
Esas No: 2016/163
Karar No: 2016/369
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2016/163 Esas 2016/369 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Günü : 14.10.2015
Sayısı : 505-527
Katılanlar : 1-Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü
2- ...
Temyiz Edenler : Katılan Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü vekili, Cumhuriyet savcısı
2863 sayılı Kanuna muhalefet suçundan sanık ..."nın beraatine ilişkin, Çamlıhemşin (Kapatılan) Asliye Ceza Mahkemesince verilen 18.02.2010 gün ve 38-71 sayılı hükmün katılan Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 19.04.2013 gün ve 19028 -10555 sayı ile;
“Dosya kapsamında mevcut inşaat mühendisi bilirkişi tarafından düzenlenen 18.02.2010 havale tarihli raporda, Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu"nun 31.10.1991 tarih ve 1185 sayılı kararı ile 1. derece doğal sit alanı olarak tescil edilen yerde bulunan suça konu serender tarzında iki yapının, zeminde 3,98 x 4,08 = 16,24 metrekare ve 3,66 x 3, 67 = 13,43 metrekare alana sahip temeli olmayan, toprak zemin üzerine oturtulmuş baraka türünde yapılar olduğu, tamamen ahşaptan yapıldıkları, kolaylıkla sökülebilir takılabilir türde oldukları, sabit ve kalıcı nitelikte olmadıkları, tabii zemine zarar verdikleri, inşai müdahale niteliğinde olduklarının tespit edildiğinin belirtildiği anlaşılmakla, sanık tarafından gerçekleştirildiği beyan edilen inşai müdahalenin yapılış zamanının her türlü şüpheden uzak biçimde tespiti ile sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeksizin, eksik araştırma ve hatalı değerlendirme ile sanığın beraatine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Pazar (Rize) Asliye Ceza Mahkemesince bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 15.01.2014 gün ve 284-21 sayı ile; "Sanığın eylemi için uygulama olanağı olan 2863 sayılı Yasanın 65/1-b. maddesinin, 11.10.2013 tarihinde Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 6498 sayılı Yasanın 3. maddesi ile değiştirildiği, suçun sübutu için tescil edilen sit alanlarının bu kanuna göre tebliğ veya ilan edilmiş olmasının gerektiği, 6498 sayılı Yasanın 1 ve 2. maddeleri ile 2863 sayılı Yasanın 7 ve 8. maddelerine eklenen fıkralar ile tescil kararlarının 7201 sayılı Tebligat Kanunu uyarınca maliklerine tebliğ edileceği, malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazların tescil kararlarının Resmi Gazete"de yayımlanacağı ve bakanlığın internet sayfasında 1 ay süre ile duyurulacağının hüküm altına alındığı, suç tarihinde yürürlükte bulunan 2863 sayılı Yasanın 65/1-b. maddesi gereğince suçun sübutu için ilgili muhtarlık ilan panosunda sit alanı kararının ilan edilmesi ve hoparlör ilan varakası ile de ilan edildiğinin tespit edilmesi yeterli iken anılan yasa değişikliği ile sanık lehine düzenlemeler getirildiği, böylece köy muhtarlığında ya da kaymakamlık ilan panosunda yapılan ilanların yeterli görülmediği, bizzat taşınmaz maliklerine tebligat yapılması, maliklerin tespit edilememesi halinde kurumun internet sitesinde ve Resmi Gazete"de ilan yapılması şartının kabul edildiği bu durumda yürürlükte bulunan 6498 sayılı Yasa ile değişik 2863 sayılı Yasanın 65/1. maddesinin sanık lehine olduğu anlaşılmakla, 1982 Anayasasının 38/1, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi madde 11/2, 5237 sayılı TCK"nın 7/2. maddeleri uyarınca sanığa uygulanmıştır. Bu bağlamda Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün mahkememize gönderdiği 31.12.2013 tarihli ve 6057 sayılı cevabı yazısında, sanığa söz konusu yerin sit alanı ilan edildiğine dair herhangi bir tebligatın bulunmadığı belirtilmiştir. Böylece sanığın üzerine atılı suçun yasal unsurları oluşmamıştır" gerekçesiyle sanığın önceki hükümdeki gibi beraatine karar vermiştir.
