Ceza Genel Kurulu 2015/509 E. , 2016/316 K.
"İçtihat Metni"Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Günü : 06.11.2014
Sayısı : 297-386
Temyiz Edenler : Sanık müdafii ve Cumhuriyet savcısı
Kasten öldürme suçundan sanık ..."un, TCK"nun 81/1, 29, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesince verilen 28.02.2013 gün ve 181-58 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 27.06.2014 gün ve 1583-3656 sayı ile;
"...Oluşa ve dosya kapsamına göre; maktul ..."ün, sanık ..."in eşi ...."nin kızı .... ile evli olduğu, maktulün, eşi, eşinin annesi ve sanık ile arasında sorunlar olduğu, olay öncesinde maktulün, eşini, eşinin annesini ve sanığı farklı zamanlarda darp ettiği, sanığın evinin camını kırdığı, maktulün, eşine yönelik davranışları nedeniyle 4320 ve 6284 sayılı Kanunlar gereğince tedbir kararları verildiği, maktulün eşinin sanığın evinde kalmaya başladığı, maktulün olay günü gece saat 00.10 sıralarında sanığın evine, camı kırık pencereden girerek, sanığa "seni öldüreceğim, seni yaşatmayacağım" diyerek saldırıp elindeki bıçak ile iki kez vurarak sanığı sol kolundan yaralaması üzerine, sanığın odada bulunan av tüfeğini alıp saldırısına devam eden maktule bir kez ateş ederek vurup öldürdüğü olayda; sanığın, kendisine yönelmiş gerçekleşen ve devam eden haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile eylemini meşru savunma koşulları altında gerçekleştirdiği anlaşıldığı halde, TCK"nun 25/1 ve CMK"nun 223/2-d maddeleri gereğince sanığın beraatine karar verilmesi yerine, delillerin takdirinde hata ile yazılı şekilde tahrik altında kasten öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi..." isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi ise 06.11.2014 gün ve 297-386 sayı ile;
"...Sanığın üvey oğlu Mahmut"un polis karakolundaki beyanları ile bundan sonraki beyanları arasında esaslı çelişki bulunduğu, maktulün elinde bulunduğu iddia edilen bıçağın sanığın evinde kullanılmakta olan bir bıçak olduğu, sanığın eşinin; bu bıçağı babasının evinden eşiyle birlikte kalmakta olduğu eve götürdüğü, eşinin bu bıçağı kendi evlerinden alarak olay yerine geldiğini beyan ettiği, bu hususun şüpheye yer vermeyecek şekilde net olmadığı, maktulün sanığa bıçakla saldırıp saldırmadığı hususunda tam bir kanaata sahip olunamadığı ancak uzun bir süreden bu yana, sanığın maktule yönelik süreklilik arz eden eylemler içerisinde bulunduğu, olay öncesi evlerinin camını kırdığı, sanığı defalarca dövdüğü, sanığın üvey kızı olan ve kendi eşi olan ...."u sürekli dövdüğü, o gün tekrar ...."u almak için sanığın evine geldiği, muhtemelen sanık ile maktul arasında tartışmalar yaşandığı, bu tartışmalar nedeniyle maktulün sanığa saldırmış olması ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğu, sanığın oğlu ..."un karakoldaki beyanı ile diğer beyanlarının çelişmesi, saldırıyı def etme imkanı varken yakın mesafeden ölüm sonucunu meydana getirecek bölgeyi hedef alarak atış yapması, hatta silahı maktule doğrultarak oğlu da maktulü geri çekmişse atış yapmadan onu ikaz ederek bertaraf etme imkanı varken, en fazla maktulün bacak bölgesine doğru atış yaparak koridora doğru koşma imkanı varken bunu yapmaması, kısaca eylemde orantısızlık bulunması, maktûlün, kendisinin vücut dokunulmazlığına yönelik saldırısı karşısında, sanığın savunma hakkının doğduğunun kabulü mümkün ise de; sanığın maktulün elinde bulunan bıçak ile kendisine saldırmasından sonra, sanığın oğlu Mahmut"un 27.03.2012 tarihli ifadesinde, "ben ...."