8. Hukuk Dairesi 2010/2757 E. , 2010/5239 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu İptali Ve Tescil
... ile ... ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair ...Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 20.01.2009 gün ve 325/9 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay"ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 02.11.2010 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden ... vekili Avukat ... geldi. Başka kimse gelmedi. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanın sözlü açıklaması dinlenikten sonra duruşmaya son verilerek dosya incelendi gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili, dava konusu 145 ada 46 parselin öncesinin davalıların miras bırakanı ...’a ait olduğunu ve ...’ın dava dışı ...’lara ait pay dışında kalan taşınmaz bölümünü 4.3.1969 tarihli senetle vekil edenine satarak devrettiğini ve o tarihten beri satın alınan taşınmaz bölümünün vekil edeninin tasarrufu altında bulunduğunu, buna rağmen dava konusu taşınmazın kadastro mahkemesi hükmü uyarınca dava dışı ...ve ...’ın mirasçıları olan davalılar adına paylı mülkiyet hükümleri uyarınca tescil edildiğini, ileri sürerek davalılar adına olan paylara ilişkin tapu kayıtlarının iptali ile bu payların vekil edeni adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı ... dışında kalan tüm davalıların vekilleri ise, dava konusu taşınmazın miras bırakanları ... tarafından davacıya satıldığına ilişkin iddianın gerçeği yansıtmadığını, bir an için satışın var olduğu kabul edilse bile davacının taşınmaz üzerinde bir gün bile zilyet olmadığını, edinme şartlarının davacı açısından gerçekleşmediğini, davacının dayanağını oluşturan senedin sahte bir senet olduğu ileri sürerek, davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.
Yargılama sırasında ölen davalı ... ve usulüne uygun olarak davaya katılmaları sağlanan mirasçıları yargılama oturumlarına katılmamışlardır.
Mahkemece; davanın dayanağını oluşturan satışa ilişkin senedin düzenlendiği tarihte 15 yaşında olan davacının, kanuni temsilcisinin rızası olmaksızın borç yükleyen böyle bir sözleşmenin tarafı olamayacağı, 15 yaşında bir çocuğun satışa konu malın bedelini ödeyecek mali güce sahip olamayacağının açık bulunduğu, davacının 1969 yılındaki satıştan sonra taşınmaz üzerinde fiili bir tasarrufunun olmadığı ve davalıların var olan kullanımlarına da bu güne kadar ses çıkartmadığı, zilyetlik başta devredilmiş olsa bile bu kadar uzun süre ses çıkarmamanın terk iradesini gösterdiği görüşünden hareketle davanın reddine karar verilmesi üzerine, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya arasında bulunan kayıt ve belgelere göre, dava konusu taşınmazın 1992 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında Kulu Asliye Hukuk Mahkemesinin 90/171 Esas sayılı dava dosyası ile davalı olması nedeniyle malik hanesi boş bırakılarak tesbit edildiği ve Kulu Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davanın kadastro mahkemesine aktarılmasından sonra ...oğlu ......, ... oğlu ...ve ...’ın mirasçıları arasında görülerek sonuçlandırılan Kulu Kadastro Mahkemesinin 13.12.2000 tarih 1995/39 Esas ve 2000/56 Karar sayılı hükmün kesinleşmesi sonucunda ...oğlu ......, ... oğlu ...ve ... mirasçıları olan davalılar adına paylı mülkiyet hükümleri uyarınca 1.5.2001 tarihinde tapuya tescil edildiği ve görülmekte olan davanın, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde düzenlenen hak düşümü süresi içerisinde açıldığı anlaşılmıştır.
Dava, kadastro öncesinde var olan satın alma ve eklemeli zilyetlik hukuki nedenine dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Dava konusu taşınmazın öncesinin tapusuz olduğu davalıların miras bırakanı ...’a ait bulunduğu konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık dava konusu taşınmazın ... tarafından oğlu ...’dan olma torunu olan davacıya devredilip devredilmediği ve eğer devredilmiş ise bu devrin hukuki sonuç doğuracak geçerli bir devir olup olmadığına ilişkindir. Davacı görülmekte olan davada 4.3.1969 tarihli senet yanında keşif yerinde dinleteceklerini açıkladığı tanık beyanları ile diğer her türlü yasal delile dayanmıştır. Dava konusu taşınmazın öncesi tapusuz olduğuna göre; davacı tarafın “devir” iddiasını her türlü delille kanıtlanmasının mümkün bulunduğu hususunda duraksamamak gerekir.
