14. Hukuk Dairesi 2015/16432 E. , 2016/3261 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 12.09.2014 gününde verilen dilekçe ile inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, tazminat istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın reddine dair verilen 02.07.2015 günlü hükmün Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle tayin olunan 15.03.2016 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı asil ... geldi. Karşı taraftan gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
_ K A R A R _
Yapılan yargılamaya, toplanan delillere ve dosya içeriğine göre mahkeme kararı ve dayandığı gerekçeler usul ve yasaya uygun bulunduğundan yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 15.03.2016 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
K A R Ş I O Y
Dava, davalı adına kayıtlı bulunan...İli,.... İlçesi,... Köyü... ada... parseldeki.. no"lu bağımsız bölüm,....İlçesi,... Köyü...parseldeki ... no"lu bağımsız bölüm ile Büyükçekmece İlçesi,.... parseldeki 8 no"lu bağımsız bölümün satış bedelinin davacı tarafından karşılandığı, kardeş olan davacı ve davalı arasında inanç sözleşmesi bulunduğu iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil davasıdır.
Mahkemece, davanın inanç sözleşmesine dayalı tapu iptal ve tescil olduğuna, yerleşik Yargıtay İçtihatları gereğince inanç sözleşmesinin tarafları kardeş olsalar dahi yazılı delille ispatlanabileceğine, davacının iddialarını yazılı bir belgeyle ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine; davalı ile ... şirketi arasında yapıldığı belirtilen taşınmaz satış sözleşmesi gereğince davacının ödediği iddia olunan 21.400,00 TL"nin şirket tarafından davacıya iadesine yönelik taleple ilgili olarak, davada taraf olmayan kişi yönünden hüküm kurulması mümkün olmadığından bu talebin de reddine karar verilmiştir.
Davacı, 07.09.2015 havale tarihli temyiz dilekçesinde özetle, eksik inceleme nedeniyle karar verildiğinden hükmün bozulmasını talep etmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, inanç sözleşmesine dayalı bir davayla ilgili vermiş olduğu 29.01.2014 tarihli ve 2013/11-376 Esas, 2014/49 Karar sayılı hükmünün gerekçe bölümünde;
"Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, inanç sözleşmeleri kaynağını mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi ile 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararından almakta, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, ‘kötü niyetli ve haksız gizlemeler’ dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumda, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun ‘müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur’ hükmünün bu düşünceyi doğruladığına değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İnançları Birleştirme Kararlarının konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Belirtilen İnançları Birleştirme kararının sonuç bölümü uyarınca; inanç sözleşmesi olarak anılan belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi yeterli görülmüş olup, inanç sözleşmesine dayalı iddiaların şekle bağlı olmayan, tarafların imzasını taşıyan yazılı belge ile kanıtlanabileceği, inançlı işleme konu belgenin, akit tarihinden önce ya da sonra düzenlenmesinin sonuca etkili olmadığına hükmedilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 23.05.1990 gün ve 1990/1-2002 E. 1990/315 K.; 17.10.1990 gün ve 1990/14-325 E. 1990/492 K.; 29.06.2005 gün ve 2005/14-395 E. 2005/421 K.; 28.12.2005 gün ve 2005/14-677 E. 2005/774 K.; 01.07.2009 gün ve 2009/13-222 E., 2009/299 K. sayılı kararlarında da bu ilkeler benimsenmiş olup, bu kararlar, iyiniyet ve hakkaniyete ilişkin kuralların da hukukumuzun temeli olmasının bir sonucudur.
İnanç sözleşmelerinin hukuki dayanağını anlattıktan sonra uyuşmazlığın çözümünde faydalı olacağı düşünüldüğünden ispat hukuku açısından da konuya bakılması gerekmektedir.
İnançlı işlemi doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmadığından, ispatı hakkında da kanunlarımızda bir hüküm yer almış değildir. İnançlı işlemin ana unsurları, inanç sözleşmesi ve kazandırıcı işlem (hakkın devri işlemi) nasıl özel bir şekle bağlı değilse, inançlı işlemin ispatında da, kural olarak özel bir biçim koşulunun aranmaması, inançlı işlemin ispatında genel hükümlerin uygulanması gerekir.
Buna göre, inançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen taraf 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)"nun 6. maddesi uyarınca iddiasını ispat etmek zorundadır.
İnanç sözleşmeleri kaynağını Borçlar Kanunun 18. maddesi ile 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararından almakta olup, sözü edilen bu karar uyarınca inanç ilişkisi kural olarak ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Esasen, yazılı şeklin, kanıtlama aracı olduğu ilkesinden hareketle uygulamada, yine ispat vasıtası olarak yemin (mülga 1086 sayılı HUMK m. 337), ikrar ve kabul tarafı bağlayıcı kabul edilmiş, davanın (iddianın) kanıtlanabileceği sonucuna varılmıştır.
Ancak, uygulama bununla da yetinmemiş, yazılı delil başlangıcı sayılabilecek belge ve vakıaların tamamlayıcı kanıtlarla (mülga 1086 sayılı HUMK.m.292), inanç sözleşmesinin varlığını kanıtlayabileceğini kabul etmiştir (Hukuk Genel Kurulu’nun 01.07.2009 gün ve 2009/13-222 E. 2009/299 K.; 14.07.2010 gün ve 2010/14-394 E. 2010/395 K. ile 15.04.2011 gün ve 2011/13-14 E. 2011/189 K. sayılı kararları).
