Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2015/2855
Karar No: 2019/221
Karar Tarihi: 28.02.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/2855 Esas 2019/221 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2015/2855 E.  ,  2019/221 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “hizmet tespiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 09.07.2014 tarihli ve 2013/327 E.-2014/543 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 22.12.2014 tarihli ve 2014/22961 E.-2014/27652 K. sayılı kararı ile;
    "…Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
    Mahkemece, ilamda belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Hükmün, taraf vekilleri tarafından duruşma istemli temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi (…) tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu.
    Temyiz konusu hükme ilişkin dava, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. Maddesi delaletiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hâllerden hiçbirine uymadığından, temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteğin reddine karar verildikten sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
    Dava 5510 sayılı Kanunun geçici 7/1’inci maddesi uyarınca uygulama alanı bulan, mülga 506 sayılı Kanunun 79/10 hükmü uyarınca açılmış hizmet tespiti davasıdır. Bu tür sigortalı hizmetlerin tespitine ilişkin davalar, kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenle özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmesi zorunludur. Bu çerçevede hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyerek, gerekli araştırmaların re"sen yapılması ve kanıtların toplanması gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır.
    506 sayılı Kanunun 4. maddesinde “sigortalıları çalıştıran gerçek ve tüzel kişiler” işveren olarak tanımlanmıştır. ”Çalıştıran” olgusu, tespiti istenen sürelere ilişkin hizmet akdinin tarafı konumunda olan ve hizmet akdini düzenleyen “işvereni” ifade etmektedir. Sigortalının taraf olduğu hizmet akdinin hangi işverenler tarafından düzenlenmiş olduğu tespit edilip, hizmet tespitine yönelik davanın, anılan Yasanın 79/10. maddesine göre, sigortalıyı fiilen çalıştıran işverenlere yöneltmesi gerekir.
    Husumet konusu kamu düzeni ile ilgili olup, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 116. (mülga HUMK 187.) maddesinde yer alan ilk itirazdan olmadığından davanın her aşamasında ileri sürülebilir. Taraflarca ileri sürülmese dahi gerek mahkemece, gerekse Yargıtay’ca tarafların bu yönde bir savunmasının olup olmadığına bakılmaksızın kendiliğinden göz önünde tutulur.
    Eldeki dosyada, dava konusu hizmetin ifa edildiği belirtilen taşınmazın itilaf konusu dönemi kapsar şekilde ilk önce işveren olarak gösterilen davalı ....."a 4.5.1994 tarihinde satım ile intikal ettiği, daha sonra davalıdan satım yoluyla 7.8.1997 tarihinde ..."ta intikal ettiği, en son satım ile 28.4.2008 tarihinde davalı işveren olarak gösterilen ....."ta intikal ettiği anlaşılmaktadır.
    Mahkemece; talep edilen çalışma dönemindeki tapu kaydında malik görünen gerçek işverenler belirlenmeli, işverenlerin sorumluluğu ve süresi ayrıştırılmalı, HMK. 124. maddesi dikkate alınmak suretiyle davacıya, tapuda malik görünen kişilere karşı husumet yöneltmesi için mehil verilmeli, husumet yöneltildiğinde, gösterecekleri bütün deliller toplandıktan sonra, yapılacak değerlendirme sonucuna göre bir karar verilmelidir.
    Mahkemenin, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki esaslar doğrultusunda yargılama yaparak elde edilecek sonuca göre karar vermesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
    O hâlde, davacı ve davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve sair hususlar incelenmeksizin hüküm bozulmalıdır...."