ün arkasından hafifçe çektiğim sırada babam kanapenin kenarında dayalı olan av tüfeğini alıp ...."e doğrulttu ve hedef gözetmeksizin bir el ateş etti" şeklindeki beyanı karşısında savunma ile saldırı arasındaki dengenin savunma lehine bozulmuş olduğu, dolayısıyla ölçülülük ilkesinin ihlal edilmiş olması nedenine dayalı olarak yasal savunma koşullarının oluşmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde sanığın maktulü ardı arkası kesilmeyen maruz kaldığı haksız eylemler nedeniyle ağır tahrik altında kalarak öldürdüğü ancak TCK"nun 25 ve 27. maddelerinin uygulama şartlarının oluşmadığı, yukarıda izah olunduğu şekilde, sanığı ve ailesini olay öncesinde sürekli rahatsız eden maktulün sanığın evinin penceresinden girerek, sanığa karşı bıçakla saldırıda bulunmuş olması, olayın sanığın kendi ikameti içerisinde gerçekleşmiş olması gibi hususlar dikkate alınarak, sanığın eylemini haksız tahrik altında işlediği anlaşıldığından; tahrikin sanık üzerinde meydana getirdiği öfke ve elemin ağırlığı gibi hususlar, tahrikin niteliği ve derecesi göz önüne alınarak 5237 sayılı TCK"nun 29/1. maddesi gereğince verilen cezadan indirim yapılması gerektiği, bu nedenlerle mahkememizin 2012/181 Esas, 2013/58 Karar sayılı ilamının usul ve yasaya uygun olduğu" şeklindeki gerekçeyle direnerek önceki hükümde olduğu gibi sanığın cezalandırılmasına karar vermiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 28.05.2015 gün ve 169747 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunda duruşmalı inceleme yapılabileceğine dair kanuni düzenleme bulunmadığından, sanık müdafiinin duruşmalı inceleme isteminin, 1412 sayılı CMUK"nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 318. maddesi gereğince reddine karar verilmiştir.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eylemini meşru savunma şartları altında gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin tespitine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden direnme hükmü kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Özel Dairenin bozma kararından sonra, yerel mahkemece sanığın da hazır bulunduğu oturumda, sırasıyla hazır bulunan sanık, sanık müdafii ve katılanlar vekiline bozmaya karşı diyeceklerinin sorulduğu, Cumhuriyet savcısının bozma ilamına ilişkin görüşünün alındığı ve hazır bulunan sanığa son söz hakkı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme hükmü kurulduğu anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK"nun 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK"nun "Delillerin tartışılması" başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; "hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir" düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01.03.2016 gün ve 216-109; 03.03.2015 gün ve 170-20; 03.06.2014 gün ve 1207- 309; 29.01.2013 gün ve 1406-30; 28.04.2009 gün ve 77-111; 29.01.2008 gün ve 193-7; 04.12.2007 gün ve 246-261; 25.04.2006 gün ve 3-124; 06.07.2004 gün ve 138-159 sayılı kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup, bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken "son sözün sanığa verilmesi" kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da "kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği" ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken "son sözün sanığa verilmesi" kuralına uyulmaması hali, gerek "savunma hakkının sınırlandırılamayacağı" ilkesine, gerekse CMK"nun 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; "Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır." (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484); "Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır." (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146-149) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yerel mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama aşamasında sanık, müdafii ve katılan vekili dinlendikten ve Cumhuriyet savcısının bozma ilamına ilişkin görüşü alındıktan sonra, hazır bulunan sanığa son sözü sorulmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK"nun 216/3. maddesine açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle yerel mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinin 06.11.2014 gün ve 297-386 sayılı direnme hükmünün, hazır bulunan sanığa son sözün verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.09.2016 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.