Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2018/1067
Karar No: 2019/141

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/1067 Esas 2019/141 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2018/1067 E.  ,  2019/141 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı İstanbul 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 12.06.2014 tarihli ve 2013/400 E., 2014/263 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 27.06.2018 tarihli ve 2017/1-1238 E., 2018/1277 K. sayılı kararın karar düzeltme yoluyla incelenmesi davacı mirasçıları vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiştir.

    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
    Davacı vekili, mesken vasıflı 9 numaralı bağımsız bölümün müvekkili ..."e miras kaldığını, müvekkilinin hasta olup işlerini zorlukla yaptığını, akrabaları vasıtası ile tanıdığı ve ara sıra kendisine yardım eden davalı ... Öner"in yardım edeceğini söyleyerek müvekkilini notere götürüp vekâletname aldığını, yedi yıl önce aldığı bu vekâletnameyi kullanarak hâlen içinde davacının oturduğu evi 35.000,00TL bedelle diğer davalı ..."e habersiz bir şekilde sattığını, boya yapmak için eve gelindiğinde davacının oyuna geldiğini anladığını, müvekkilinin satış yetkisi verdiğini bilmediği gibi satış sonrasında kendisine bir ödeme de yapılmadığını ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur.
    Davalı ... vekili, davacının Beşiktaş 9. Noterliğince düzenlenen 23.12.1998 gün ve 88130 yevmiye numaralı vekâletname ile müvekkiline taşınmazlarını satmak üzere yetki verdiğini, müvekkilinin kötü niyetli olması hâlinde derhal satış yapabileceğini, aradan altı yıl geçtikten sonraki satışın davacının iradesi doğrultusunda yapıldığını, vekâletnameyi okuyarak imzalayan davacının satış yetkisi verdiğini bildiğini, ayrıca davacının 02.03.2004 tarihli ibranamede satış bedelini aldığını ve hiçbir hak ve alacağının kalmadığını belirterek davalıların her ikisini de ibra ettiğini, yine davacı ile diğer davalı arasında kira sözleşmesi yapıldığı hususunun haricen öğrenildiğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı ... vekili de müvekkilinin tapu sicilindeki kayda güvenerek iyi niyetle taşınmazı satın aldığını ve ediminin korunması gerektiğini belirterek davanın reddini istemiştir.
    Yerel mahkemece, dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanlarına göre dava konusu taşınmazın davacıdan habersiz bir şekilde davalı ..."e 35.000,00TL bedelle satıldığı, satış sonrasında taşınmazın vergileri davacı tarafından ödendiği gibi yapılan keşif sonucunda da taşınmazın temlik tarihindeki gerçek değerinin 230.000,00TL, dava tarihindeki değerinin ise 250.000,00TL olarak saptandığı, tapudaki satış bedelinin çok düşük olduğu, yine davacının satışı yapılan konutta oturmaya devam ettiği, kendisinden herhangi bir bedel ya da taşınmazı boşaltmasının istenmeyerek oturmasına göz yumulduğu, tüm bu hususlar dikkate alındığında kötü niyetle aldığı vekâletnameyi kullanan davalı ... ile diğer davalı ..."in danışıklı olarak hareket ettikleri gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Davalılar vekilinin temyiz itirazı üzerine hüküm, Özel Dairece; davacının vekâlet yetkisini kötüye kullanan davalı ..."ın taşınmazını danışıklı biçimde diğer davalıya devrettiğini ileri sürerek eldeki davayı açtığı, davalı tarafın ise satışın bedeli karşılığında yapıldığını ve davacının fotokopisi ibraz edilen 02.03.2004 tarihli ""ibraname"" başlıklı belgede taşınmazın satışı nedeniyle kendilerini ibra ettiğini savundukları, davacı asilin de duruşmadaki beyanında belgeyi davalı ..."ın kandırması sonucu boş olarak imzaladığını, içeriğinin sonradan doldurulduğunu bildirdiği, anılan belgenin hile ile ele geçirildiği ya da içeriğinin sonradan doldurulduğu iddiaları kanıtlanmadığı sürece geçerli bir belge sayılacağı ve davanın esasını etkileyeceği, ancak yargılama sırasında söz konusu belge üzerinde yeterince durulmadığı, böyle olunca belgenin aslının temin edilmesi, aslı dosyaya sunulduğu takdirde geçerli belge sayılıp sayılamayacağının tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde değerlendirilmesi ve gerektiğinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece, önceki karar gerekçesinin yerinde olduğu belirtilmek suretiyle direnme kararı verilmiş ise de Hukuk Genel Kurulunca; usulün öngördüğü anlamda bir direnme hükmü kurulmadığı gerekçesiyle bu karar bozulmuş, mahkemece