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 438. maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalılardan ... vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
    Davacı vekili, müvekkilinin davalı ...’a ait Camiatik Mah. Küme Evleri No:9 Urla adresinde bulunan çiftlikte 1995 yılından beri çalıştığını, çiftlikte bulunan hayvanlara bakmak, bekçilik yapmak, aynı zamanda çiftlikteki diğer işleri yapmak üzere işe alındığını, aradan geçen süreye rağmen sigortasının yapılmadığını ileri sürerek, 1995 yılından beri sigortasız çalıştığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı ... (SGK/Kurum) vekili, davacı adına Kuruma yapılan bir çalışma bildirimine ve sigortalılık kaydına, davalı ... adına ise iş yeri kaydına rastlanılmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
    Davalı ... vekili, davacının, müvekkiline ait Urla ilçesindeki 33 dönüm arazi içindeki evde 15 seneye yakın süreden beri kiracı olan Ali Koç’un eşi olduğunu, davacının eşi olan Ali Koç’un davalının babası ve ağabeyi ile imzaladığı kira sözleşmelerine istinaden kiracı olduğunu, davacı ve ailesinin arazide bulunan evde oturduğunu, arazide sebze ekerek ve bu sebzeleri gerek toptan gerekse perakende satarak yıllarca kazanç elde ettiklerini, davacı ve ailesinin kira ödemesini kimi zaman elden, kimi zaman banka aracılığıyla yaptığını, kira bedelini ödemeyen davacının eşi Ali Koç hakkında tahliye davası açıldığını ve hâlen davanın derdest olduğunu, taraflar arasında kira ilişkisi olduğundan işçi-işveren ilişkisinin bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
    Mahkemece, tanık anlatımları, kira sözleşmeleri, ödeme kayıtları, taraflar arasında hukuki uyuşmazlıklara ilişkin davaların içerikleri, vergi dairesi, belediye ve tapu idaresi kayıtları ile dosya içeriğindeki diğer deliller birlikte değerlendirildiğinde; özellikle 2006 yılı ve öncesinde davacının eşi Ali Koç tarafından kira ilişkisi kapsamında yapılmış ödemelere dair kayıtlar ve Urla Sulh Hukuk Mahkemesinde görülen davada ...’un kira ilişkisi konusundaki iddiasından vazgeçtiğine ilişkin beyanı ve taşınmazın 14.08.2008 tarihinde ... adına tescil edildiği dikkate alınmak ve bu tarih başlangıç olarak belirlenip taşınmazın tahliyesi konusundaki icra takip tarihi ise çalışmanın bitimi olarak esas alınmak suretiyle 14.08.2008-27.09.2011 tarihleri arası dönemle sınırlı olacak biçimde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Hükmün taraf vekilleri tarafından temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
    Mahkemece, dava dilekçesinde dava konusu istemin net olarak ortaya konulduğu, dilekçede 1995 yılından itibaren ve bu süre zarfında hep davalı yanında çalıştığı ifadesiyle, çalışmanın ... yanında geçtiğinin açıkça dile getirildiği, taraflar arasında kira ve tahliye gibi uyuşmazlıklardan kaynaklı çok sayıda derdest dava kapsamından davacının, taşınmazın mülkiyetinin intikal evreleri ve malikleri hakkında bilgi sahibi olmasına karşın bu yönde bir işlem gereği duymadığı belirtildikten sonra, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 24 ve 25’inci maddelerine yer verilmiş olup, devamında eldeki davanın davalısının değişimini gerektiren bir durum mevcut olmadığı gibi, kabul edilebilir yanılgıya dayalı bir taraf eksikliğinden de söz etmeye olanak bulunmadığı, zira davacının, tüm dönem yönünden işveren olarak davalı ...’u belirttiği, davalının işverenlik sıfatının ise mülkiyete dayanmasının zorunlu bir durum olmadığı, kişinin kiraladığı fabrika, araç veya herhangi bir ortamda işveren konumunda işçi istihdamını engelleyen bir düzenleme bulunmadığı, her tür hizmet tespiti iddiasında, çalışmanın geçtiği yerin maliklerine taraf sıfatının yöneltilmesi gereği bulunmadığı gibi, eldeki davada da reddedilen dönem için salt mülkiyet olgusuna dayanılmayıp, toplanan kanıtlar ve taşınmazın kiralanması konusundaki belge ve dava konuları da irdelenmek suretiyle sonuca varıldığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
    Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
    Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; hizmet tespiti istemli eldeki davada, ihtilaf konusu dönemi kapsayan tapu kaydına göre davalı ...’tan önce malik olan kişiye karşı taraf sıfatının yöneltilmesi gerekip gerekmediği, davacının ihtilaf konusu dönemde hep davalının yanında çalıştığına ilişkin beyanı ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 24 ve 25’inci maddeleri dikkate alındığında önceki malik olan kişiye davada taraf sıfatının yöneltilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
    01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) Geçici 7/1’inci maddesinde, “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici 20"nci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler.” düzenlemesinin yer alması ve genel olarak kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı karşısında, davanın yasal dayanağının mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu (506 sayılı Kanun) ve anılan Kanun’un 79’uncu ve 5510 sayılı Kanun’un 86’ncı maddeleri olduğu kabul edilmelidir.