Hükmün şikâyetçi ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 13.03.2015 gün ve 22286- 4778 sayı ile;
"Suçtan zarar gören ... adına hazine vekilinin temyiz istemi davaya katılma talebi olarak değerlendirilmiş olup, müşteki kurumun 5271 sayılı CMK"nın 237/2 maddesi uyarınca kamu davasına katılan olarak kabulüne karar verilmek suretiyle yapılan incelemede;
2863 sayılı Kanunun 7. maddesinde 6498 sayılı Kanun ile getirilen değişikliğin amacının, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı ya da sit alanı olarak tescil kararlarının, ilgililerince öğrenilmesini sağlamak olduğu, başka bir deyişle, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları yönünden tebliğ; sit alanları yönünden Resmi Gazete"de yayım ve internet üzerinden duyuru kurallarının, kişilerin, sahip oldukları taşınmazların durumunu bilmelerini ve ona göre hareket etmelerini sağlama amacı taşıdığı, belirtilen kuralların, 2863 sayılı Kanunun 65. maddesinde düzenlenen suçun oluşumu için şekil şartı niteliği bulunmayıp, aksi yöndeki kabulün 6498 sayılı Kanunun amacına da ters düşeceği;
Diğer yandan, 6498 sayılı Kanun ile değişik 2863 sayılı Kanunun 7. maddesinde öngörülen "maliklere tebliğ" usulünün, bölge bazındaki tescil işlemlerinde değil, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarının tescili söz konusu olduğunda uygulanacağı, başka bir deyişle, bir bölgenin sit alanı olarak belirlenip tescil edilmesi halinde, o bölgede yaşayan tüm vatandaşlara tebligat yapılmak suretiyle tescil kararının duyurulması şeklinde bir yöntem izlenmeyeceği, karar Resmi Gazete"de yayımlanıp Bakanlığın internet sayfasında bir ay süre ile duyurularak, bölge halkının sit tescilinden haberdar olmasının sağlanacağı;
Sözü edilen değişiklik öncesinde yapılan tescil işlemleri bakımından ise, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin olarak, taşınmaza ait tapu kaydının beyanlar hanesinde tescil şerhi bulunup bulunmadığına; sit alanları, tabiat varlıkları ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dâhil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara ilişkin olarak, tescil kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediğine bakılması gerektiği;
Bu kapsamda somut olay değerlendirildiğinde; sanığın, Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu"nun 19.05.1998 tarih ve 3148 sayılı kararı ile tescilli 1. derece doğal sit alanı içerisinde yer alan taşınmazda serender tabir edilen iki adet yapı inşa ederek fiziki ve inşai müdahalede bulunduğu, Çamlıhemşin Belediye Başkanlığınca düzenlenen 14.10.1998 tarihli "hoparlör ilan zabıt varakası"na göre bölgenin sit alanı olarak tesciline ilişkin kurul kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edildiği, beraate dair ilk hükmün katılan vekilince temyizi üzerine Dairemizin 19.04.2013 tarih, 2012/19028 Esas, 2013/10555 Karar sayılı bozma ilamında, davaya konu serenderlerin yapım tarihinin tespiti ile sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayin edilmesi gerektiğinin belirtilmesine karşın 6498 sayılı Kanun değişikliğinin hatalı yorumlanması suretiyle yazılı şekilde hüküm tesisi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 14.10.2015 gün ve 505-527 sayı ile;