Keşif yerinde dinlenen davacı tanıklarından ...; dava konusu yerin ... tarafından davacıya satıldığını, ...’in kendi ağzından babasına söylerken duyduğunu, ...’in torunu olan davacıyı çok sevdiğini ve davacının yurtdışına gittiği 1969 yılından önce 10-12 yıl birlikte yaşadıklarını açıklamış, diğer davacı tanığı ... ise; dava konusu yerin ... tarafından davacıya satıldığını senet tanıklarından olan ...’dan duyduğunu, ...’in sağlığında ...’e ait tüm taşınmazların oğlu ... tarafından kullanıldığını, zira diğer oğlu Mehmet’in Kulu’da lokanta işlettiğini, ...’in 1972 senesinde ölmesinden hemen sonra ...’den kalan malların paylaşılması amacıyla ... ile ... arasında yapılan konuşmada, davacının babası olan ...’ın dava konusu taşınmaza ilişkin olarak bu yerin ... tarafından davacı ...’e satıldığını söyleyerek “ ben İsveç’e gittim, kendimi kurtardım sen ekmeye biçmeye devam et ancak yer ...’indir sonra problem çıkarma” dediğini, dava konusu taşınmazın son 10-15 yıldır kimse tarafından kullanılmadığını ancak öncesinde 10-15 yıl Mehmet ... tarafından ekip biçildiğini, daha sonra dava konusu taşınmazın davacının olmadığı bir ortamda diğer mirasçılar tarafından kendi aralarında paylaşıldığını bildirmiştir. Davalı tarafın isteği ile 26.1.2006 günlü oturumda dinlenen senet tanığı Halil ... da ...’ın amcası olduğunu 1969 yılında senedi kendisine ...’in getirdiğini ve dava konusu yeri davacıya sattığını söylediğini, bu sırada ...’ın da yanlarında olduğunu, davacının dayanağı olan senedi ...’in açıkça sattım demesi üzerine imzaladığını, senedin düzenlendiği tarihte ...’in davacının ve davacının babası ...’ın aynı evde birlikte yaşadıklarını daha sonra davacının Almanya’ya gittiğini, ...’in ... ve Mehmet isminde iki oğlunun ve 4 tane kızının bulunduğunu, ...’ın köyde babası ...’le birlikte kaldığını ve ...’in mallarını birlikte kullandıklarını anlatmıştır. Davalı taraf tanığı olan ve dava konusu taşınmazda pay sahibi bulunan ...ise, dava konusu taşınmazın ölene kadar ... tarafından kullanıldığını, bu yerin davacıya satılıp satılmadığını bilmediğini, yerin davacı tarafından kullanıldığını görmediği gibi ve onun adına başkalarınca kullanıldığı hususunda da bilgisi bulunmadığını ancak 1991 yılından beri taşınmazın bazı bölümlerinin davalılar tarafından ekilip biçildiğini ondan önce ise ... ve Mehmet ... tarafından tamamının tarla olarak kullanıldığını bildirmiştir. Bu durumda, dava konusu taşınmazın davalıların miras bırakanı ... tarafından torunu olan ...’e yurt dışına gitmesinden kısa bir süre önce devredildiği ve devir tarihinde tarafların ve davacının babasının birlikte yaşamaları nedeniyle taşınmazı o zamana kadar babası ... adına kullanan ...’ın devirden sonra da oğlu olan davacı adına kullandığı, bu şekilde zilyetliğin kısa elden teslim edildiğini tanık ifadeleri ile kanıtlanmış bulunmaktadır. Dava konusu taşınmazın mülkiyetini davacıya devredilmesini sağlayan bir senet olup olmadığının veya geçerli bulunup bulunmadığının taraflar arasında görülen davada görüldüğü üzere, bir önemi bulunmamaktadır.Taşınmazın davacının babası ... ve ...’ın yurtdışına gitmesinden sonra da durumdan haberdar olan amcası Mehmet tarafından devam ettirilen zilyetliğin davacı nam ve hesabına olduğu açıktır.Davaya karşı koyan davalıların taşınmaz üzerindeki zilyetliği Mehmet’in ölümünden sonra 1991 yılında başlamıştır. Bu davalıların taşınmaz üzerindeki bağımsız zilyetlikleri, taşınmaza ait tutanağın düzenlendiği 1992 yılına kadar 20 yılı bulmadığına göre; davacının bu zilyetliğe karşı koymamasının bir önemi bulunmadığından,eylemi terk olarak da değerlendirilemez. Devir tarihinde, davacının yaşının küçük olması, edinime engel de değildir. Küçükleri korumak için getirilen düzenlemelerin davayı açan ve hak talep edenin davacı olması karşısında aleyhine kullanılamayacağı düşünülmelidir. Davacının taraf olmadığı kadastro mahkemesi hükmünün de davacıyı bağlamayacağı açık bulunduğuna göre; davanın kabulü gerekirken yazılı biçimde davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
Kabule göre de, dava konusu taşınmazın tamamı davalı olmadığı gibi, davada vekille temsil edilenler tüm davalılar değildir. Bu durumda davada vekille temsil edilenlerin paylarına isabet eden değer üzerinden avukatlık ücreti belirlenmesi gerekirken, taşınmazın tamamına ait değer üzerinden davalılar vekili yararına fazla avukatlık ücreti verilmesinde de isabet bulunmamaktadır.
Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile usul ve yasaya aykırı bulunan hükmün HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 750 TL avukatlık ücretinin davalılardan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davacıya verilmesine ve 15,60 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine 02.11.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.