Hukuk Genel Kurulu kararına uyularak yeniden direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararının davalılar vekilince temyizi üzerine, Hukuk Genel Kurulunun yukarıda başlık bölümünde esas ve karar numarası yazılı kararı ile "ibraname" başlıklı belgenin hileyle ele geçirildiği ya da içeriğinin sonradan doldurulduğu iddiaları kanıtlanmadığı sürece geçerli bir belge sayılacağı, geçerli olduğunun anlaşılması hâlinde de vekil eliyle yapılan satışın davacının (vekil edenin) iradesi doğrultusunda yapıldığını göstereceğinden davanın esasını etkileyeceği, ancak yargılama sırasında söz konusu belgenin geçerli sayılıp sayılamayacağının ön sorun yapılarak tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde incelenmediği belirtilerek Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı direnme kararı bozulmuştur.
    Davacı mirasçıları tarafından Hukuk Genel Kurulu kararına karşı karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davalı tarafından fotokopisi ibraz edilen, davacı asilin de belgeyi davalı ..."ın kandırması sonucu boş olarak imzaladığını, içeriğinin sonradan doldurulduğunu beyan ettiği 02.03.2004 tarihli ve ""ibraname"" başlıklı belgenin aslının istenerek, sunulduğu takdirde geçerli belge sayılıp sayılmayacağının tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde değerlendirilmesi ve gerektiğinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasının gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin karar vermeye yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Hemen belirtmek gerekir ki, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 502. maddesinin birinci fıkrasına göre vekâlet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir. Geniş anlamda bir iş görme sözleşmesi olan vekâlet sözleşmesiyle vekil, kendisine verilen işin ya da işlemin vekâlet verenin irade ve yararına uygun olarak yapılmasını üstlenir.
    Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet ilişkisini düzenleyen hükümlerine göre vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
    Nitekim TBK"nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekâlet verene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
    Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
    Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." düzenlemesine yer verilmiştir.
    Davaya konu temlikin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanununun 390. maddesi de;
    "Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.
    Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.
    Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur." hükmünü içermektedir.
    Bu hükümler uyarınca vekilin, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandıracak, aleyhine sonuç doğuracak davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında olacağı açıktır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.
    Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil, değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
    Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil, vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
    Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK"nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış, daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
    Aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 07.12.2011 gün ve 2011/14-609 E., 2011/744 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.
    Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalılardan Süleyman Asaf Öner"in Beşiktaş 4. Noterliğince düzenlenen 23.12.1998 tarih ve 82130 yevmiye numaralı vekâletname ile davacı tarafından vekil tayin edildiği ve kendisine başka yetkiler yanında T.C. hudutları dâhilinde davacının sahibi ve hissedarı olduğu tüm taşınmazları dilediği bedel ve koşullarda satmak üzere yetki verildiği, adı geçen davalının da vekil sıfatıyla hareket ederek davacıya ait Beşiktaş İlçesi, Arnavutköy Mahallesi, 1300 ada, 92 parseldeki 9 numaralı bağımsız bölümü diğer davalı ..."e 35.000.000.000eTL bedelle satarak temlik ettiği sabittir.
    Ne var ki mahkemece keşif yapılmış ve konusunda uzman üç kişilik bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen 21.04.2009 tarihli raporda, Beşiktaş İlçesi, Arnavutköy Mahallesinde bulunan dava konusu taşınmazın temlik tarihindeki gerçek değeri 230.000.000.000eTL (230.000 TL) olarak belirlenmiştir.