Buna göre, inanç ilişkisinin varlığını kabul edebilmek için açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek, karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belgenin varlığı halinde; yazılı delil başlangıcı niteliğinde belge varsa, mülga 1086 sayılı HUMK"nın 292. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi ‘tanık’ dahil her türlü delille ispat edilebilir.",
Açıklamalarına yer verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu bu kararında, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca inanç ilişkisinin kural olarak, ancak yazılı delille ispatlanabileceğini; bununla birlikte, ispat vasıtası olarak yemin, ikrar ve kabulün de tarafları bağlayacağını kabul etmiştir.
Bilindiği gibi, 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun;
1- "İspat hakkı" kenar başlıklı 189. maddesinin üçüncü fıkrasında, "(3) Kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususlar, başka delillerle ispat olunamaz.",
2- "Kanunda düzenlenmemiş deliller" kenar başlıklı 192. maddesinde, "(1) Kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğunu öngörmediği hâllerde, Kanunda düzenlenmemiş olan diğer delillere de başvurulabilir.",
3- "Senetle ispat zorunluluğu" kenar başlıklı 200. maddesinde, "(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.
(2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.",
4- "Senede karşı tanıkla ispat yasağı" kenar başlıklı 201. maddesinde, "(1) Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.",
5- "Delil başlangıcı" kenar başlıklı 202. maddesinde, "(1) Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir.
(2) Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.",
6- "Senetle ispat zorunluluğunun istisnaları" kenar başlıklı 203. maddesinin birinci fıkrasının "a" bendinde, "(1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:
a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.",
Hükümlerine yer verilmiştir.
İnanç sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde dayanak yapılan 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında mevcudiyeti aranan yazılı delil, inançlı işlemin ispatına yönelik olup, inançlı işlemin geçerliliğine ilişkin değildir.
İçtihadı Birleştirme Kararları, uygulamaları bir esasta toplamak, yanlış uygulamalara meydan vermemek ve Türk Medeni Kanununun 1/1. maddesi uyarınca kanundaki bir boşluğu doldurmak için benimsenmiştir. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesinin 12/06/1969 gün ve 38/34 sayılı kararında da belirtildiği gibi; “İçtihadı birleştirme kararı, o zamana değin hukuk alanında hukuk kuralı olarak bulunmayan yeni bir kural koymayı erek edinmiş olan bir hukuk işlemi değildir. Gerçekten, istem konusu yasa hükmü incelendiğinde görülür ki bir olayda uygulanacak olan hukuk kuralının hangisi olduğu yönünde verilen kararlar arasında çelişmeye düşülmesi veya bir olayda uygulanacak olan bir hukuk kuralının başka başka dâvalarda değişik biçimde
yorumlanarak uygulanması söz konusu olur ise, ortaya atılan hukuk görüşlerinden hangisinin hukuka uygun bulunduğunu belirtmek üzere içtihadı birleştirme kararı verilmesi yoluna gidilir. Demek ki içtihadı birleştirme kararı, belli bir olay için yeni bir hukuk kuralı koymak ereği ile değil, ancak ve ancak belli bir olaya uygulanacak yasanın veya nesnel nitelikte, olan tüzük ve yönetmelik kuralları gibi öbür hukuk kurallarından hangisinin, hangi anlamda uygulanacağım saptamak için verilir.”
Kanunlarımızda, inançlı işlemi ve inanç sözleşmesini doğrudan düzenleyen bir hükme yer verilmediği gibi ispatına ilişkin özel bir hükme de yer verilmemiştir. 6100 sayılı Kanunun 189. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususlar, başka delillerle ispat olunamaz. Bu hüküm uyarınca, bir hususun belirli bir delille ispatını ancak kanun hükmü emredebilir. İçtihadı birleştirme kararı kanuna aykırı olamayacağına göre, içtihadı birleştirme kararıyla bir hususun belirli delillerle ispatının şart koşulduğu kabul edilemez.
Öte yandan, uyuşmazlığın çözümünde dayanak yapılan İçtihadı Birleştirme Kararı, konusuyla sınırlı, gerekçesiyle açıklayıcı ve sonuçlarıyla görülmekte olan benzer davalar için bağlayıcıdır. 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı muhtevasına göre inançlı işlemin, 6100 sayılı Kanunun 203. maddesinin birinci fıkrasının "a" bendinde sayılan altsoy, üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasında gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Benzer davalar için bağlayıcı olan bu içtihadı birleştirme kararı, tarafları kardeş olan bu dava için bağlayıcı olamayacaktır.
Bu kapsamda uyuşmazlığın (inanç ilişkisinin) ispatında uygulanacak hukuk kuralında yasal anlamda bir boşluğun bulunduğundan bahsedilemeyeceği gibi HMK’nın 203. maddesinin açık ve anlaşılabilir düzenlemesi karşısında anılan İBK’nın mahkemenin anladığı anlamda uygulanmasını gerektirir hiçbir hukuki gerekçe bulunmamaktadır.
Yerel mahkeme kararıyla, davanın taraflarının kardeş oldukları nazara alınmadan İçtihadı Birleştirme Kararına yanlış anlam verildiği, inançlı işlemin ispatında aranan yazılı delilin geçerlilik koşulu gibi değerlendirildiği, ispat hukukuna ilişkin hükümlerin ise nazara alınmadığı ve yazılı belge bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddedildiği anlaşılmıştır.
Davaya konu inançlı işlemin, kardeşler arasında yapıldığı iddia olunduğuna göre, davanın ispat hukukuna ilişkin genel hükümler çerçevesinde ve özellikle 6100 sayılı Kanunun senetle ispatın istisnasını düzenleyen 203. maddesi nazara alınarak çözülmesi gerekir.
Açıklanan gerekçelerle, 96, 3048 ve 3654 parsel sayılı taşınmazlardaki dava konusu bağımsız bölümler yönünden yerel mahkemenin hukuka aykırı kararı bozulması gerekirken, onanmasına yönelik Sayın çoğunluğa katılamıyoruz.