    5510 sayılı Kanun’un Geçici 7’nci maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanunun 2’nci ve 6’ncı maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanun"un 3’üncü maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun’un 6"ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir.
    Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle Kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin Kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup, ülkenin gerçeklerinden biridir. İşte bu noktada, işçinin bir takım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
    Somut olayda uygulanması gereken mülga 506 sayılı Kanun"un 79’uncu maddesinde, "Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri”; 01.10.2008 tarihinden sonraki dönemler yönünden ise 5510 sayılı Kanun’un 86’ıncı maddesinde, “Aylık prim ve hizmet belgesi veya muhtasar ve prim hizmet beyannamesi işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.” şekline düzenlenmiştir.
    Sigortalı tarafından açılan hizmet tespiti davasında her türlü delille kanıtlanabilen çalışma olgusunun usulünce belirlenmesinden sonra, bu çalışmanın sigortalı çalışma olup olmadığı; ardından çalışılan zaman üzerinde durulmalıdır.
    Sosyal güvenlik hukukunun hem kamu hukuku, hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında, özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup, kendiliğinden araştırma ilkesi söz konusudur.
    Hizmet tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadı gereği olduğundan, kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında, hâkimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı bu davalarda ispat yükü, bir tarafa yüklenemez.
    Öte yandan, hizmet tespiti davalarının amacı, hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunması olduğundan, tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı ile yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği araştırılmalıdır. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir.
    Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabileceğinden bu davalarda iş yerinde tutulması gerekli dosyalar ile Kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, mümkün oldukça tespiti istenen dönemde iş yerinin yönetici ve görevlileri, iş yerinde çalışan öteki kişiler ile o iş yerine komşu ve yakın iş yerlerinde, tarafları veya iş yerini bilen veya bilebilecek durumda olanlar zabıta marifetiyle araştırılarak saptanmalı, sigortalının hangi işte hangi süre ile çalıştığı, çalışmanın konusu, sürekli, kesintili, mevsimlik mi olduğu, başlangıç ve bitiş tarihleri ve alınan ücret konularında beyanları alınarak; tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işveren ve işçiyle, iş yeriyle ilişkileri, bazen uzun yılları kapsayan bilgilerin insan hafızasında yıllarca eksiksiz nasıl taşınabileceği düşünülmeli, beyanları diğer yan delillerle desteklenmelidir.
    Bu amaçla, tanıkların, hizmet tespiti istenen tarihte, iş yeri veya komşu iş yeri sigortalısı ya da işvereni olup olmadıkları araştırılmalı, davalı Kurumdan, bu kişilerin belirtilen tarihte sigortalılık bildirimlerinin hangi iş yerinden yapılmış olduğu da sorularak, elde edilen bilgilerin ifadelerde belirtilen olgularla örtüşüp örtüşmediği de irdelenmeli, iş yerinin kapsam, kapasite ve niteliği ile bu beyanlar kontrol edilmelidir.
    Diğer taraftan bu davalarda işverenin çalışma olgusunu kabulünün ya da reddinin tek başına hukuki bir sonuç doğurmayacağı da göz önünde tutulmalıdır.
    Nitekim açıklanan hususlar Hukuk Genel Kurulunun 15.09.1999 tarihli ve 1999/21-510 E.-1999/527 K.; 30.06.1999 tarihli ve 1999/21-549 E.-1999/555 K.; 03.11.2004 tarihli ve 2004/21-480 E.-2004/579 K.; 25.02.2009 tarihli ve 2009/10-41 E.-2009/93 K.; 24.06.2009 tarihli ve 2009/21-249 E.-2009/291 K; 27.01.2010 tarihli ve 2009/10-578 E.-2010/37 K.; 07.04.2012 tarihli ve 2012/21-137 E.-2012/433 K.; 12.06.2013 tarihli ve 2012/10-1635 E.-2013/823 K. ve 25.09.2013 gün ve 2013/21-182 E.-2013/2013/1401 K. sayılı kararlarında da benimsenmiş ve aynı ilkelere vurgu yapılmıştır.
    Yine belirtelim ki, 1982 Anayasasının 12"nci maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulamaz, devredilemez, vazgeçilemez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu, 60"ıncı maddede ise herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu hükmüne yer verilmiştir. Bu iki hüküm birlikte değerlendirilecek olursa, sosyal güvenlik hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı dokunulamaz ve feragat edilmez bir hak olduğu sonucuna ulaşılır.