"Yargıtay 12. CD"nin bozma ilamında belirttiği "2863 sayılı Kanunun 7. maddesinde 6498 sayılı Kanun ile getirilen değişikliğin amacının, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı ya da sit alanı olarak tescil kararlarının, ilgililerince öğrenilmesini sağlamak olduğu, başka bir deyişle tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları yönünden tebliğ, sit alanları yönünden Resmi Gazete"de yayım ve internet üzerinden duyuru kurallarının, kişilerin, sahip oldukları taşınmazların durumunu bilmelerini ve ona göre hareket etmelerini sağlama amacı taşıdığı, belirtilen kuralların 2863 sayılı Kanunun 65. maddesinde düzenlenen suçun oluşumu için şekil şartı niteliği bulunmayıp, aksi yöndeki kabulün 6498 sayılı Kanunun amacına da ters düşeceği"nin yapılan değerlendirilmesinde; 6498 sayılı Kanun toplamda 5 maddeden ibarettir. Bunlardan 4 ve 5. maddeleri yayım ve yürütümdür. 3. maddesi 2863 sayılı Kanunun 65. maddesini düzenlemektedir. 1 ve 2. maddesi ise 2863 sayılı Yasanın 7 ve 8. maddesini (tebligatları içeren maddeleri) düzenlemiştir. Bu Kanunun amacını 12. CD"nin içtihadında belirttiği "tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları yönünden tebliğ; sit alanları yönünden Resmi Gazete"de yayım ve internet üzerinden duyuru kurallarının, kişilerin, sahip oldukları taşınmazların durumunu bilmelerini ve ona göre hareket etmelerini sağlama amacı taşıdığı" şeklinde yorumlamak kanunu dar yorumlamaktır. Kanun koyucunun bu düzenleme ile sadece maliklere yönelik bir düzenleme yapmadığı, Resmi Gazete"de yayım ve internet sitesinde ilan yaptırmak suretiyle tüm gerçek ve tüzel kişiler (bu bölgede oturan- oturmayan) için düzenleme yaptığı, bu bölgenin sit alanı olduğunu, bu alana dair tüm tasarrufların sit hükümleri kurallarınca yapılması gerektiğini duyurmak istediği, böyle yaparak ayrıca 5237 sayılı TCK"nun 2. ve 4. maddelerindeki amacı gerçekleştirmeyi istediği, haliyle belirtilen kuralların, 2863 sayılı Kanunun 65. maddesinde düzenlenen suçun oluşumu için şekil şartı niteliğinde bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla kanunun yaptırım uygulanması için aradığı şekil şartını taşımayan sanığın durumu nedeniyle beratine karar verilmesi gerekmektedir.
Sit alanı ilan edilen bölge, Ayder Yaylası diye bilinen Ayder Köyünde kalmaktadır. Bu bölgede bazı yerlerde tapu ile, bazı yerlerde zilyetlik ile sahiplenme vardır. Bu bölgede bulunan tüm taşınmazlar ya gerçek özel/tüzel şahıslara aittir ya da bazı kamu kurum ve kuruluşlarına aittir. Yani boşta kalan taşınmaz yoktur. Olayımızda sanığın söz konusu yere dair tapusu yoktur. Sanık kolluktaki savunmasında; (02.11.2008 tarihli) söz konusu yerin zilyetliğinin kendisine ait olduğunu beyan etmiştir. Ulusal ve Uluslararası mevzuatta koruma altına alınan mülkiyet hakkına, sit kararı verilerek müdahale edilmiştir. Bu müdahale ise mahallinde mutat vasıtalarla (hoparlör) ilan edilmiştir. Sanığın mutat vasıta ile ilan edildiğinden, sit kararından haberi olmayabilir. Anayasa Mahkemesi de 13.10.2012 tarih ve 28440 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanan 11.04.2012 tarih ve 2011/18 E. ve 2012/53 K. sayılı kararında, özünde bu gerekçelerle 2865 sayılı Kanunun eski 65. maddesini iptal etmiştir. Sanık zilyetlik şeklindeki eylemini başka bir yerde yani sit alanı ilan edilmemiş bir yerde gerçekleştirmiş olsaydı, diğer şartların varlığı halinde Türk Medeni Kanunu ilgili hükümleri uyarınca belki ihya yolu ile, belki de başka bir şekilde mülkiyet hakkı elde edip söz konusu yerin tapusunu alacaktı. Ancak şimdi haberi olmadığı sit kararı nedeniyle, değil söz konusu yerin tapusunu almak, ceza tehdidi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durum Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararında ve buna bağlı olarak kanun koyucu tarafından 6498 sayılı Kanun ile dikkate alınarak 2863 sayılı Kanunun 65. maddesi açıkça ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde düzenlenmiştir. Dolayısıyla sanığın beraatine karar verilmesi gerekmektedir.
Yargıtay 12. CD"nin bozma ilamında belirttiği "Diğer yandan, 6498 sayılı Kanun ile değişik 2863 sayılı Kanunun 7. maddesinde öngörülen "maliklere tebliğ" usulünün, bölge bazındaki tescil işlemlerinde değil, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarının tescili söz konusu olduğunda uygulanacağı, başka bir deyişle, bir bölgenin sit alanı olarak belirlenip tescil edilmesi halinde, o bölgede yaşayan tüm vatandaşlara tebligat yapılmak suretiyle tescil kararının duyurulması şeklinde bir yöntem izlenmeyeceği, karar Resmi Gazete"de yayımlanıp Bakanlığın internet sayfasında bir ay süre ile duyurularak, bölge halkının sit tescilinden haberdar olmasının sağlanacağı"nın yapılan değerlendirilmesinde; Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün mahkememize gönderdiği yazısında, Resmi Gazete"de yayımlanıp Bakanlığın internet sayfasında bir ay süre ile duyurulmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla 2863 sayılı Kanunun 65. maddesinde öngörülen "bu Kanuna göre tebliğ veya ilan edilmiş olmasına rağmen" unsuru gerçekleşmemiştir. Yine kanunun aradığı Resmi Gazete"de yayımlanıp Bakanlığın internet sayfasında bir ay süre ile duyurularak, bölge halkının sit tescilinden haberdar olmasının sağlanacağı hususu, suç tarihinden sonra olacağı için 5237 sayılı TCK"nun 7/2. maddesindeki "suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır" hükmü gereğince sanık lehine değerlendirme yapılarak, sanığın beraatine karar verilmesi gerekmektedir.
Yargıtay 12. CD"nin bozma ilamında belirttiği "Sözü edilen değişiklik öncesinde yapılan tescil işlemleri bakımından ise, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin olarak, taşınmaza ait tapu kaydının beyanlar hanesinde tescil şerhi bulunup bulunmadığına; sit alanları, tabiat varlıkları ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dâhil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen taşınmazlara ilişkin olarak, tescil kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediğine bakılması gerektiği"nin yapılan değerlendirilmesinde; 6498 sayılı Kanunun yeni ilan sistemi getirdiği, mutat vasıtalar ile ilan aramadığı, gerçek ve tüzel kişilerin karardan bilgilendiğinin ispatının kesine yakın sonuç veren tebliğ, resmi gazetede yayım ve bakanlığın internet sitesinde 1 ay ilanı kabul ettiği, Kanunun tebligat, yayım ve ilan demesi karşısında mutat vasıtalarla (hoparlör) ilanı suçun unsuru için yeterli görmenin mümkün olamayacağı açıktır. Sonradan yürürlüğe giren Kanun suçun unsurlarında değişiklik yaptığı için sanık lehinedir. Haliyle sonradan yürürlüğe giren kanunun aradığı tebliğ ve ilan şartı olamadığından suçun unsurları oluşmamıştır. Sanığın beraatine karar verilmesi gerekmektedir.