    Yukarıda değinildiği üzere vekil, vekil edenin haklarını korumak, görevini sadakat ve özenle yerine getirmek zorundadır. Bu nedenle, kendisine dilediği bedel ve koşullarda taşınmaz satışı için yetki verilmiş olsa dahi vekil, makul sınırları aşarak vekâlet verenin zararına olacak şekilde taşınmazı gerçek değerinin çok altındaki bir değerle satamaz. Vekâlet sözleşmesinde vekil başkası yararına iş görmekte olduğundan, verilen işi vekâlet verenin haklı menfaatine uygun olarak özenle yürütmek zorundadır. Vekilin göstereceği özen belirlenirken, görülecek işin niteliği, vekâletin türü, tarafların nitelikleri göz önünde tutulacak, vekil üzerine aldığı işi ifa ederken aynı şartlar altında iş gören basiretli, özenli bir vekil gibi hareket edecektir.
    Somut olay bu açıdan değerlendirildiğinde, davalı vekilin vekâlet verenin haklı menfaatini gözettiğini ve ona zarar verecek iş ve eylemden kaçındığını söyleme olanağı bulunmamaktadır. Aksine, vekil edene ait taşınmaz makul sınırların oldukça altındaki bir bedelle satılmış, davalı vekil tarafından da bu satışın davacının iradesi doğrultusunda yapıldığı ileri sürülerek, 02.03.2004 düzenleme tarihli belge fotokopisi sunulmuş ve çekişmeli taşınmazın 35.000.000.000eTL bedel karşılığında satışı nedeniyle davacının hem vekilini hem de taşınmazı satın alan diğer davalıyı ibra ettiği savunulmuştur.
    Gerçekten de altında Nevin Bilginer imzası bulunan belge fotokopisi incelendiğinde, davacının dairesini 35.000.000.000eTL"ye ..."e sattığı, 30.000.000.000eTL"yi nakden ve peşin olarak aldığı, kalan 5.000.000.000eTL"nin ... tarafından umumi vekili ..."e 05.04.2004 tarihinde ödediğinde tapu devrinin yapılacağı, bu satıştan dolayı hiç bir hak ve alacağı kalmadığından davacının alıcı ile vekilini ibra ettiği açıklamalarını içerdiği görülmektedir.
    Hemen belirtmek gerekir ki vekil, vekâlet verenin açık talimatına uymakla yükümlü ise de mahkemece "ibraname" başlıklı belgeye karşı davacının beyanı alınmış, davacı da fotokopisi ibraz edilen belgeyi davalı ..."in kandırması sonucu boş olarak imzaladığını, içeriğinin sonradan doldurulduğunu bildirmiştir. Bu nedenle Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında az yukarıda içeriği açıklanan ve yargılama sürecinde aslı dosyaya sunulmayan ibranamenin gerçekten davacının iradesini yansıtan bir belge sayılıp sayılmayacağı ve bu bağlamda belgenin hile ile ele geçirildiği ya da içeriğinin sonradan doldurulduğu iddiasının mahkemece araştırılmasının gerekli olup olmadığı hususları tartışılmıştır.
    Belirtilmelidir ki, makul sınırın oldukça altındaki satışın vekâlet verenin iradesine uygun olarak yapıldığı ve davalıların her ikisinin de ibra edildiği savunulmuş ise de taşınmazın ibraname başlıklı belgede gösterilen satış bedeli ile tapuda resmî akitte gösterilen satış bedeli aynıdır. Oysa ki, davalılar vekili yerel mahkemenin 10.12.2009 tarih ve 2009/339 E., 2009/225 K. sayılı kararını temyiz ederken sunduğu 05.10.2010 tarihli dilekçesinde olduğu gibi direnme kararlarının temyizi için takdim ettiği 16.01.2013 ve 26.11.2014 tarihli dilekçelerinde de davalı ..."in taşınmazın bedelini ödediğini, satış bedeli olarak tapuda gösterilen miktarın da Beşiktaş Belediyesince belirlenen ve taşınmaz satışlarında esas alınan değer olduğunu, piyasada satışların bu şekilde yapıldığını, tapu devri sırasında bedelin düşük gösterilmesi nedeniyle davanın kabulünün hatalı olduğunu belirtmiştir.