    Yukarıdaki açıklamaların ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince; davacı vekili, müvekkilinin 1995 yılından itibaren davalı ...’a ait çiftlikte işçi olarak çalıştığını ancak bu çalışmasının Kuruma bildirilmediğini ileri sürerek, 1995 yılından beri sigortasız çalıştırıldığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
    Mahkemece taşınmazın davalı ... adına tescil edildiği 14.08.2008 tarihi başlangıç olarak belirlenip, taşınmazın tahliyesi konusundaki icra takip tarihi de çalışmanın bitimi olarak esas alınmak suretiyle davacının çalışmasının 14.08.2008-27.09.2011 tarihleri arası dönemle sınırlı olacak şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Hükmün taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece yukarıda belirtilen bozma kararı ile, talep edilen çalışma dönemindeki tapu kaydında malik görünen gerçek işverenler belirlenmeli, işverenlerin sorumluluğu ve süresi ayrıştırılmalı, HMK’nın 124’üncü maddesi dikkate alınmak suretiyle davacıya, tapuda malik görünen kişilere karşı taraf sıfatının yöneltilmesi için mehil verilmeli, taraf sıfatı yöneltildiğinde gösterecekleri bütün deliller toplandıktan sonra yapılacak değerlendirme ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğinden bahisle karar bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
    Sosyal güvenlik hakkının anayasa ile güvence altına alınan temel bir insan hakkı olması yanında sigortalı olma hak ve yükümünden kaçınılamayacağına ve vazgeçilemeyeceğine ilişkin Kanun hükümleri karşısında, üstelik Mahkemenin bu tür davaların kamu düzenine ilişkin olmasından ötürü resen araştırma ve delil toplama yükümlülüğü altında olduğu dikkate alındığında, gerçek işveren ya da işverenlerin tespit edilmesi gerekmektedir.
    Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, işverenlik sıfatının kazanılmasında mutlaka iş yerinin maliki olmak gerekmez. İş yeri kiralanmak ya da başkaca hukuki işlem ile işveren tarafından işçi istihdam edilmek suretiyle kullanılabilir. Somut olayda iş yeri bir çiftlik olup, taşınmazın tapu kayıtlarına göre 04.05.1994 tarihinde davalı ...’a satış ile intikal ettiği, 07.08.1997 tarihinde davalıdan satış yoluyla dava dışı ...’a intikal ettiği, en son yine satış sureti ile 28.04.2008 tarihinde davalı ... adına tapuya tescil edildiği anlaşılmıştır. Davacı ise 1995 yılından beri iş yerinde sigortasız çalıştırıldığını iddia etmektedir. İş yerinin niteliği dikkate alındığında salt tapuda malik gözükmek işverenlik sıfatının kazanılması için yeterli olmayacağından Özel Daire bozma kararında “tapu kaydında malik görünen” ibarelerinin gerçek işverenin tespiti olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
    Mahkemece yapılması gereken davacının 1995 yılından itibaren sigortasız çalıştırıldığını iddia ettiği somut olayda, gerçek işveren ya da işverenlerin tespiti ile bu işverenlerin sorumluluğu ve süresini ayrıştırmak olmalıdır.
    Ayrıca kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında, hâkimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Bu bağlamda mahkemece gerçek işveren ya da işverenlerin tespiti hâlinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 124’üncü maddesi uyarınca davacıya gerçek işveren ya da işverenlere karşı taraf sıfatını yöneltmesi için süre verilmeli, taraf sıfatı yöneltildiğinde gösterecekleri bütün deliller toplandıktan sonra yapılacak değerlendirme ile sonuca gidilmesi gerekmektedir.
    O hâlde Özel Daire bozma kararında belirtilen hususlar yanında yukarıda belirtilen hususlar da bozma kararına ilave edilmelidir.
    Hâl böyle olunca direnme kararı Özel Daire bozma kararı yanında, yukarıda belirtilen ilave nedenlerle bozulmalıdır.
    S O N U Ç: Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle ve yukarıda açıklanan ilave sebeplerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre taraf vekillerinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 28.02.2019 tarihinde oy birliği ile ve kesin olarak karar verildi.





    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi