Esas No: 2015/2369
Karar No: 2019/209
Karar Tarihi: 26.02.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/2369 Esas 2019/209 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali, istirdat, borçlu olmadığının tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Uşak İş Mahkemesince asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen 11.04.2012 tarihli ve 2010/571 E., 2012/390 K. sayılı karar davalı–karşı davacı ... vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 25.09.2013 tarihli ve 2012/10569 E., 2013/17052 K. sayılı kararı ile;
"...Dava, davacının boşandığı eski eşiyle birlikte yaşamaya devam etmesi nedeniyle babasından almakta olduğu yetim aylığının kesilmesine ilişkin Kurum işleminin iptali ile aylıkların kesilme tarihinden itibaren faizleri ile birlikte ödenmesine ve davacının davalı Kuruma borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Davalı Kurumun davacıya yersiz ödenen aylıklar nedeniyle 9.681,09 TL"nin ödeme tarihinden itibaren yürütülecek yasal faizi ile birlikte davacıdan tahsili istemi ile açtığı dava bu dava ile birleştirilmiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne, Kurum işleminin iptaline, birleşen davanın ise reddine karar verilmişti
Mahkeme kararı davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının babasının 21.04.2004 tarihinde öldüğü, davacının 03.05.2004 tarihinde Uşak Aile Mahkemesinde açtığı boşanma davası neticesi boşanmaya karar verildiği, davacıya babasından dolayı 15.06.2004 tarihinden itibaren yetim aylığı bağlandığı, 26.01.2010 tarihli kontrol memuru raporunda yer alan, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşayarak Kurumdan haksız menfaat temin ettiği yönündeki tespit üzerine yetim aylığı kesilerek, Kurumca 17/10/2008 sonrası ödemelerin borç kaydedildiği anlaşılmaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 59/2. maddesinde “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmü yer almaktadır.
Somut olayda, Kurum Kontrol Memuru tutanağında, yapılan çevre soruşturmasında davacı ile eşinin birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, davacı ile eski eşinin çocuklarının 2009 yılında ölümü nedeniyle görüştüklerini beyan ettikleri, nüfus müdürlüğünce davacı ile boşandığı eşinin 2007 yılı Şubat ayından beri aynı adreste oturduklarının bildirildiği, zabıta tutanağında da davacı ile eşinin 3 yıldır birlikte yaşadıklarının tespit edildiği görülmüştür.
Tüm dosya kapsamından davacı ve boşandığı eşinin fiilen birlikte yaşamaya devam ettikleri sabittir. 5510 sayılı yasının 59/2. maddesi gereğince Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli olup Kontrol Memuru Raporunun aksi ispat edilememiştir. Aylığın kesilme tarihi itibariyle davacını boşandığı eski eşiyle birlikte sakin olduğu anlaşıldığından asıl davanın reddi ve birleşen davanın da bu sonuca göre değerlendirilmesi gerekirken mahkemece asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmesi; usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…"
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; dosya kendisine gönderilen Uşak 1. İş Mahkemesince önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl dava ölüm aylığının kesilmesine ilişkin Kurum işleminin iptali ve borçlu olmadığının tespiti, karşı dava Kurum tarafından yapılan yersiz ödemenin tahsili istemine ilişkindir.
Asıl davada davacı vekili; müvekkiline bağlanan ölüm aylığının müvekkilinin boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı iddiası ile kesilmesine ve 01.10.2008 tarihinden itibaren müvekkiline ödenen toplam 9.810,00TL’nin iadesine dair Kurum kararının hatalı olduğunu, müvekkilinin boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamasının söz konusu olmadığını ileri sürerek söz konusu Kurum kararının iptaline, müvekkilinin davalı Kuruma borçlu olmadığının tespitine, kesilen ölüm aylıklarının kesilme tarihinden itibaren devamına ve ödenmeyen aylıkların yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Asıl davada davalı SGK vekili, davacının boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edildiğinden Kurum kararının yerinde olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.