"Korunma alanlarına (taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının muhafazaları veya tarihi çevre içinde korunmalarında etkinlik taşıyan, korunması zorunlu alanlar olarak tanımlanmıştır.) ilişkin tescil kararları, 11.02.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu uyarınca maliklere tebliğ edilir." hükmü gereği koruma alanı ilan edilmiş olan alana dair karar maliklere tebliğ edilmemiştir.
Suçun unsurları yönünden somut olayın yapılan değerlendirilmesinde; "Bu Kanuna göre tebliğ veya ilan edilmiş olması" unsurunun yapılan değerlendirilmesinde; Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün mahkememize gönderdiği yazısında Resmi Gazete"de yayımlanıp Bakanlığın internet sayfasında bir ay süre ile duyurulmadığının anlaşılması nedeniyle, suçun maddi unsuru gerçekleşmemiştir.
Suçun manevi unsurunun yapılan değerlendirilmesine; atılı suç kasten işlenen suçtur. İncelenen dava dosyasındaki delillere göre taşınmazın Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 19.05.1998 tarih ve 3148 sayılı kararı ile tescilli 1. derece doğal sit alanı içerisinde kaldığı açıktır. Söz konusu yer Ayder gibi meşhur ve bilinen, tabiat harikası, korunmaya değer bir yerdir. Bu nedenlerle Yargıtay 12. CD"nin değişik içtihatlarında, sanığın söz konusu yerin sit alanı olduğunu bildiği varsayılmaktadır. Ancak Kanunun aradığı "bu Kanuna göre tebliğ veya ilan edilmiş olmasına rağmen" hususunu, varsayımlarla hareket ederek yok saymak mümkün değildir. Kanun açıkça bu Kanuna göre tebliğ veya ilan edilmiş olmasını 2863 sayılı Yasanın 65. maddesinde suçun unsuru olarak belirtmiştir. Tebliğ şartlarını da 2863 sayılı Kanunun 8 ve 9. maddesinde belirtmiştir. Sanığın sahip olduğu taşınmazın tescilli olduğunu bilmemesi de mümkündür. Sanığın soruşturma ve kovuşturma aşamalarında söz konusu yerin sit alanı ilan edildiğini bilmediğini savunması, sanığın söz konusu yerin sit alanı olduğunu bildiğinin ispat edilememesi ve ceza yargılamasında oluşan şüpheden her zaman sanık yararlanır kuralı gereğince, sanığın lehine olan bilmemesi durumu (söz konusu yerin sit alanı olduğunu bilmediği) kabul edilmiştir. Dolayısıyla suçun manevi unsuru gerçekleşmemiştir." gerekçesiyle direnerek, önceki hükümde olduğu gibi beraat kararı vermiştir.
Bu hükmün de katılan Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü vekili ve Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 04.02.2016 gün ve 28714 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkemenin eksik araştırma ile hüküm kurup kurmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, aleyhe olan bozma kararına karşı sanığın beyanı alınmadan direnme hükmü verilip verilemeyeceğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel mahkemece, sanık ..."nın aleyhine olan bozma kararından sonra yapılan yargılamada, sanık adına çıkarılan duruşma gününü bildirir davetiyenin bila ikmal iade edildiği, mahkemece sanığın hazır bulundurulması sağlanarak aleyhine olan bozma kararına karşı diyecekleri sorulmadan, yokluğunda önceki hükümde direnilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK"nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/2. maddesine göre, hükmün aleyhe bozulması halinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup müdafiin dinlenilmesi ile de yetinilemez. Aynı kurala 5271 sayılı CMK"nun 307/2. maddesinde de yer verilmiş olup anılan bu kanun hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki delillerini sunma imkânı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.
Bu zorunluluk beraat hükmünde direnilmesi halinde de geçerlidir. Zira Ceza Genel Kurulunca yapılacak inceleme sonucunda Özel Dairenin aleyhe bozması isabetli bulunup yerel mahkeme hükmünün bozulması mümkündür. 1412 sayılı CMUK"nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/3. maddesine göre ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir. Bu durumda sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyeceği sorulmadan beraat hükmünde direnilebileceğinin kabulü savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecektir. Savunma hakkı sanığın en önemli hakkı olup bu hakkın sınırlanması 1412 sayılı CMUK"nun 308/8. maddesi uyarınca mutlak bozma nedenidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun duraksamasız uygulamaları da ısrar edilen önceki hüküm beraat dahi olsa sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilemeyeceği yönündedir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, aleyhe olan bozmaya karşı sanığın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi ...;
"A) Genel olarak
Temyiz üzerine verilen bozma kararı sonrasında mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen kurallar yönünden 5271 sayılı CMK"nun 307. maddesi henüz yürürlükte bulunmayıp halen 5320 sayılı Kanunun 8. maddesine göre 1412 sayılı CMUK"nun 326. maddesi yürürlükte bulunmaktadır. 1412 sayılı CMUK"nun 326. maddesinin 2. fıkrasında sanık ya da müdahil ve vekillerine davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları tespit edilmemiş olsa dahi yargılamaya devam edilerek davanın gıyapta bitirilebileceği, ancak "sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhalde dinlenilmesi gerektiği" belirtilmiştir. Yani kural, davetiyeye rağmen duruşmaya katılma olmasa da yargılamaya devamla karar verilebileceği, istisnası ise, verilecek ceza bozma konusu olan cezadan daha ağır ise sanığın dinlenilmesi gerektiğidir.
İstisna olarak düzenlenen ve uygulamada aleyhe bozma olarak tanımlanan durum, kanunun lafzi yorumuna göre sadece "bozma konusu olan cezadan" daha ağır bir ceza verilecek olmasıdır. Yani sanık hakkında verilen ve ceza içeren bir kararın bozulması halinde bozma üzerine mahkeme bozmaya uyduğu takdirde vereceği ceza daha ağır olacağı için bu kural uygulanacaktır. Bu durumda kural, beraat kararının aleyhe bozulmasını da kapsamaktadır. Ancak yine kanunda belirtildiği gibi verilecek cezanın daha ağır olması yani beraat yerine cezaya hüküm olunması halinde bu kural uygulanacaktır. Bunun içinde mahkemenin aleyhe olan bozma kararına uyarak; Yargıtay bozma kararı doğrultusunda aleyhe bir karar verebileceğini belirtmesi gerekir. Aksine mahkeme bozma ilamını haklı bulmaz ve verdiği beraat kararının doğru olduğu kanaatiyle direnme kararı verirse mahkemeden sanığın mutlaka dinlenmesini beklemek, yasanın gerek lafzına gerekse düzenleme amacına aykırı düşecektir.
B) Yargıtay Genel Ceza Kurulu Kararları
Yargıtay Genel Ceza Kurulunun 1412 sayılı Kanunun yürürlük zamanında ve 01.06.2005 tarihinden sonra konuyla ilgili vermiş olduğu istikrar kazanmış kararlarda özetle; "Hükmün aleyhe bozulması halinde davaya bakacak mahkemece CMUK"nun 326. maddesi uyarınca sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunludur. Böylece sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhe sonuç doğuracak olan hususlarda beyanda bulunma; kendini savunma ve bu konudaki kanıtlarını sunma olanağı tanınmaktadır. Bu hüküm, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayanmakta olup uyulmasında zorunluluk bulunan buyurucu kurallardandır..." (03.10.2010 tarih 3/168-178, 11.06.1996 tarih 1/122-129, 26.12.1994 tarih 2/345-363, 17.04.1989 tarih 5/94-148 sayılı...)
Ceza Genel Kurulunun belirtilen kararlarında bu kuralın savunma hakkının sınırlanmamasının sonucu olduğu, sonuç olarak sanığın lehine olan bir düzenleme olduğu belirtilmektedir. Genel kurulun istikrar kazanmış kararlarına göre aleyhe bozma üzerine, direnme (+ beraat) kararı verilmesi için mutlaka sanığın bozma kararına karşı beyanlarının alınması gerekecektir.
C) Yasal Düzenlemeler ve Sanığın Lehine olan Kararın Tespiti
Yargıtay Genel Ceza Kurulunun kararları karşısında beraat kararının mı yoksa zamanaşımı nedeniyle düşme kararının mı veya gecikmiş olarak verilen beraat kararının mı sanığın lehine olduğunun belirlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Kanaatimizce hiç kuşkusuz en süratli şekilde verilen beraat kararı sanığın en lehine olan durumdur.
Anayasanın 141/4. maddesinde davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğu belirtilmiştir.
5271 sayılı CMK"nın 290. maddesine göre "Sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık, sanığın aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet savcısına bir hak vermez" Benzer hüküm 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan CMUK"nun 309. maddesinde de mevcuttur.
5271 sayılı CMK"nun 307. maddesinde ve yine 5320 sayılı Kanunun 8. maddesine göre yürürlükte bulunan CMUK"nun 326. maddesinde "Sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhalde dinlenilmesi gerektiği" hükme bağlanmıştır.
5271 sayılı CMK"nun 193/2. maddesine göre "Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir"
Kanun koyucu Anayasanın 141/4. maddesi doğrultusunda; savunma hakkının kısıtlanmaması için yargılanma aşamasında uyulması gereken konulara ilişkin CMK"nun çeşitli maddelerinde düzenlemeler getirilmiş ve son olarak hükümden önce son sözün hazır olan sanığa verileceği (CMK"nun 216/3) belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi yargılamanın en çabuk şekilde bitirilmesi amaçlandığı gibi bu amaca ulaşırken sanığın savunma hakkının kısıtlanmaması esas alınmıştır. Yargılama sonucunda ulaşılan sonucun sanığın lehine olması durumda sanığın savunma hakkını güvence altına alan usul kurallarına uyulmaması önemsenmemiş, amaca aykırı bir şekilcilik öngörülmemiştir.
Kanunun bu düzenleme biçimi ve amacı ve ceza yargılamasının temel hedefi gözetildiğinde, süratle sonuçlanan bir davada sanığın lehine konulan bir yasa hükmünün ihlal edilmemesi mi yoksa sanığın beraat etmesi yani aklanması mı sanığın lehine değerlendirilecektir. Somut olaya geldiğimizde sanığın lehine (suçu işlediği sabit olmadığından beraatine) karar verilmiş, karar temyiz incelemesi sonucunda sanığın suçu işlediği ve bu nedenle mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği düşüncesiyle bozulmuştur. Burada bozma kararının sanığın aleyhine olduğu kuşkusuzdur.
Ancak Yargıtay Ceza Dairesinin vermiş olduğu aleyhe bozma kararı kesin bir sonuç değildir, yerel mahkemenin bu karara direnme yetkisi bulunmaktadır. CMUK"nun 326. maddesinde bozma kararı üzerine mahkemenin öncelikle taraflara davetiye göndererek bozma kararına karşı beyanlarını sorması gerektiği, davete uymadıkları takdirde yokluklarında karar verilebileceği ancak bozma konusu cezadan daha ağır bir ceza verilecek olması halinde savunma hakkının korunmasını teminen sanığın bozma kararına karşı beyanlarının mutlaka sorulması gerektiği, mahkemenin bozma kararına ısrar hakkı bulunduğu, daire kararına uyma zorunluluğu bulunmayıp Ceza Daire Genel Kurul kararına uymak zorunluluğu düzenlenmiştir.
Uyma Kararı; Yargıtay dairesinin verdiği bozma kararı üzerine işi yeniden ele alan mahkemenin Yargıtayın görüşüne uygun bulurak ve bozma kararı doğrultusunda yargılama yapmayı kabul etmesidir. Alt mahkeme uyma üzerine yaptığı yargılamada "uymadan sonraki serbestlik" ilkesinden yararlanarak serbestçe karar verebilirse de bunun istisnası CMUK"nun 326. maddesinde düzenlenmiş olup; bozmanın belirli bir eksiklik nedeni ile yapılması halinde uyma kararı verildikten sonra mahkeme bozma kararındaki eksikliği gidermek zorundadır. İkinci istisna ise aleyhe temyiz bulunmaması halinde sonuç cezayı ağırlaştırmamaktır(aleyhe bozma ).
Sonuç olarak ve özetle yerel mahkeme bozma kararı üzerine yaptığı yargılamada sonuç kararını vermeden önce bozma kararına uyma ya da direnme yönünde bir karar verecek, verdiği bu karar doğrultusunda işlem yapacak ya da yeni bir karar verecektir.
Mahkeme bozma kararından önce mahkûmiyet kararı vermiş ve bozma kararı aleyhe olup bozmaya uyulması halinde mahkeme bu uyma kararının doğal sonucu olarak sanığa daha fazla ceza vermesi gerekiyorsa CMUK"nun 326/2. maddesi uyarınca sanığın dinlenmesi zorunludur. Mahkemenin direnme kararı vermesi halinde ise bu direnme kararının doğal sonucu olarak sanığın önceki cezadan yani bozma kararına konu olan cezadan daha fazla ceza verilmesi mümkün olamayacağından sanığın aleyhine sonuç doğması ve hukuki durumunda bir değişiklik olmaması nedeniyle dinlenmesi zorunlu değildir. Zira sanık dinlenmeden aleyhine bir karar verilmesi söz konusu olmamaktadır.
Mahkemece bozma kararından önce beraat kararı verilmesi ve bozma kararının aleyhe olması durumlarında, bozmaya uyulması halinde mahkemenin, bu uyma kararının doğal sonucu olarak sanığa bu kez ceza vermesi gerektiğinden, CMUK"nun 326/2 maddesi uyarınca sanığın dinlenmesi zorunludur. Direnme kararı verilmesi halinde ise bu direnme kararının doğal sonucu olarak önceki beraat kararından daha aleyhe bir karar verilmesi söz konusu olamayacağından sanığın aleyhine sonuç doğmaması ve hukuki durumunda bir değişiklik olmaması nedeniyle dinlenmesi zorunlu değildir. Dinlenmemesi verilecek kararın niteliğine göre aleyhe bir sonuç doğurmayacaktır.
D) Sonuç
Sonuç olarak yukarıda da belirtildiği üzere sanığın beraatine ilişkin kararın aleyhe bozulması halinde, mahkemece direnme kararı verilmesi durumunda bu direnme kararının doğal sonucu mahkemenin önceki kararını tekrarlamasıdır yani yine beraat kararı vermesidir. Mahkeme beraat kararı verirken CMK.nun 223. maddesinde belirtilen beraat sebeplerinden birisine ve herhalde önceki gerekçeye göre hüküm kuracaktır. Bu durumda mahkemenin herhangi bir eksik araştırma ve soruşturmaya veya yeni bir kanıt tartışmasına girmemesi nedeniyle sanığın yokluğunda beraat kararı verilmesi sanığın aleyhine bir sonuç doğurmayıp aksine bir an önce aklanması sonucunu doğurması ve adil yargılanma hakkından yararlanmasını temin etmesi nedeni ile lehine sonuç doğuracaktır. Bu gerekçelerle sanığın savunma hakkının kısıtlanamayacağı ilkesinden bahisle beraat kararının aleyhe bozulması üzerine direnme kararının doğal sonucu olarak verilen beraat kararından önce sanığın mutlaka bozma kararına karşı diyeceklerinin sorulması gerektiğine dair sayın çoğunluk görüşüne katılmak mümkün olmamıştır." görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Pazar (Rize) 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 14.10.2015 gün ve 505-527 sayılı direnme hükmünün, aleyhe olan bozmaya karşı sanığın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 18.10.2016 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için destek@ictihatlar.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.