Esas No: 2015/3946
Karar No: 2019/266
Karar Tarihi: 07.03.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/3946 Esas 2019/266 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Konya 4. İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 31.12.2014 tarihli, 2013/40 E., 2014/692 K. sayılı karar davalı ... vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 26.03.2015 tarihli, 2015/2406 E., 2015/5596 K. sayılı kararı ile;
“…Dava, hak sahibi konumunda yer alan davalıya fuzulen ödenen aylıklarının tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi (…) tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Hakkında verilen boşanma kararı 03.05.2011 tarihinde verilen davalıya, yaşamını yitiren sigortalı babasından bağlanan ölüm aylığının, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının belirlendiği gerekçesiyle davacı Kurumca 2012 yılında gerçekleştirilen işlemle 01.09.2011 tarihi itibarıyla kesilerek, 19.12.2011 – 17.08.2012 döneminde yersiz ödendiği ileri sürülen aylıklar yönünden 8.238,84 TL borç tahakkuk ettirildiği anlaşılmaktadır.
Davanın yasal dayanağı olan 5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 56. maddesinin 2. fıkrasında, eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıklarının kesileceği, bu kişilere ödenmiş olan tutarların, 96. madde hükümlerine göre geri alınacağı yönünde düzenleme yapılmıştır. Anılan maddeye dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir.
İnceleme konusu davada mahkemece gerekli araştırmanın yapıldığı anlaşılmakla;
Somut olayda Sosyal Güvenlik Kontrol Memurluğu"nca gerçekleştirilen soruşturma kapsamında elde edilen somut veri ve saptamalar, bu soruşturma kapsamında beyanına başvurulan İ. T."nin ve A.E.’nin davacı ve boşandığı eşinin beraber yaşadıklarına yönelik beyanı, davalı ile boşanmış olduğu eşinin adreslerinin aynı olması, İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının cevabı, davalının adına elektrik ve su aboneliğinin olmaması, boşanılan eşin işyeri adresinde elektrik ve su aboneliğinin olması, Adliye Nüfus Müdürlüğünün cevabı, yargılama sırasında dinlenen tanık A.E.’nin beyanı ve 17.06.2010 tarihli Sosyal Güvenlik Kontrol Memuru raporunun aksinin ispat edilemediği anlaşılmıştır.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece yanılgılı ve hatalı değerlendirme sonucu davanın reddine karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava alacak istemine ilişkindir.
Davacı vekili, yapılan denetimlerde müvekkili Kurum’dan ölüm aylığı almakta olan davalının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamaya devam ettiğinin tespit olunması üzerine ölüm aylığının 01.09.2011 tarihi itibari ile kesildiğini, bu çerçevede, 19.12.2011-17.08.2012 tarihleri arasında davalıya yersiz şekilde ödenen 8.238,84TL’nin ihtara rağmen iade edilmediğini ileri sürerek bu bedelin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili duruşmalardaki beyanlarında müvekkilinin boşandıktan sonra eski eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam ettiği iddiasının gerçeği yansıtmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece her ne kadar davalının ölen babasından ölüm aylığı almak için boşandığı iddia edilmiş ise de dinlenen tanık anlatımları ve toplanan delillerden davalının gerçekten eşiyle boşandığı ve fiilen birlikte yaşamadığı, boşandıktan sonra ölen babasına ait evde kalmaya devam ettiği, eski eşin zaman zaman çocukları görmek vb. sebeplerle davalının yanına gelmesinin aynı evde yaşadıkları anlamına gelmeyeceği, anlaşmalı boşanmış olmalarının da iddiayı ispata yeterli olmadığı, eski eşin 30.01.2013 tarihinde bir başkası ile evlenip çocuk sahibi olduğu, bu nedenle SGK tarafından davalıya yeniden aylık bağlandığını, bu nedenlerle boşanma sonrası fiili birlikteliğin söz konusu olmadığı ve ödenen aylıkların geri istenemeyeceğinin sabit olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyiz itirazları üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçe ile bozulmuştur.
Bozma kararına karşı yerel mahkeme, davalı ve eski eşin kayıtlı adresinin beyanla tesis edildiğini, söz konusu adresin aynı zamanda davalının ölen babasının da adresi olduğunu, davalının boşandığı eşinin adres kaydının bu şekilde gözükmesinin boşandıktan sonra birlikte yaşadıklarını ispata yetmeyeceğini, davalının babası adına olan abonelikleri kullanmaya devam etmesinin hayatın olağan akışına uygun düştüğünü, boşandıktan sonra ayrı bir abonelik tesisi gibi bir uygulamanın söz konusu olmadığını, Kurum denetmenlerince tutulan tutanakta bilgisine başvurulduğu belirtilen kişilerin yazılı ve imzalı beyanlarının yer almadığını, bu kişilerin mahkeme huzurunda verdikleri yeminli ifadelerinde fiili birlikteliğe dair hiçbir görgü bildiremediklerini, muhtarın denetmenlere verdiği yazılı ifadede açıkça evlilikleri döneminde de geçimsizliğin bulunduğuna dair duyumlarını bildirdiğini, nitekim eski eşin boşandıktan sonra bir başkası ile evlenip çocuk sahibi olduğu da gözetildiğinde davalı ve S.G. arasındaki boşanmanın gerçek bir boşanma olduğunu, ölüm aylığı almak içi hileli boşanarak fiilen birlikte yaşamadıklarını, bu durumun kolluk araştırması ile de tespit edildiğini belirterek direnme kararı vermiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık somut olayda davalının eski eşi ile fiilen birlikte yaşadıkları, haksız şekilde ölüm aylığı aldığı iddiasının sabit olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır.
Anılan maddede:
“Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır…” düzenlemesi yer almaktadır.
01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu"nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nda yer almıştır.
5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin ikinci fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle, daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, eylemli olarak birlikte yaşama, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak da benimsenmiştir.
Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda hak sahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
Gerçekten, ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunamayacaktır (Centel, T.; Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
Başka bir anlatımla, hak sahibinin boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nda öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, Anayasa’nın Devletin sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirmesine ilişkin 65. maddesi uyarınca sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, Devletin boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi imkân dâhilinde olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakması mümkündür.
Nitekim bahse konu yasal düzenlemenin Anayasaya aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular üzerine yapılan değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86-70 sayılı kararında anılan Mahkeme, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez… Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz… Ölüm aylığı… yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasanın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” gerekçesiyle, hükmün Anayasa’nın 2, 10, 60 ve 65. maddelerine aykırı olmadığını; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisinin bulunmadığını belirtilerek, oy çokluğuyla başvuruların reddine karar vermiştir.
Sonuç olarak, davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması ve düzenlemenin Anayasaya aykırı olmadığının tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle, yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organlarınca uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesine ilişkin Kurum işlemleri hukuka uygundur.
5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” şeklinde ifade edilen boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
Bilindiği üzere, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş olup, ispat yükünün kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi yararına hak çıkaran tarafa ait olduğu, yasal bir karineye dayanan tarafın, sadece karinenin tarafını oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altında bulunduğu ve kural olarak karşı tarafın yasal karinenin aksini ispat edebileceği kabul edilmektedir.
Boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiği ve ispat yükü hususunda 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerinin irdelenmesi gerekmektedir.
Anılan Kanun’un 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi belirtilmiş, 59/2. maddesinde “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. Öte yandan 5510 sayılı Kanunun 100’üncü maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü düzenlenmiştir.
Özellikle belirtilmelidir ki, bu hükümler uyarınca Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, yetkili kişilerce düzenlenen ve tarafların ihtirazi kayıt koymaksızın imzaladığı tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olup, aksi ise ancak yazılı delille kanıtlanabilir.
Kaldı ki Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları ve iş müfettişi raporlarının, rapora dayanak alınan tutanaklar ile birlikte değerlendirilmesi ve ancak belirtilen nitelikteki ekli tutanakların, anılan Kanun kapsamında aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğunun kabulü, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesinde de açıkça hüküm altına alınmıştır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 14.11.1979 tarihli, 1014 E., 1364 K. ile 04.02.2009 tarihli ve 2009/9-2 E., 2009/48 K. sayılı kararlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
Ne var ki, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından yapılan incelemelere dayalı tutanakların değerlendirildiği ve varılan sonucun yazıya geçirildiği raporların, sadece memur veya müfettiş tarafından düzenlenmiş olmaları, anılan raporların 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 59. ve 100. maddeleri kapsamında aksinin yazılı delille kanıtlanması gereken belgeler olarak kabulleri için yeterli sayılamaz. Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un 59/2. maddesinde belirtilen aksi sabit oluncaya kadar geçerli olan tutanakların, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından belgelere dayalı olarak düzenlenmiş olması veya belgeye dayalı olmamakla birlikte hazır bulunan işveren, işçi veya üçüncü kişi beyanları uyarınca düzenlenerek, doğruluğu ilgili kişilerin imzaları ile tasdik edilen ve imza inkârına konu olmayan tutanaklar olması gerekmektedir.
Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde,
Davalı Kurumun aylık kesme işlemine esas olunan 22.04.2012 tarihli yoklama memuru raporunda bilgi ve görgüsüne ulaşıldığı belirtilen kişilerin usule uygun şekilde verdikleri ve imza altına aldıkları ifadeleri bulunmadığı gibi, “(S.G.)’ın fiilen ... ile beraber yaşayıp yaşayamadığına yönelik net bir bilgiye ulaşılamamıştır” dedikten sonra bu kişilerin “gerek kimlik paylaşım sisteminde kayıtlı adreslerinin aynı olması ve gerekse civar soruşturmasında edinilen bilgiler doğrultusunda adı geçen kişinin boşandığı eşi S.G. ile fiilen birlikte yaşamaya devam ettiğine yönelik kanaat hâsıl olduğundan” şeklinde gerekçe içeren rapor kendi içerisinde de çelişkiler taşımaktadır. Bu nedenle yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde belgeye dayanmayan, üçüncü kişilerin imzalı beyanlarını içermeyen, çelişkili ve bu nedenlerle aksinin yazılı delil ile kanıtlanması gereken belge olarak kabul edilmesi mümkün olmayan 22.04.2012 tarihli rapora Özel Dairece aksi yönde vasıf atfedilmesi isabetli sayılamaz.
Buna ek olarak, mahkemece yapılan ve Özel Dairece de yeterli görüldüğü bozma kararı içeriğinden anlaşılan araştırmada, davalı ve eski eşinin adrese dayalı nüfus kayıt sistemlerinde yer alan “Konya Selçuklu Esenler Mahallesi İniş Sok. 21/1” adresinin davalının babası O.U.’nun 20.06.2007 tarihinden beri kayıtlı adresi olduğunun, davalının boşandığı eşi ile evliyken bu adreste beraber yaşadıklarının tespit edildiği de gözetildiğinde eski eşin adresinin güncellenmemesinden davalı aleyhine sonuç çıkarılamayacağı açıktır. Aynı şekilde SEÇSİS sisteminde de bu adresin gözüküyor olması, bilhassa davalının eski eşinin boşanmadan sonra söz konusu sandıkta oy kullandığının da ispatlanamadığı gözetildiğinde, birlikte yaşamayı ispata elverişli bir delil olarak kabul edilemez. Yine, söz konusu adreste davalının babası adına abonelik kaydının bulunmasında olayın oluş şekline göre hayatın olağan akışına aykırılık bulunmadığı gibi, davalının kendi adına aboneliğin bulunmaması veya eski eşin yalnızca iş yeri adreslerinde aboneliğinin bulunması da tek başına sonuca etkili olmayacaktır. Kurum soruşturmasında ifadesine başvurulduğu belirtilen İ.T. ve A.E.’nin birlikte yaşama yönündeki ifadeleri bu kişilerin imzasını taşımadığı gibi, bu kişiler tanık sıfatıyla mahkeme önünde ifadesine başvurulduğunda açıkça bir arada yaşamaya dair bilgilerinin olmadığını beyan etmişlerdir. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; mahalle bakkalı olan A.E.’nin memurlarla görüşüldükten sonra dükkâna gelen Ayşe’nin çocuğuna baban eve geliyor mu diye sorduğu ve çocuğun evet diyerek cevap verdiği yönündeki ifadesine de hukuken değer atfedilemeyeceği izahtan varestedir. Tüm bunların aksine, dosya kapsamında yapılan kolluk soruşturmasında davalı ve eski eşinin bir arada yaşamadıkları tespit olunduğu gibi, mahkeme önünde verilen yeminli tanık ifadelerinde de Kurum’un iddiasının aksi beyan edilmiş olduğu, eski eş S.G.’nin daha sonra bir başkası ile evlendiği ve çocuk sahibi olduğu da gözetildiğinde yerel mahkemenin yazılı şekilde fiili yaşama olgusunun ispat edilemediği gerekçesi ile Kurum’un alacak iddiasını yerinde görmeyerek davanın reddine karar vermesi usul ve yasaya uygundur.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında kesintiye konu dönemin sekiz ay gibi kısa bir zaman dilimine ilişkin olduğu, mahkemece yapılan araştırmanın ve özellikle kolluk kuvvetlerince yapılan tahkikatın bu durumu da gözeterek araştırma yapıldığını göstermeye yeterli olmadığı, direnme hükmünün bu nedenle eksik araştırmaya yönelik olarak değişik gerekçeyle bozulması gerektiği yönünde ileri sürülen görüş, açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Tüm bu nedenlerle, yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının ONANMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 07.03.2019 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.