Karşı davada davacı SGK vekili, davalının Kurumdan 18.10.2008-17.04.2010 tarihleri arasında yasal şartları taşımadan aylık aldığını ileri sürerek yersiz olarak alınan toplam 9.681,09TL’nin her aylığa ödeme tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Karşı davada davalı vekili, boşanmanın muvazaalı olmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece; davacı - karşı dosya davalısı ... ve boşandığı eşi ..."ın boşandıktan sonra evlilik hayatına devam ettirmek maksadıyla bir araya gelip yaşamadıkları, oğulları Galip"in 09.08.2009 tarihinde vefatı üzerine çocuklarının acılarını paylaşmak üzere bir araya geldikleri sırada Kurum memurlarınca tutanak tutulduğu, Kurum memurlarının tek taraflı olarak tuttuğu tutanağın gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle Kurumun davacının ölüm aylığını kesmesi yönündeki işleminin iptaline ve maaşın ödenmesine devam edilmesine, davacının Kuruma borçlu olmadığının tespitine ve ödenmesi gereken aylıkların da kesilme tarihlerinden itibaren yasal faizleriyle birlikte Kurumdan tahsiline, davalı Kurum tarafından açılan istirdat istemli karşı davanın reddine karar verilmiştir.
Davalı- karşı dosya davacısı SGK vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; önceki gerekçelere ilave olarak tutanak içeriğinden ..."ın "oğlum Galip Uzar "ın 09 Ağustos 2009 tarihinde vefat etmesi üzerine eski eşim ... ile birleşmek istedim, bir haftadır da eski eşimin yanına gelip gidiyorum, devamlı kalmıyorum, bugün de burada olmamın sebebi budur, eğer kabul ederse yeniden evleneceğim" şeklinde beyanda bulunduğu, davacı ... ise aynı tarihli tutanakta "..."dan ayrıldıktan sonra hiç bir araya gelmedik, ancak oğlumuzun vefatı üzerine eski eşim benimle birleşmek istedi, ... ile birlikte kalmıyorum" diyerek beyanda bulunduğunun anlaşıldığı, davacının mernis adresinin Kemalöz mahallesi 4.Serkan sokak 7/4 Uşak olduğu, davacının boşandığı eşi ..."ın mernis adresinin ise Kemalöz mahallesi 5. Serkan sokak No: 4/5 Uşak olduğu, davacının ve boşandığı eşinin mernis adreslerinin aynı olmadığı, Kurum memurlarının tek taraflı olarak tuttuğu tutanağın gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı–karşı davacı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca; taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulması gerektiği gerekçesi ile bozma kararı verilmiştir.
Yerel Mahkemece; Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyularak önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Hüküm davalı-karşı davacı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Kurum işlemine konu tutanağın aksinin ispat edilip edilemediği ve davacının boşandıktan sonra eski eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam ettiğinden bahisle hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla aldığı ölüm aylığının kesilmesine yönelik Kurum işleminin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56"ncı maddesinin ikinci fıkrasıdır.
5510 sayılı Kanunun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” başlıklı 56"ncı maddesinde:
Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a)Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b)Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları, hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96" ncı madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96" ncı madde hükümlerine göre geri alınır…” düzenlemesi yer almaktadır.
01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu"nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda yer almıştır.
5510 sayılı Kanunun 56"ncı maddesinin ikinci fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle, daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, eylemli olarak birlikte yaşama, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak da benimsenmiştir.
Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda hak sahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
Gerçekten, ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut; Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, Devletin sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirmesine ilişkin Anayasa’nın 65"inci maddesi uyarınca sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, Devletin boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakması mümkündür.
Bilindiği üzere 5510 sayılı Kanunun 56/2"nci maddesinin T.C. Anayasasının 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138" inci maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurular yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86-70 sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez… Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz… Ölüm aylığı… yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasanın 60" ncı maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” gerekçesiyle, hükmün Anayasanın 2, 10, 60 ve 65"inci maddelerine aykırı olmadığını; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138"inci maddeleri ile ilgisinin olmadığı belirtilerek, oy çokluğuyla başvuruların reddine karar vermiştir.
Sonuç olarak, davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanunun 56"ncı maddenin ikinci fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması ve düzenlemenin Anayasaya aykırı olmadığının tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle, yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organlarınca uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesine ilişkin Kurum işlemi usul ve yasaya uygundur.
