1. Hukuk Dairesi 2014/22416 E. , 2017/2770 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen el atmanın önlenmesi-ecrimisil davası sonunda yerel mahkemece davanın el atmanın önlenmesi isteği yönünden kabulüne, ecrimisil isteği yönünden kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hâkimi ...’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.
Davacı; 10/160 oranında paydaşı olduğu 295 ada 1 parsel sayılı taşınmaza davalı şirketin mermer çıkarmak suretiyle müdahalede bulunduğunu, daha önce aynı konuda açılan davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğini ileri sürerek, davalının haksız el atmasının önlenmesi ve dava tarihinden geriye doğru 57.836-TL ecrimisilin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı; tespit yaptırılan alanın o sırada kadastro görmediği gibi bir çok kısmının da orman arazisi kapsamında kalıp 26/08/2008 tarihinde kadastro işleminin kesinleştiğini, daha önce yapılan tespitte ve açılan davada toplanan delillerin geçersiz olup, yeniden keşif yapılması gerektiğini, dava konusu taşınmazların şirketin çalışma alanı dışında kaldığını, ecrimisil isteği yönünden 5 yıllık zamanaşımının sözkonusu olduğu gibi, mermer çıkarma faaliyetinin yürütüldüğü işletmede faaliyetin durdurulması yönünde ihtiyati tedbir kararı da verilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davacının kayden paydaşı olduğu 295 ada 1 parsel sayılı taşınmazın kuru tarım arazisi olmasına rağmen üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda bu vasfını kaybettiği ve keşif tarihinde işgalin halen devam ettiği,taşınmazın eski hale getirme bedelinin taşınmazın değerinden fazla olduğu keşfen elde edilen bilirkişi rapor ve krokisine göre taşınmazın tamamının davalı şirketin ruhsat alanının içerisinde kaldığı ve davalı mermer şirketinin kullanımında bulunduğu saptanarak el atmanın önlenmesi isteği yönünden davanın kabulü ile 295 ada 1 parsele yapılan müdahalenin men’ine, ecrimisil bakımından davanın kısmen kabulü ile 2009-2012 arasındaki dönem için toplam 16.837,91-TL ecrimisilin davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Bilindiği üzere; Türk Medeni Kanununda taşınmaz mülkiyet kapsamı açıkça belirlenmiş, 718.maddesiyle dikey, 719.maddesiyle de yatay sınırları çizilmiştir. Bu sınırlar içerisinde kalan taşınmaz mülkiyetinin haksız elatmalara karşı nasıl korunacağı da söz konusu yasanın 683/2.maddesinde hükme bağlanmıştır.
Ancak, "Anayasanın Tabii Servetlerin ve Kaynakların Aranması ve İşletilmesi" başlığını taşıyan 168.maddesinde aynen; " Tabii servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir. Devlet, bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzel kişilere devredebilir. Hangi tabii servet ve kaynağın arama ve işletmesinin devletin gerçek ve tüzel kişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzel kişiler eliyle yapılacağı, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda, gerçek ve tüzel kişilerin uyması gereken şartlar ve devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ve müeyyideler kanunda gösterilir." denilmek suretiyle ve 3213 Sayılı Maden Kanununun "Madenler devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir" hükmünü içeren 4.maddesi ile madenlerin özel mülkiyete konu olamayacağı hükme bağlanmıştır.
O halde, taşınmaz malikinin veya maliklerinin taşınmazın dikey mülkiyet kapsamında barındırdığı madenden kaynaklanan bir hakkının bulunduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Öyleyse, taşınmazın yeryüzündeki özel mülkiyete konu bölümü kullanılırken toprak altındaki madenlerin kullanılmasına engel olunmasına karşılıklı olarak hak sahiplerinin yarar ve zarar dengesinin korunmasına özen göstermelerinin mülkiyet hukuku açısından büyük önem taşıdığı tartışmasızdır. İşte bu amaçla, yasa koyucu özel bir yasa çıkarmak zorunluluğunu duymuş, maden yataklarının nasıl araştırılıp işletileceği detaylı olarak açıklanmış ve bu çalışmaların devamı sırasında arz sahibinin haklarının korunması, zararlarının karşılanması yolları gösterilmiştir.
3213 Sayılı Maden Yasasının 46.maddesinde açıkça belirtildiği gibi, maden arama çalışmasının niteliğine göre özel mülkiyete konu taşınmaz üzerinde kullanma amacına özgü olmak üzere bedeli karşılığı irtifak veya intifa hakkı kurulabilir. Maden arama çalışması, arz sahibinin mülkiyet hakkını kullanmasına engel olmayacak biçimde sınırlı kalıyor veya irtifak ve intifa hakkı kurulmasını gerektirmeyecek kadar az zarar veriyorsa, aynı madde hükmü gereğince ruhsat sahibi madenci, arz sahibine adli mercilerde belirlenecek tazminatı ödemeye ve sahayı (taşınmazı) kullanabilir hale getirdikten sonra terk etmeye zorlanabilir. Ancak, maden yatağı işletme aşamasına gelmişse ve taraflar anlaşamıyorsa, yine söz konusu madde hükmüne göre kamulaştırma yoluna gidilmesi gerekmektedir. Yetkili mercilerden alınmış olsa dahi maden işletme ruhsatı hukuk devletinde korunması gerektiği özel mülkiyete elatma hakkını vermez.
Yukarıda değinilen ilkeler ve belirtilen hususlar gözetildiğinde, davalı şirketin haklı ve geçerli bir nedeni bulunmaksızın Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığından almış olduğu maden işletme ruhsatı gereğince mermer çıkarma faaliyetinde bulunurken bilirkişi raporunda gösterildiği şekilde eski hale getirilmeyecek nispette davacının zararına sebebiyet verdiği belirlenip çekişme konusu taşınmaza el atmanın önlenmesine ve ecrimisile hükmedilmesinde bir isabetsizlik yoktur. Davalının bu yöne değinen temyiz itirazlarının reddine.
Bilindiği üzere 6100 sayılı HMK 297/2. maddesine göre, (1086 sayılı HUMK’nun 388/son md.) hüküm sonucu kısmında; “istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Yasa maddesinin bu açık hükmünün sonucu olarak, mahkemelerce kurulan hükümler infaz sırasında tereddüt ve şüphe yaratmayacak nitelikte olmalıdır.
Ne var ki; davacının dava konusu taşınmazdaki payı 10/160 olup bu durum hükümde nazara alınarak yıllara göre davacının payına düşen ecrimisil bedeli infazda tereddüt yaratmayacak şekilde açıkça gösterilmediği gibi, buna göre harç,yargılama gideri ve vekalet ücretine de hükmedilmemiştir.
Bu durumda, mahkemece verilen kararın infaza elverişli olduğunu söyleme olanağı bulunmamaktadır.
Hâl böyle olunca, HMK"nun 297/2.maddesi uyarınca infaza elverişli biçimde hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
Davalı vekilinin, bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.