
Esas No: 2014/16456
Karar No: 2017/3954
Karar Tarihi: 10.07.2017
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2014/16456 Esas 2017/3954 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen tapu kaydında düzeltim davası sonunda, yerel mahkemece asıl davanın reddine, birleştirilen davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar taraf vekillerince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ... "nin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Asıl dava tapu kaydında düzeltim, birleştirilen dava yargılamanın yenilenmesi isteğine ilişkindir.
Asıl davada davacı, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak tapu iptali ve tescil isteği ile ... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/265 Esas sayılı dosyası ile açtığı dava sonunda temliklerin muvazaalı olduğunun belirlenip davanın kısmen kabulüne karar verilerek kararın 20.06.2012 tarihinde kesinleştiğini, tapu müdürlüğüne müracaat ettiğinde bir kısım taşınmazların ... tarafından ...’a satışına ilişkin gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapıldığını ve bu sözleşmeye dayalı olarak ... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/311 Esas sayılı dosyası ile dava açıldığını ve davanın kabulüne karar verilip kararın 10.07.2012 tarihinde kesinleştiğini, davalı kurumun hatalı değerlendirmesi sonucu 2007/265 Esas sayılı dava dosyasında verilen kararı infaz etmeyerek, 2011/311 Esas sayılı dosyada verilen karar gereği taşınmazları ... adına tapuya tescil edildiğini ileri sürerek, dava konusu 105 ada 37, 97 ada 15 ve 32 ada 44 parsel sayılı taşınmazlarda ... adına yolsuz ve hatalı yapılan tescilin düzeltilmesini ve iptalini istemiş, birleştirilen davada, aynı nedenlerle davalıların aralarında hile ile gayrimenkul satış vaadi yaptığını ve mahkemenin tescil kararı vermesini sağladıklarını belirtip ... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/311 Esas, 2012/268 karar sayılı hükmün iptaline karar verilmesini istemiştir.
Asıl davada davalı idare, davanın kayıt maliklerine karşı açılmasını gerektiğini belirterek husumet yönünden davanın reddini savunmuş, birleştirilen davada davalı ..., iddiaların doğru olmadığını, süre yönünden davanın reddi gerektiğini belirtmiş, diğer davalı ... davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, tapu iptali ve tescil sonucuna yönelik asıl dava bakımından davalı idarenin taraf sıfatının bulunmadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine, birleştirilen davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, asıl davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlikyoktur. Davacı vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazı yerinde değildir. Reddiyle hükmün asıl dava bakımından ONANMASINA,
Tarafların birleştirilen dava bakımından temyiz itirazlarına gelince; çekişme konusu 105 ada 37, 97 ada 15 ve 32 ada 44 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin davacının muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak ... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/265 Esas sayılı dosyası ile açtığı davanın kabulle sonuçlanıp kararın deracattan geçerek 12.12.2011 tarihinde kesinleştiği ancak hüküm henüz tapuda infaz edilmeden, çekişmeli taşınmazların davalı ... adına kayıtlı iken 20.07.2009 tarihli noter satış vaadi sözleşmesi ile diğer davalı ...’a satıldığı ve ...’ın açtığı 2011/311 Esas sayılı cebri tescil davası sonunda da ... adına tescillerine karar verildiği, hükmün temyiz edilmeksizin 10.07.2012 tarihinde kesinleştiği görülmektedir.
Davacı, birleştirilen davada davalıların kendisini zararlandırmak amacıyla el ve işbirliği içinde danışıklı işlem yaptıklarını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Somut olayda, birleştirilen dava yönünden mahkemece hükme yeterli bir soruşturma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Bilindiği üzere, hukukumuzda diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlama düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988. ve 989. maddelerinin ve tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Öte yandan, bir Devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise, bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.nun 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasında "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki, tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden, iktisapta bulunan kişinin iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten, bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse, diğer yanda ise kendisi için maddi hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta şeklen iyi niyetli gözükeni değil gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı"" ilkeleri 08.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.
Hal böyle olunca, davalı ...’ın Türk Medeni Kanununun 3.maddesi anlamında iyiniyetli olup olmadığının, davalı ... ile davacı arasındaki tescil davasından haberdar bulunup bulunmadığının, bir başka deyişle davalı ... ile çıkar ve işbirliği içerisinde hareket edip etmediğinin açıklığa kavuşturulması; taşınmazları tapu kaydına güvenerek iyiniyetle aldığının, davalı ... ile çıkar işbirliği içinde bulunmadığının anlaşılması halinde ediniminin korunması, aksi halde Türk Medeni Kanununun 2.maddesinde yazılı dürüstlük kuralına uyulmadığı gözetilerek davacının hükmen kazanılan mülkiyet hakkına üstünlük tanınması gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
Tarafların temyiz itirazları değinilen yön itibariyle yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.07.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.