Yeri gelmişken maddenin zaman bakımından uygulanması yönünden 5510 sayılı Kanunun Geçici 1"inci maddesinin değerlendirilmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.
5510 sayılı Kanunun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanunun 68"inci maddesi ile değişik Geçici 1"inci maddesi:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu"na tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu"na tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu"na tabi olanlar, bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2.9.1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1" inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4"üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55"inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” şeklinde bir düzenleme içermektedir.
Kanun koyucu tarafından anılan geçici madde ile 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 56"ncı maddenin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta, kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.
Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarını kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin kurallar oluşturmaktadır. Beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir (Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 14.Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, sh: 193-194; A.Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18.Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2003, sh: 73) (HGK’nın 13.10.2004 tarihli ve 2004/10-528 E., 2004/533 K.; 11.04.2012 tarihli ve 2012/10-149 E., 2012/241 K. sayılı kararları) .
Bu hâlde 5510 sayılı Kanunun 56/son maddesinin zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisna durum söz konusu olmadığından gelirin veya aylığın kesilme tarihi ile Kurumun geri alma hakkının kapsamına ilişkin olarak; fiilen birlikte yaşama olgusunun başlama tarihi esas alınarak, bu tarih itibariyle gelir veya aylıktan kesme veya iptal işlemi tesis edilip ilgiliye, anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun ve yersiz kabul edilmeli, ancak söz konusu madde 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli; 01.10.2008 tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku söz konusu olmamalıdır. 01.10.2008 tarihi itibariyle belirlenecek yersiz ödeme dönemine ilişkin olarak 5510 sayılı Kanunun 96"ncı maddesine göre uygulama yapılmalıdır.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki sosyal sigortalar hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış âlemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Ali Nazım Sözer: Kanunların Önceye Etki Yasağı Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Ocak 2013, s.2529).
Bu nedenle 5510 sayılı Kanunun 56/son maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının/gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı/geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinden bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2"nci maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
TMK’nın anılan 2"nci maddesi;
“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”
şeklinde düzenlenmiştir.
Anılan madde uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesi de birlikte gözetilmek suretiyle, 5510 sayılı Kanunun 56" ncı maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililer her ne amaçla boşanmış olurlarsa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemeden itibaren anılan tür ve nitelikte bir beraberliğe başladıklarının kanıtlanması durumunda, başka bir anlatımla fiili olarak birlikte yaşama olgusunun saptandığı durumlarda, sözü edilen 2"nci madde kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek, ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir.
Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren, diğer koşulların da varlığı durumunda gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
5510 sayılı Kanunun 56"ncı maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” unsurunun, diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
Bilindiği üzere, 4721 sayılı TMK’nın “İspat yükü” başlıklı 6"ncı maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş olup, ispat yükünün Kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi yararına hak çıkaran tarafa ait olduğu, yasal bir karineye dayanan tarafın, sadece karinenin tarafını oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altında bulunduğu, Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı tarafın yasal karinenin aksini ispat edebileceği kabul edilmektedir.
Boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiği ve ispat yükü hususunda 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 59 ve 100’üncü maddeleri üzerinde durulması gerekmektedir. 5510 sayılı 59’uncu maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi belirtilmiş, 59/2’nci maddesinde “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. Öte yandan 5510 sayılı Kanunun 100’üncü maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü düzenlenmiştir.
Özellikle belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanunun 59’uncu ve 100’üncü maddeleri uyarınca Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, yetkili kişilerce düzenlenen ve tarafların ihtirazi kayıt koymaksızın imzaladığı tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olup, aksi ise ancak yazılı delille kanıtlanabilir.
Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları ve iş müfettişi raporlarının, rapora dayanak alınan tutanaklar ile birlikte değerlendirilmesi ve ancak belirtilen nitelikteki ekli tutanakların, anılan Kanun kapsamında aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğunun kabulü, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesinde de açıkça hüküm altına alınmıştır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 14.11.1979 tarihli ve 1014 E., 1364 K. ile 04.02.2009 tarihli ve 2009/9-2 E.-2009/48 K. sayılı kararlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
Ne var ki, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından yapılan incelemelere dayalı tutanakların değerlendirildiği ve varılan sonucun yazıya geçirildiği raporların, sadece memur veya müfettiş tarafından düzenlenmiş olmaları, anılan raporların 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 59’uncu ve 100. maddeleri kapsamında aksinin yazılı delille kanıtlanması gereken belgeler olarak kabulleri için yeterli değildir. Ayrıca 5510 sayılı Kanunun 59/2’nci maddesinde belirtilen aksi sabit oluncaya kadar geçerli olan tutanakların, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından belgelere dayalı olarak düzenlenmiş olması veya belgeye dayalı olmamakla birlikte hazır bulunan işveren, işçi veya üçüncü kişi beyanları uyarınca düzenlenerek, doğruluğu ilgili kişilerin imzaları ile tasdik edilen ve imza inkârına konu olmayan tutanaklar olması gerekmektedir.
Buna göre, 5510 sayılı Kanunun 59’uncu ve 100’üncü maddelerinde söz edilen görevliler tarafından düzenlenen tutanaklar üçüncü kişilerin imzalı beyanları alınarak düzenlenmiş ve imza inkârına da konu olmamış ise artık aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilecektir. Bu tutanakların aksi ise ancak yazılı delille ispatlanabilir.
Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla ölüm aylığı almaya hak kazanan davacının babasının 21.04.2004 tarihinde vefat ettiği, babasının ölümü sonrası davacıya 15.06.2004 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlandığı, aylığın 01.10.2008 tarihi itibari ile kesildiği, Kurum tarafından gönderilen borç bildirim belgesine göre yersiz ödeme devresinin 18.10.2008 ila 17.04.2010 tarihleri olarak belirlendiği görülmüştür.
Davacı-karşı davalı ... ile eski eşinin 08.12.1960 tarihinde evlendikleri, Uşak Aile Mahkemesinin 07.06.2004 tarihli ve 2004/429 E., 2004/603 K. sayılı kararı ile TMK’nın 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşandıkları, anlaşma protokolünde davacının mevcut evde oturmaya devam edeceğinin kararlaştırıldığı, tarafların birbirlerinden nafaka ve tazminat talebinde bulunmadıkları, kararın 16.06.2004 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
11.01.2010 tarihli ihbar üzerine yapılan araştırmalar sonucu düzenlenen 26.01.2010 tarihli Kontrol Memurluğu raporunda; çevre soruşturması yapmak amacıyla 18.01.2010 tarihinde davacı – karşı davalı Çevriye Aslan"ın ikamet ettiği tespit edilen adrese gidildiğinde ...’ın ve eski eşi ...’ın evde bulunduğu, ...’ın Alanya"da kaldığını oğlu Galip’in 09.08.2009’de vefat etmesi üzerine eski eşi Çevriye Aslan ile birleşmek istediğini, bu nedenle de bir haftadır eski eşinin yanına gelip gittiğini, devamlı olarak evde kalmadığını, eski eşinin birleşmeyi kabul ederse kendisiyle yeniden evleneceğini beyan ettiği, davacı (birleşen dosya davalısı) ...’ın da ayrıldıktan sonra hiçbir araya gelmediklerini ancak oğullarının vefatı üzerine eski eşinin kendisiyle birleşmek istediğini, ... ile birlikte kalmadığını beyan ettiği bildirilmiştir.
Kontrol memurluğu raporuna da anılan beyanlara ve görgüye istinaden de görevliler ve hazır bulunan taraflarca imzalanan 18.01.2010 tarihli tutanak da eklenmiştir. Kurum kayıtlarına esas dosyada da davacı–karşı davalı ... Arslan ile boşanılan eşin adrese dayalı kimlik sisteminde bulunan adreslerinin aynı olduğu (Kemalöz Mah. 5. Serkan Sok. No:4/5 Uşak) belirtilmiştir.
Uşak Merkez İlçe Nüfus Müdürlüğünün 20.06.2011 tarihli cevabi yazısında ise; ...’ın 23.02.2007 tarihinde TUİK tarafından “Karaağaç mahallesi Gediz Uluyolu Caddesi No:137-1” adresinde ikamet ettiğinin tespit edildiği, ilgili şahsın 26.12.2007 tarihinde Müdürlüğe; “Kemalöz Mahallesi 5.Serkan Sokak No:4 Daire 05 Merkez Uşak” adresinde ikamet ettiğini 2994 tescil no ile beyan ettiği, Çevriye Aslan’ın, TUİK tarafından “Karaağaç Mahallesi Gediz Uluyolu Caddesi No: 137-1” adresinde ikamet ettiğinin tespit edildiği, 26.12.2007 tarihinde eski eşinin beyan etmiş olduğu;” Kemalöz Mahallesi 5.Serkan Sokak No:4 Daire 05 Merkez Uşak” adresinde ikamet ettiği, en son olarak 03.06.2010 tarih 6487 tescil no ile kendisinin Müdürlüğü beyan ettiği adresin; “Kemalöz Mahallesi 4. Serkan Sokak No:7 Daire 04 Uşak” olarak geçtiği, bilgisayar kayıtlarının tetkikinde ilgili şahısların 2004 ve 23.02.2007 tarihleri arasındaki adreslerine rastlanılamadığı beyan edilmiştir.
Gönderilen yazıdan davacı-karşı davalı ... ile boşandığı eşinin adreslerinin aynı olduğu, 26.01.2010 tarihli kontrol memuru denetmen raporundan sonra davacı-karşı davalının 03.06.2010 tarihinde adres değişikliğine yönelik beyanda bulunduğu tespit edilmiştir.
Öte yandan tutulan tutanakta boşanılan eşin Alanya’da kaldığı ve bir haftadır davacı-karşı davalının evine barışmak için geldiği yönündeki beyanları karşısında, boşanılan eşin davacı ... ile birlikte yaşamadığına ilişkin dinlenen tanık beyanlarının da hükme esas alınamayacağı açıktır. Nitekim tanıklardan bir tanesi, eski eş Yılmaz’ın Antalya’da oturduğunu, diğeri ise davacı ...’nin yan mahallesinde oturduğunu beyan etmişlerdir.
Cumhuriyet Merkez Amirliğince tutulan 10.05.2011 tarihli araştırma tutanağına göre davacı- birleşen dosya davalısı ... ile eski eşi ...’ın belirtilen adreste son iki yıldır birlikte yaşadıklarının yapılan çevre araştırmasından anlaşıldığı belirtilmiş, 08.08.2011 tarihli araştırma tutanağında da yapılan araştırmanın aynı belirlemeyi teyit ettiği belirtilmiştir. Mahkemece; eski eşlerin oğulları Galip"in 09.08.2009 tarihinde vefatı üzerine çocuklarının acılarını paylaşmak üzere bir araya geldikleri sırada Kurum memurlarınca tutanak tutulduğu belirtilmiş olduğundan tutanak tarihinin 18.01.2010 olduğu da bir kez daha vurgulanmalıdır.
Mevcut bu durumda, Kurum Kontrol Memuru tutanağında yapılan çevre soruşturmasında davacı ile eşinin birlikte yaşadıklarına dair yapılan tespit, davacı ile eski eşinin çocuklarının 2009 yılında ölümü nedeniyle görüştüklerini beyan etmeleri, tutanak tarihi, çelişkili tanık anlatımları, nüfus müdürlüğünce davacı ile boşandığı eşinin 2007 yılı Şubat ayından beri aynı adreste oturduklarına ve adresin tutanaktan sonra değiştiğine dair gönderilen yazı ve kayıtlar, zabıta tutanaklarındaki davacı ile eşinin 3 yıldır birlikte yaşadıklarına dair yapılan tespitler ve tüm dosya kapsamına göre davacı ve boşandığı eşinin fiilen birlikte yaşamaya devam ettikleri sabittir. Kontrol Memuru Raporunun aksi de ispat edilememiştir.
O hâlde; aylığın kesilme tarihi itibariyle davacını boşandığı eski eşiyle fiilen birlikte yaşadığı anlaşıldığından asıl davanın reddi ve karşı (birleşen) davanın da bu sonuca göre değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı–karşı davacı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 26.02.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.