    Ülkemizde, taşınmaz devirleri sırasında daha az harç ödemek maksadıyla gerçek alım satım bedeli yerine belediyelerce tespit edilen ve çok daha düşük olan emlak değeri üzerinden tapuda işlem yapıldığı bilinen bir gerçek olmakla birlikte, tarafların kendi iç ilişkilerinde ya da vekil eliyle işlem yapan satıcının kendi vekiliyle olan iç ilişkisinde düzenleyecekleri belge ya da ibranamede pek doğaldır ki gösterilecek olan bedel, gerçek alım satım bedeli olacaktır. Daha yüksek bir bedel ödediğini ileri süren kişinin düşük bir bedel üzerinden ibra belgesi düzenlemesi mümkün değildir. Böyle bir durum ibranın hukuki mahiyetine ters olduğu gibi hayatın olağan akışına da aykırıdır.
    Vekâlet sözleşmesinin büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayandığı açıktır. Güven kavramının temelinde; doğruluk, dürüstlük, açık sözlülük, içtenlik, gerçeklik, haklılık gibi anlamlar yatmakta; güven kavramının anlamı sayılan bu ilkelere dayanmaktadır. Hukukun evrensel ve genel ilkelerinden biri olan "dürüstlük ilkesi" (Türk Medeni Kanunu m.2) gereğince herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bu genel ilke, usul hukukunda da geçerli olup, yargı organları önündeki yargılama faaliyetinin en önemli unsuru olan tarafların bu temel kurallara uygun davranması gerekir. Adil bir yargılama yapılarak maddi gerçeğe ulaşılabilmesi ancak davada dürüstlük temel kuralının korunması ile mümkündür. Bu nedenle yargılama sırasında dürüstlük kuralına uymak ve doğruyu söylemek taraflar için bir yükümlülüktür. Bu yükümlülüğün konusunu, tarafların dayandığı vakıalar oluşturur.
    Nitekim, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 29. maddesi "(1) Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar.
    (2) Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler." hükmünü taşımaktadır.
    Taraflar, yargılama sırasında kendi menfaatine uygun olarak neyi ileri sürüp sürmeyecekleri hususunda serbest olmakla birlikte ileri sürdükleri beyan ve açıklamalarının doğru olması; hem kendilerine hem de karşı tarafa ilişkin olarak yaptıkları açıklamalarla mahkemeyi yanıltmamaları gerekmektedir. Ayrıca, dürüstlük kuralına aykırılık hâkim tarafından kendiliğinden gözetileceği gibi taraflarca da her zaman ileri sürülebilir.
    Tüm bu nedenlerle, davalıların taşınmaz için hem daha yüksek bir bedel ödendiğini ileri sürüp hem de 35.000.000.000eTL (35.000,00TL) bedel üzerinden ibra edildiklerini savunmaları, temelini dürüstlük kuralından alan çelişkili davranış yasağına aykırı olduğu gibi bu çelişkili savunma, dayanılan ibraname içeriğinin de doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Böyle olunca, Kurul çoğunluğu tarafından, artık davalıların kendi çelişkili savunmaları ile içeriği çürütülen bir belgenin hile ile ele geçirildiği ya da içeriğinin sonradan doldurulduğu iddiasının araştırılmasının gerekli olmadığı sonucuna varılmıştır.
