1. Hukuk Dairesi 2014/19540 E. , 2017/2250 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 02.05.2017 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat ..., Avukat ...cı ile temyiz edilenler vekili Avukat ... geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece, davanın hile hukuksal nedenine dayalı olduğu ve bir yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı, kayden maliki olduğu 219 parsel sayılı taşınmazı davalı vekil ...’ın vekalet görevini kötüye kullanarak davalı ...’e muvazaalı işlemle devrettiğini, davalıların amca yeğen olup el ve işbirliği içinde hareket ettiklerini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile adına tesciline, olmazsa rayiç değerin tespit edilerek davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, zamanaşımı itirazında bulunup davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, hile iddiasının bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 381 ada 141 (eski 29) parsel sayılı taşınmazın davacı adına kayıtlı iken, davalı vekil Orhan tarafından 30.01.2012 tarihli akitle diğer davalı ...’e satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere 6100 sayılı HMK"nun ön incelemenin kapsamı başlıklı 137. maddesinde, “dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, 138. madde dikkate alınarak öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar vereceği, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında gerektiği takdirde kararını vermeden önce, bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebileceği, ön inceleme duruşmasında tarafların iddia ve savunmaları kapsamında uyuşmazlık konularını tam olarak belirleyebileceği, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya ara buluculuğa teşvik edeceği ve bu hususların tutanağa geçirileceği" belirtilmiştir.
Ön inceleme duruşmasında dava şartları ve ilk itirazlar ile sınırlı olmak üzere tanık dinleme, belge inceleme, bilirkişi görüşü alma, keşif yapma ve yemin teklif etme gibi işlemler yapılabilir, ancak tahkikata yönelik işlemler yapılamaz. HMK"nin 137. maddesinin ikinci fıkrasında ise, ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemeyeceği ve tahkikat için duruşma günü verilemeyeceği düzenlenmiştir.
Ne var ki, mahkemece ön inceleme yapılmadan evrak üzerinde yapılan inceleme sonucunda, esastan verilen kararla dava sonuçlandırılmıştır. Böyle bir uygulamanın ön inceleme için öngörülen 6100 sayılı Yasanın 137. ile 142. maddelerinde düzenlenen hükümlerine uygun düşmeyeceği tartışmasızdır.
Diğer taraftan, dava dilekçesi içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davada, kandırılarak vekaletin temin edildiği ve vekalet görevinin kötüye kullanıldığı hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır.
Hemen belirtilmelidir ki, vekaletin hileyle alındığı iddiası aynı zamanda kötüye kullanıldığı iddiasını da içerir. Oysa, mahkemece, vekalet görevi kötüye kullanılarak taşınmazın temlik edildiği iddiası bakımından hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 ( 6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 506/2) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca araştırma ve inceleme yapılması, taraf delillerinin toplanarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken hatalı hukuki nitelendirme ve noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı biçimde hüküm tesisi isabetsizdir.
Kabule göre de, tapu iptali ve tescil isteğinin reddedilmesi halinde bedele hükmedilmesi isteğinin belirsiz alacak davası şeklinde nitelendirilmesi de isabetsizdir.
Davacı vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekilleri için 1.480.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.