek sigorta primlerinin ödenmediğini ileri sürerek Kaş Orman İşletme Şefliğinde 01.05.1956 ile 31.09.1990 tarihleri arasında mevsimlik işçi olarak çalıştığının ve sigorta başlangıç tarihinin 01.05.1956 tarihi olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı ... vekili; davacının davalı işveren nezdinde çalıştığını iddia ettiği tarihlerin aksine sadece 1976 ve 1977 yılları Ocak, Şubat ve Nisan aylarında çalışmalarının bulunduğunu, bu durumun davacının iddiasının yerinde olmadığını gösterdiğini, diğer taraftan sigortalılığın varlığı yönünden öncelikle çalışma olgusunun varlığının zorunlu olduğunu, çalışma olgusunun ise resen araştırılarak, her türlü delille, hiçbir kuşkuya yol açmayacak şekilde ortaya konulması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı ... vekili; davanın reddinin gerektiğini belirtmiştir.
Mahkemece; hak düşürücü sürenin geçirilmesi hakkın özünü ortadan kaldırdığından bu sürenin geçirilmesinden sonra işe giriş bildirgesinin Kuruma verilmesinin ya da primlerinin ödenmesinin hak düşürücü süreyi yeniden canlandırmayacağı, somut olayda davacının 1976 ve 1977 yıllarında gerçekleşmiş kısmi çalışması dışında bilgi, belge ve özellikle işe giriş bildirgesi bulunmadığı, 1976 ve 1977 yılları ile ilgili verilen bildirgenin yıllar sonrasına ait çalışma iddiasına esas alınmasının mümkün olmadığı, davalı idarenin resmî bir kurum olup çalışmaların kayıtlara geçmesinin esas olduğu, kayıtlara geçmiş çalışmalardan daha fazla çalışıldığı iddiasının yazılı belgelerle kanıtlanması gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; Özel Daire bozma kararının somut olaya ilişkin hiçbir içerik taşımadığı, hizmet tespitine ilişkin davalarda uygulanacak maktu kararını tekrarlayarak kararın bozulduğu, bozma kararının mahkemenin ret gerekçeleri ile ilgili bir içerik taşımadığı belirtilerek ve bir önceki gerekçeler de tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olay bakımından hizmet tespiti talebinde bulunan davacının 01.05.1956 ile 31.09.1990 tarihleri arasında davalı işveren adına kayıtlı iş yerinde çalıştığına dair yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun (5510 sayılı Kanun) 01.10.2008 günü yürürlüğe giren Geçici 7"nci maddesinde, “…bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 506 sayılı, 1479 sayılı, 2925 sayılı, bu Kanun ile mülga 2926 sayılı, 5434 sayılı Kanunlar ile 506 sayılı Kanunun Geçici 20"nci maddesine göre sandıklara tâbi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık sürelerinin tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir" yönünde düzenleme bulunmaktadır.
Bu durumda 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında 506 sayılı Kanun; bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
Öncelikle ifade edilmelidir ki, mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının “a” bendi kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır.
Bunlar: a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşmesine dayanması, b) işin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması, c) çalışanın 506 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralanabilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.
506 sayılı Kanun’un 2’nci maddesine göre, bu Kanun anlamında sigortalı olarak çalışabilmenin temel koşulu, hizmet sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde 506 sayılı Kanun anlamında sigortalıktan da söz edilemeyecektir.
İşçi ve sigortalı kavramlarının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de, 4857 sayılı İş Kanunu ile yürürlükten kaldırılan 1475 sayılı İş Kanunu ve 506 sayılı Kanun’da bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8’inci maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımlaması yapılmıştır. Belirtmek gerekirse, 4857 sayılı İş Kanunu’nda “Hizmet akdi” sözcüğü terkedilmiş, yerine “İş sözleşmesi” ifadesi kullanılmıştır.
Hizmet akdi, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 313’üncü maddesinin birinci fıkrasında ise, “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı Kanun’da daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
5510 sayılı Kanun’un 3/11’inci maddesinde ise, hizmet akdinin 22.04.1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda tanımlanan hizmet akdini ve iş mevzuatında tanımlanan iş sözleşmesini veya hizmet akdini ifade edeceği belirtilmiştir. Görüldüğü üzere, 506 sayılı Kanun döneminde sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları 5510 sayılı Kanun döneminde de farklılık arz etmemektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanun’un atıf yaptığı 818 sayılı Kanun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. 6098 sayılı Kanun’un 393’üncü maddesinin birinci fıkrasına göre, hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” Bu hâliyle 5510 sayılı Kanun’un 3/11’inci maddesi uyarınca 818 sayılı Borçlar Kanunu’na yapılan atfın artık 6098 sayılı Kanun’un 393/1’inci maddesine yapıldığının kabulü gerekecektir.
Sigortalılık niteliğinin kazanılması açısından işveren ile çalıştırılan kişi arasında hizmet sözleşmesinin yapılması tek başına yeterli değildir. Ayrıca işin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde yapılması gerekmektedir. Mülga 506 sayılı Kanun’un 5’inci maddesine göre iş yeri, bir hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların işlerini yaptıkları yerdir. İşin niteliği ve yürütümü bakımından iş yerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da iş yerinden sayılır.
5510 sayılı Kanun’un 11’inci maddesinde de iş yerinin tanımı yapılmıştır. Maddeye göre iş yeri sigortalı sayılanların maddi olan ve olmayan unsurlar ile birlikte işlerini yaptıkları yerlerdir. İş yerinde üretilen mal veya verilen hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen iş yerine bağlı yerler, dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ile araçlar da iş yerinden sayılır.
Önemle belirtilmelidir ki, teknolojik ve ekonomik gelişmeler sonucu işinin niteliği gereği iş yeri dışında çalışmak zorunda kalanları da “işverene ait işyerinde çalışanlar” kapsamı içinde düşünmek gerekmektedir (Güzel, A./ Okur, A. R./ Caniklioğlu, N.: Sosyal Güvenlik Hukuku, 16. Bası, İstanbul 2016, s.88).
4857 sayılı İş Kanun’un 2. maddesinde işveren tarafından mal ve hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurları ile işçinin birlikte örgütlendiği birime iş yeri denileceği, işverenin iş yerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler (iş yeri ve bağlı yerler) ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçların iş yerinden sayılacağı, iş yerinin; iş yeri ve bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütün olduğu hükme bağlanmıştır. Bu tanımda yer alan ve iş yerinin sınırlarını oldukça genişleten “iş organizasyonu” kavramı 506 ve 5510 sayılı Kanunlar yönünden de gözetilmesi gereken bir ölçüt olmalıdır (Tuncay/Ekmekçi, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, İstanbul 2017, s.353).
Son olarak sigortalığı niteliğinin kazanılması için mülga 506 sayılı Kanun’un 3’üncü maddesi (5510 sayılı Kanun’un 6’ncı maddesi) kapsamında sigortalı sayılmayanlar arasında da yer almamak gerekmektedir.
Çalıştırılanlar belirtilen şartları sağladıkları takdirde işe alınmalarıyla birlikte sigortalı sayılırlar. Ancak sigortalıların bazı haklardan yararlanabilmeleri için öncelikle Kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve Kanun’un gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi gerekir. Anılan bilgi ve belgelerin Kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise, bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup, ülkenin gerçeklerinden biridir. İşte bu noktada, işçinin sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
506 sayılı Kanun"un 79"uncu maddesinin 10’uncu fıkrasında, "Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar çalıştıklarını, hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun"un 86"ncı maddesinin dokuzuncu fıkrasında da benzer yönde düzenleme yapıldığı görülmektedir.
Sigortalıların 506 sayılı Kanun’un 79/10’uncu maddesi çerçevesinde çalıştıklarının tespiti için açtıkları davaya ise uygulamada “hizmet tespit davası” denilmektedir. Hizmet tespiti davaları Kurum tarafından tespit edilemeyen veya eksik bildirilen hizmetlerin varlığının ispatı için açılan davalardır.
Sosyal güvenlik hukukunun hem kamu hukuku hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında, özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup, kendiliğinden araştırma ilkesi söz konusudur.
Hizmet tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi icabettiği Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadı gereği olduğundan, kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında, hâkimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı bu davalarda ispat yükü, bir tarafa yüklenemez.
Öte yandan, hizmet tespiti davalarının amacı, hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunması olduğundan, tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı ile yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği araştırılmalıdır. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir.
Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabileceğinden bu davalarda iş yerinde tutulması gerekli dosyalar ile kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, mümkün oldukça tespiti istenen dönemde iş yerinin yönetici ve görevlileri, iş yerinde çalışan öteki kişiler ile o iş yerine komşu ve yakın iş yerlerinde, tarafları veya iş yerini bilen veya bilebilecek durumda olanlar zabıta marifetiyle araştırılarak saptanmalı, sigortalının hangi işte hangi süre ile çalıştığı, çalışmanın konusu, sürekli, kesintili ya da mevsimlik mi olduğu, başlangıç ile bitiş tarihleri ve alınan ücret konularında beyanlarına başvurularak, tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işveren ve işçiyle, iş yeriyle ilişkileri, bazen uzun yılları kapsayan bilgilerin insan hafızasında yıllarca eksiksiz nasıl taşınabileceği düşünülmeli, beyanları diğer yan delillerle desteklenmelidir.
Somut olayda, davacının hizmet döküm cetveline göre ilk defa “01.11.1976” tarihinde “15063” sicil numaralı davalı “Orman İşletmesi” unvanlı iş yerinde çalışmaya başladığı, 01.11.1976-31.12.1976, 09.02.1977-28.02.1977 ile 09.04.1977-30.04.1977 tarihleri arasında davalı ... nezdinde sigortalı olduğu, bunun haricinde hizmet akdine dayalı başka bir çalışmasının bulunmadığı, davacıya Antalya Orman Baş Müdürlüğü tarafından 04.01.1971-16.01.1971 tarihleri arasında tamamladığı kurs nedeniyle “Orman Yol Çavuşları Sicil Kartı” verildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının tespitini istediği dönemde çalışma iddiası ile ilgili olarak mahkemece yeterli araştırma yapılmadığı açıktır.
Öncelikle çalışmaların kayıt altına alınması gerektiği gözetilerek, kayıtlar üzerinde inceleme yapılmak ve davalı iş yeri ile Kurumdan sorulup bilgi alınmak suretiyle davalı ... Müdürlüğüne ait olan ve Kurum kayıtlarında “15063” sicil numarasıyla işlem gören iş yerine ait uyuşmazlık konusu dönemi kapsar tüm bilgi, belge ve kayıtlar istenilmelidir. Davacının çalıştığını iddia ettiği dönemde ikametine yakın çevrede davalı ...’ne ait başka bir iş yeri daha bulunup bulunmadığı araştırılmalı, varlığı hâlinde bu işyerine ait de tüm bilgi, belge ve kayıtlar dosyaya getirtilmelidir. Davacının ikamet ettiği mahalde görevli muhtarlığa müzekkere yazılarak orman alanında çalışanlara ilişkin herhangi bir bilgi, belge ve kayıt bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. Davacının mevsimlik işçi olarak çalıştığı iddiası karşısında ağaçlandırma, sulama, taş toplama, teras yapma vb. işlerin hangisinde çalıştığı sorulmalı çalışmanın konusu saptanmalıdır. Antalya Orman Baş Müdürlüğü tarafından 04.01.1971-16.01.1971 tarihleri arasında tamamladığı kurs nedeniyle “Orman Yol Çavuşları Sicil Kartı” verildiği dikkate alındığında, davacının orman çavuşu olarak çalışıp çalışmadığı da araştırılmalıdır. Davacının tespitini istediği tarihlerde davalı işveren nezdinde çalışan ve dönem bordrolarında ismi geçen bordro tanıkları resen seçilerek dinlenilmeli, işçilerin başında amir olarak bulunan şahıslar ile dinlenen tanık beyanlarında adı geçen ve çalışanların isimlerini kaydettikleri belirtilen kişiler saptanarak bilgi ve görgülerine başvurulmalıdır.
Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına, bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerle uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Ayrıca; dava 18.02.2011 tarihinde açılmış olmasına rağmen karar başlığında dava tarihinin 09.07.2013 olarak belirtilmesi mahallinde düzeltilebilecek maddi hata olarak değerlendirilmekle bozma nedeni yapılmamıştır.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen ilave gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıra iadesine karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 19.03.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.