    Diğer taraftan, davacı tanık beyanları ile taşınmazın satış tarihinden sonra aradan uzunca bir süre geçmesine karşın davacının konutta oturmaya devam etmesi, kayıt maliki olan davalı ..."in bu duruma ses çıkarılmayarak kendisinden herhangi bir bedel istememesi, taşınmaz vergilerinin davacı tarafından ödenmeye devam olunması ve yine taşınmazın gerçek değeri ile resmi akitte gösterilen bedel arasında fahiş fark bulunması olguları bir arada değerlendirildiğinde; davacı adına kayıtlı taşınmazın vekil tarafından vekalet yetkisi kötüye kullanılmak ve davacı zararlandırılmak suretiyle el ve işbirliği içerisinde hareket eden diğer davalıya aktarıldığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.
    Açıklanan tüm bu nedenlerle davacı mirasçılarının karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulunun "bozma" yönündeki 27.06.2018 tarihli ve 2017/1-1238 E., 2018/1277 K. sayılı kararının kaldırılmasına ve direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle onanmasına karar vermek gerekmiştir.
    Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, mahkemece yargılama sırasında söz konusu ibraname başlıklı belge üzerinde durularak tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde geçerli bir belge sayılıp sayılmayacağı hakkında inceleme yapılmadığı, belge aslı ibraz edildiği takdirde bu hususun ön sorun şeklinde öncelikle incelenmesi gerektiği, bu nedenle Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca verilen bozma kararının doğru olduğu, ancak ibranamenin hile ile ele geçirildiği iddiasının her türlü delille kanıtlanabileceği hususuna da bozma gerekçesinde yer verilmesi gerektiğinden bu hususun ilavesi suretiyle karar düzeltme talebinin reddedilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
    Hâl böyle olunca yerel mahkeme direnme kararının onanması gerekmiştir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 440. maddesi gereğince yapılan karar düzeltme incelemesi sonunda davacı mirasçıları vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulunun 27.06.2018 tarihli ve 2017/1-1238 E., 2018/1277 K. sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı ONANMASINA, 14.02.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.




    KARŞI OY

    Dava, vekâletin kötüye kullanılması nedeniyle açılmış tapu iptal tescil davasıdır.
    Yerel Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, Özel Dairece; davalı tarafından ibraz edilen “ibraname” başlıklı belgenin değerlendirilmemesi nedeniyle karar bozulmuştur.
    Yerel Mahkemece, önceki gerekçelerle ilk kararda ısrar edilmesi üzerine bu karar Hukuk Genel Kurulunda görüşülmüş ve oy çokluğu ile bozulmuştur. Bu kere karar düzeltme talebiyle uyuşmazlık tekrar Hukuk Genel Kurulu önüne gelmiştir.
    Sayın çoğunluk ile aramızda çıkan ihtilaf, davalı tarafından ibraz edilen “ibraname”nin hâkim tarafından önsorun olarak incelenmesine ihtiyaç olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Bilindiği üzere, vekâletin kötüye kullanılması hâllerinde vekil edenin yapılan işleme sonradan onay vermesi hâlinde vekilin yaptığı işlem vekil edenin iradesine uygun hâle gelecek ve vekâletin kötüye kullanılmasından bahsetmek mümkün olmayacaktır. Davacı, bu belge altındaki imzayı inkar etmemiş ancak, hileyle elinden alındığını savunmuştur. İşte bu nedenle tartışma konusu olan ve davanın sonucunu değiştirecek nitelikte bulunan belgenin vekil edenin iradesine uygun olarak düzenlenip düzenlenmediği ön sorun olarak çözümlenmeli ve bundan sonra işin esası hakkında bir karar verilmelidir. Yerel Mahkemece bu hususta bir değerlendirme yapılmamıştır.
    Senet altındaki imza inkar edilmemekle birlikte içeriğinin irade sakatlığı hâllerinden biri ile malul olduğu iddiası her türlü delille ispat edilebilecektir. Bu tür incelemelerde “senede karşı senetle ispat” kuralı ulgulanmayacaktır.
    Gerek Özel Dairenin bozma kararı, gerekse Hukuk Genel Kurulunun bozma kararındaki gerekçelerle birlikte yukarıda izah edilen nedenlerle kararın bozulması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun karar düzeltme talebinin kabulüyle kararın onanması gerektiği yönündeki görüşüne katılmıyorum.


    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi